Can Gox: “Keşkem olmasın diye hayatta, müziği seçtim.”

Standard

‘Neredesin Sen’, ‘Haydar Haydar’, ‘Unutama Beni’, ‘Drama Köprüsü’ gibi hepimizin hayatında dinlemeye alıştığımız seslerle yer etmiş çok özel şarkıları, ustalarının bizdeki güçlü varlığına ve duygusuna özen göstererek, şarkıya kendi kalbini ve ruhunu da katarak, kendi kalarak söyleyen Can Gox, zamansız sözleri genç dimağlara bırakmaya devam ediyor.

Kaybedenler Kulübü filminin müziklerini yaptıktan sonra gittikçe kalabalıklaşan dinleyicileriyle, blues gırtlağıyla yeniden yorumladığı o şarkıların yanı sıra kendi bestelerini de paylaşan Can Gox, bir kez daha bir Müslüm Gürses şarkısıyla, ‘Senden Vazgeçmem’ ile karşımızda.

Yoğun konser programıyla Anadolu’nun uzak şehirleri arasında heybesinde taşıdığı müzikle dolaşan Can Gox’la, Çanakkale’deki 6:45 Kaybedenler Kulübü’nde verdiği konser öncesinde kuliste buluştuk. Çanakkale’nin yerel televizyonu TON TV’de yayınlanan ‘Sahne Arkası’ programı için yaptığımız röportajda, tiyatro oyuncusu Güler Turhan’la çiçeği burnunda evliliği ve son single gibi yeni haberleri, müzikle sıkı hikâyesini ve kaybetmenin değerini konuştuk.

Sevgili Can Gox, hoşgeldiniz Çanakkale’ye. Bir ara epey alışmıştık sizi şehirde dinlemeye. Burada olmak nasıl? 

Çanakkale çok keyifli ve bana enerji olarak çok özel hissettiren bir şehir. Geldiğim için çok mutluyum. Ayrıca Kaybedenler Kulübü ailesinden olduğum için bu akşamki konser, bu heyecanı ikiye katlıyor.

Müslüm Gürses’in “Senden Vazgeçmem” şarkısını yeniden yorumlamaya karar verme süreci nasıl geçti?

Müslüm Gürses hep aklımdaydı, bir senedir planlıyorduk. Yorumlayacağım şarkıya karar vermeden önce bestecisine, güftecisine saygıda kusur etmemek için üzerinde çok uzun süre düşünüyorum. Taşıyabilecek miyim, taşıyamayacak mıyım… Bu hem bir korku benim için, bir taraftan da büyük bir heyecan.

Şarkıyı söylediniz ve geçen ay klibini paylaştınız. Nasıl yorumlar alıyorsunuz?

Hani hep diyorum ya, şarkıyı yorumladığımda gönlümden süzüyorum diye… Şöyle yapalım ve katlar, villalar gelsin gibi bir amaç planlayarak şarkı söylemiyorum. Albüm veya single çıktıktan sonra bunu bir hediye olarak kabul etsin dinleyicim. Paketi açan, kabul eden ediyor, açmayanın, kabul etmeyenin de canı sağolsun. Ya nasip, ya kısmet… Neşet Ertaş da böyle yapardı. Umuyorum ki Müslüm Gürses’in ismini güzel bir şekilde yad etmiş oluruz. Büyük ustaydı gerçekten. Bizi cennetten izliyordur. Selam olsun, şarkı da hayırlı olsun.

Şarkının Müslüm filmiyle aynı zamana denk gelmesi güzel bir tesadüf mü?

İstesek yapamazdık. Bir yıldır Müslüm Gürses şarkısı söylemek istiyordum. O kadar yoğunuz ki, ayın 20 – 25 günü konserle geçiyor. Geriye kalan 6 – 7 günle idare etmeye çalışıyoruz. Bu kısa sürede şarkıya mı çalışacaksın, aranjesini, kaydını, mixini, masteringini mi yapacaksın, klip mi çekeceksin? Şarkının digital platformlarda çıkması bile 21 günü buluyor. Biz şarkıyı bir buçuk ay önce bitirdik, çıkması filmle aynı haftaya denk geldi. (gülüyor) Kısmet böyleymiş, planlayarak yapmadık, denk geldi. İnşallah iyi olur. Zaten Müslüm Baba’nın filmi çıkacak da hadi oraya yüklenelim, parsel elde edelim gibi bir derdimiz olamaz. Şarkıyı daha çok insana duyurmak bizim istediğimiz, o da hem Müslüm Baba’ya saygıdan, hem de şarkıyı sevmemizden kaynaklanıyor.

Yeni şarkılar, çok yakında

Bu sevgi ve saygının da getirdiği sorumlulukla önemli bir hazırlık ve biraz da cesaret istiyor olsa gerek göğe; Cem Karaca’ya, Neşet Ertaş’a, Esmeray’a, Hayyam’a selam göndermek.. Nasıl bürünüyorsunuz şarkıların ruhuna?

Ön çalışması çok meşakkatli geçiyor. Gerçekten korkuyorum söylerken. Ben Neşet Ertaş’ın tırnağının ucu olabilir miyim, olamam ama gönül işidir bunlar. Gönlümüz yakınsa birbirine, paylaşalım istiyoruz. Onun hissettiğinin çeyreğini hissedip dinleyicimize yansıtabiliyorsak, kârımızdır. Haydar Haydar’ı söyleyen liseli genç kardeşlerimi görünce duygulanıyorum, el vermişiz demek ki… Türküler, şarkılar deyiştir. O deyişi bir sonraki jenerasyona iletmek de sanatçının görevidir. Görevimizi yapmışız demek ki çocuklar da sahipleniyor, söylüyorlar. Şimdi Müslüm Gürses zamanı. İnşallah onun Senden Vazgeçmem’ini de tekrar tekrar söylerler. Babayı herkes hatırlıyor zaten. Erken gitti, çok da geçmedi üzerinden. Selam olsun, hem de bir jenerasyon daha dinlesin onun şarkılarını, hiç unutulmasın. Unutulacak gibi olursa, biz unutturmayız.

Dinleyenleriniz hem o bildikleri şarkıları sizin sesinizden dinlemeyi çok sevdiler, hem de sizin bestelerinizi, sözlerinizi. Var mı yakın zamanda bizimle paylaşacağınız yeni şarkılar?

Var, bu coverdan sonra çalışmalara başlıyorum. Beste için kapanacağım. Projeler devam ediyor, daha da sıkı çalışmamız gerekiyor. Yine çuvala bir şeyler attık, karıştırıp çekeceğiz, bakalım ne çıkacak. Başka bir sürpriz projemiz var, o da çıkmak için hazırda bekliyor, ısınıyor.

Biraz ipucu verecek misiniz?

Çok farklı, kontra bir şey dinleyeceksiniz. Sonuçta farklı farklı alanlarda şarkı söyleyebilen bir Can Gox var. Sesimi tam performans olarak değerlendirmek istiyorum. Her alanda dostlara sunmak istiyorum yeteneklerimi. Şubat ayını buluruz herhalde bunun için yeni şarkılar, klipler derken.

Hayatınızdaki tüm bu gelişmelerin, yeni haberlerin içinde büyük bir yenilik daha var; evlendiniz, çok tebrikler.

Ekim ayında evlendik Güler’le (Turhan), o da çok mutlu, ben de çok mutluyum. Evlilik insanın hayatını değiştiriyor mu dersen, evet değiştiriyor. Eşime ve işime aşığım. Eskiden sadece işim vardı hayatımda, şimdi önceliğim eşim oldu. Fakat çok yoğun olduğumuz için balayına bile çıkamadan konserlere devam ettik. Kasım ayı içinde üç dört gün kaçmayı planlıyoruz. Kafamızı dinleyip enerji depolayacağız. Sonra konserlere devam edeceğiz.

Yıllardır yalnızlık şarkılarının güçlü sesi olduğunuz Kaybedenler Kulübü’nde nasıl karşılandı evlilik haberiniz?

(Gülüyor) Evlilik, kaybedenler kulübünden istifamı gerektirmiyor. Sordum zamanında, ben evleniyorum abi, ne yapacağız diye, o zaman seni yönetim kuruluna çekiyoruz, dediler. Bizim yalnızlar partisi üyeleri devam edecekler. Biz de yönetim kurulunda görevimizi ifşa edeceğiz Kaan Çaydamlı , Mehmet Ada Öztekin, Erol Egemen ve bizim tayfa olarak.

“Görkemli kaybetmek erdemdir.”

Kaybetmek ne demek sizin için?

Kaybetmek en büyük kazançtır. Kaybetmenin değeri çok farklıdır. Kaybetmeyi bildikçe, kaybetmeyi deştikçe, kaybetmenin ne olduğunu daha iyi süzdükçe insan, hayatın gerçekliğiyle yüz yüze geliyor. Bir tarafa savrulmadan, kaybetmenin değerini ve gerçekliğini iyi algılayarak hayatı ona göre süzmek gerekiyor ki kaybetmek ayrıca onur verir. Şerefli kaybetmek, görkemli kaybetmektir, görkemli kaybetmek de en büyük erdemdir.

İlk albümünüz ‘Yalnızım Ben’in kitapçığında beni de çok etkileyen şöyle bir söz yer alır: “Kim gerçekten bakabilmiş ki içine…” Sözlerini yazdığınız, yeniden yorumladığınız şarkılar hem size hem dinleyicilerinize içe bakmak, kendini aramak, kaybetmek, yalnız olmak, kabullenmek gibi duygular üzerinden nasıl bir yol çiziyor?

İçe dönüş, içi aramak, içi deşmek, dibi kazmak çok önemli hayatta. İnsan mutlaka hayatında birkaç defa dibe çöküp kumları deşmiştir. Kum kazacağız, daha da dibe ineceğiz, yukarı çıkıp tekrar yüzeyde yaşamaya devam edeceğiz. Çıkmasını bildikten ve çıktıktan sonra dibi unutmamak lazım ki yukarı çıkmanın değerini bilelim. Bu, hayatla ilgili bir felsefe. O söz biraz tasavvufa da dokunur. Tasavvufta iç, tekamüle varır. İçe dönmek, yerinde dönmek, eksende dönmek, eksenleri teğet geçip karşılaşmak, birlikte dönmek… Hayat bir döngü içinde.

Gündüz şirkette, gece sahnede…

Hayatımızda memnun olmadığımız şeyleri söylenmek yerine harekete geçmeye cesaret ettiren ve içimizdeki sesi dinlemeye ilham veren bir hikâyeniz var. Kurumsal iş hayatıyla Blues Mobile adlı grubunuzla müziği bir arada yürütmeye çalıştığınız yıllara şimdi bakınca kendinizi Clark Kent’e benzettiğinizi okumuştum bir röportajınızda.   

Alternatif karakter yaratmak gerekiyor bazen hayatta var olabilmek için. Benim o zamanlar için Clark Kent dediğim, gündüz Can Göksun olarak yaşayıp iş hayatında yer almak, akşam da Can Gox olarak sahneye çıkmak. İki farklı çarpışmayı bir hayat içerisine dahil edebilmiş bir adamdım. Hangisi ağır basarsa hayatta, iyi tartıp o tarafa doğru yönelmek, dengeye gelmek gerekiyor. Yoksa hayatla başa çıkamazsın, hayat seni nereye isterse oraya koyar. 12 sene boyunca bir şirkette çalıştım, eleman olarak girdim, müdürlüğe terfi ettim. Belki iki üç sene daha bekleseydim genel müdür yardımcılığına kadar gidecektim, bilmiyorum ama önü açık bir kariyerim vardı. Hayat öyle bir yere getirdi ki beni, yine müzik yapacaksın, bırak bu işleri dedi. Ben de keşkem olmasın diye hayatta, hayır demedim. İşten ayrıldım ve tüm enerjimi ağır basan tarafa verdim. Müzik tam gaz devam edecek hayatımda.

Size öyle kolay ulaştık ve öyle içtenlikle kabul ettiniz ki röportaj teklifimizi… Dinleyenlerinizle de çok samimi bir dil üzerinden ilişkiniz var, öyle değil mi?

Ünlü hayatı bize uyan bir şey değil. Yoldan geçen dinleyicime, dostum diyorum. Bakışlarını görüyorum, bazen çekiniyorlar selam vermeye. O zaman ben selam veriyorum zaten. Çekinmesinler, Can Gox’um ben, abi kardeş ilişkisiyle yürüyor bizim dostluğumuz. Beraberce yaşayıp aynı otobüse binip aynı vapurda çay içmeyi unutmadım, bu yaştan sonra da unutmam.

Sevmeye ihtiyacımız var

Peki, bunca yoğun bir tempoda ve etrafımızı betonla kuşatan şehir hayatında biraz nefes almak istediğinizde ne yapıyorsunuz, örneğin doğada vakit geçirebiliyor musunuz?

Hiçbir zaman kent çocuğu olmadım. Biraz daha toprak, şort, tişört, terlik modundayım. Yaz tatillerinde kahvaltı saat dokuzla on bir arasında diye aşağı koşmak zorunda kalmayalım. Domates, yumurta, peynir, zeytin olsun bize yeter. Açık büfeleri, beş yıldızlı otelleri sevmiyorum. Önceden Olimpos’a giderdik, kalabalıklaşınca yavaş yavaş çekilmeye başladık. Nerede bir kuytu bulursak tatilimizi orada geçirmeyi tercih ediyoruz. Gözden ırak ama dostlarla birlikte, gece ateşimizi yakıp gitar çalarak dinlenmeyi, sabah araba kornalarıyla değil kuş sesleriyle uyanmayı seviyoruz.

Çok keyifli bir sohbetti sevgili Can Gox, çok teşekkürler. Son olarak dinleyicilerinize iletmek üzere bir şey söylemek ister misiniz?

Dost olun, can olun, kayıtsız şartsız birbirinizi sevmeye devam edin. Sevgi, kalabalığı arttıracaktır. Omuz omuza yürümemizi de kolaylaştıracaktır. Bugünlerde buna ihtiyacımız var, lütfen sevmeyi unutmayın.

Bu okulun bahçesindeki ağaçlarda saka, serçe, ispinoz, güvercin ve kumrular için asılı 20 kuş evi var

Standard

Okul bahçelerinin yanından geçerken dikkat kesilecek olursanız bu sıra, çocuk kahkahalarının çığlıklara ulanan coşkusunda, kuş sesleri gelecek kulağınıza. Bahar gelince bahçeyi paylaşmaya başladılar yine aralarında. Çocuklar yorulmak nedir bilmez oyunlarını sığdırmaya çalışırken kısa ders aralarına, süzülerek yaklaşıyorlar bu tatlı telaşa. Zil çalınca çocuklar derse, kuşlar ağaçlara…

Kuşları da çocukları da çok seven, bir arada olmalarını önemseyen, her ikisini de ‘gözlemleyen’ Çanakkale Şinasi ve Figen Bayraktar Ortaokulu‘nun rehber öğretmeni Gülşah Çırnaz, bir oyun önermiş bahçede süregelen bu dostluğa:

Var mısınız kuşlar için yuva yapmaya?

Kuşlar için yuva yapma fikri, geçen bahar çocuklarla birlikte okul bahçesinde kurdukları bostana ‘kurda, kuşa, aşa’ niyetiyle tohum ekerlerken gelmiş akıllarına. Okul yönetimi desteklemiş, Çanakkale Orman İşletme Müdürlüğü ile iletişime geçilmiş. Bahçedeki çam ve çınar ağaçlarını çok seven saka, serçe, ispinoz, florya, güvercin ve kumrular için 20 kuş evi, oradan temin edilmiş.

Seslerinde, hareketlerinde neşeli renkler taşıyan kuşların sadece ahşap rengi bir kuş evine girmesine ne çocuklar ne de öğretmenleri razı gelmiş. Her sınıfa bir kuş evi verilmiş. Çocuklar üzerilerine akrilik boyalarla rengarenk çiçekler, yapraklar, ağaçlar, kalpler, güneşler çizmiş.

Boyama işi bitince vernik çekilmiş. Okul bahçesinin etrafındaki demirlere ‘serilen’ kuş evleri bir hafta boyunca güneşte bekletilmiş. Nihayet kuruyunca ağaçlara asılma, sakinleriyle buluşma vakti gelmiş.

Gülşah Öğretmen, çocukların gün içinde sıkça karşılaştıkları kuşları fark etmelerini, onları daha yakından tanımalarını, seslerinden, tüylerinden hangi tür olduklarını bilmeyi öğrenmelerini istemiş. Kuş evlerini ağaçlara asma etkinliği, Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesinden Ornitolog İbrahim Uysal‘ın, “Kuş Gözlemciliği ve Çanakkale’nin Kuşları” konulu semineriyle birleşmiş.

Kuş gözlemciliği doğalarında var

Beşinci sınıflardan altmış beş çocuğun katıldığı seminerde ve sonrasında yapılan kuş gözleminde olanı biteni, izlenimlerini Gülşah Çırnaz anlatıyor: “400 mm objektif, fotoğraf makinesi, dürbünler, tripotlar, kuş gözlem kitapları… Görünce çok heyecanlandılar, hepsini kullanmak istediler. İbrahim Hoca onları bilgilendirdi. Ayşe Çınar Küçüksöylemez de kuş evlerinin temini için çok yardımcı oldu. Çocuklar o kadar çok şey biliyorlarmış ki, bu kadarını tahmin etmiyordum. Özellikle köyde gördükleri kuşların isimlerinden, ne zaman geldiklerinden, yuva yaptıklarından bahsettiler.”

“İbrahim Hoca onlara çektiği fotoğrafları gösterdi, şaşırdılar. Kuş gözlemcisi ve fotoğrafçısı Necla Çetin de bize katılarak deneyimlerini anlattı. Çok sevdiler, heyecanlandılar. Kuş gözlemciliği diye bir şey olduğunu bilmiyorlardı. Çocuklar artık daha dikkat edeceklerini söylediler. İbrahim Hoca da algılarının daha açık olacağını belirtti. Öyle de oldu. Sürekli yanıma gelip, ‘İspinoz gördüm, bu florya mıydı, bizim yuvamızda yumurta var sanki öğretmenim’ diyorlar. Çocukların zaten doğal bir merak duygusu var. Bu tarz etkinlikler bunu besliyor ve onları mutlu ediyor.”

Kuş evleri Çanakkale Belediyesi ile Orman İşletme Müdürlüğü’nün desteğiyle, çocukların heyecanlı alkışları eşliğinde ağaç dallarına yerleşti. Okul bahçesinde hem bostan, hem de kuş evleri var şimdi.

Kuşlar ve çocuklar buluşmalı

Gülşah Çırnaz, tüm bunların çocukların doğayla bağını geliştirdiğini, çocukların okula ait ve sorumlu hissettiklerini, öğretmenleriyle farklı etkinlikler yapmanın onlara iyi geldiğini söylüyor ve etrafımızdaki ağaçların, onlara konacak kuşların, kuş evi boyanacak dallarının farkında olmayı hatırlatıyor:

“Kuşları, onların doğmasını, büyümesini, uçmayı öğrenmesini izlemek, doğanın dönüşümünü hissetmek mucizevi bir şey. Kuşların iletişimini, seslerini, hareketlerini, göçünü izlemek beni çok mutlu ediyor. Çocukların da bunu hissetmesi, öğrenmesi çok özel. Onların doğal gözlem yeteneği desteklenmeli. En fazla gözlem yapabilecekleri yer ormanlar, kırlar, bayırlar. Daha sık doğaya çıkmalı çocuklar, kamp yapmalılar, kuş sesleriyle uyanmalılar. Ailelere önerim, bu tarz etkinlikler yapsınlar. Anne, baba bir kuş evi temin edip evde çocuğuyla birlikte boyayıp ormanda bir ağaca asabilir. Eminim bu hem çocuğu hem aileyi mutlu eder. Bunlar hiç zor şeyler değil.”

( Bu yazı, 30.04.2017 tarihinde Yeşil Gazete’de yayınlanmıştır.)

Bozcaadalı belgesel festivali BIFED, dört yaşında

Standard

“Hakikatin gittikçe daralan dünyasında bırakın sesini çıkaramayanın hakkını, kendi hakkımızı savunmak bile imkansızlaşıyor. Köpek balıkları, orkinoslar, içme suları, tilkiler, filler, yağmur ormanları, ıstakozlar… İnsanoğlu, sesini çıkaramayan, ağlayamayan, bağıramayan her şeyi tüketiyor. Bütün bu olan bitene direnişimizi seslendirebileceğimiz alanlar da gittikçe azalıyor.”

Bu satırlar, Bozcaada Uluslararası Ekolojik Belgesel Festivali (BIFED) ekibinin geçen haftalarda kaleme aldığı, festival hazırlıklarının başladığını duyuran mektuptan. Daimi teması ekoloji olan, doğa, toplum, göç, tarım, yerel haklar, tohum, gıda, kentleşme, çöp, işçi, enerji konularında belgesel film üretilmesine, gösterimine ve ödüllendirilmesine ciddi ve bağımsız bir alan yaratmak için Bozcaada’da doğan BIFED, dördüncü yılında, umudu paylaşarak var olmaya devam ediyor.

Bağımsız belgeselciler için bağımsız festival

Bozcaada Uluslararası Ekolojik Belgesel Festivali, bu yıl 11-15 Ekim 2017 tarihleri arasında gerçekleşecek. Son üç yıldır olduğu gibi, sonbahar Bozcaada’ya BIFED ile gelecek. BIFED ekibinin yayınladığı mektupta, dünyanın farklı coğrafyalarında aynı sorunlarla mücadele edenlerin hikayelerini perdeye yansıtan, küçük, kalabalık salonlarda belgesel film yönetmenleriyle izleyicilerini buluşturan festivalin, neden büyümemekte ısrar ettiği şöyle anlatılıyor:

“Her şeyin hızla tüketildiği bir dünya düzeni içinde bağımsız ve hakikati arayan belgesel yapmak artık çok daha zor. Ana akım medyanın gerçeğe neredeyse tamamen gözlerini kapadığı bu sistem içinde bağımsız belgeselcilere kalan tek alan festivaller. Ancak tüm dünyada başvuru ücreti alan festivallerin sayısı her yıl artıyor ve çok seslilik azalıyor. Bozcaada Belediyesi, Bozcaada Turizm İşletmecileri Derneği ve tüm Bozcaadalıların desteği ile Bozcaada’da yapılan BIFED, büyümemekte inat ediyor. Katılımcılarına festival boyunca kalacak güzel bir yuva sunmaya, yönetmenleri ve iyi örnekleri ödüllendirmeye, ekibinde yüzde doksan kadın istihdam etmeye devam ediyor.

BIFED başvuru ücreti, gösterimlerde bilet ücreti almamakta, Asya, Afrika, Güney Amerika ve tüm diğer sesini duyuramayan büyük coğrafyaların sesi olmakta, farklı ve yeni pencereler, bakış açıları sunmakta inat ediyor. BIFED herkese açık, herkese eşit yaklaşan, paylaşan, tartışan ve üreten bir platform olmaya devam ediyor.”

Son başvuru tarihi 15 Mayıs

11-15 Ekim 2017 tarihleri arasında gerçekleşecek olan BIFED’in Fethi Kayaalp Uluslararası Belgesel Yarışması ve Gaia Öğrenci Ödülleri Yarışması için başvurular sürüyor. Yarışmaya başvuran filmlerin konusunu çevre sorunlarından almış ve 1 Ocak 2013 tarihinden sonra çekilmiş olması gerekiyor. Geçen yıl üçüncüsü düzenlenen festivale 58 ülkeden 280 film başvurmuş ve bunlar arasından seçilen, 10’u dünyada ilk kez gösterilen 60 film festival izleyicisiyle buluşmuştu.

Adalı festivalden dünyaya

Çevre belgeselleri konusunda uluslararası bir ağ olan Green Film Network‘e ilk yılında kabul edilen BIFED’in yönetmenliğini Petra Holzer Özgüven, koordinatörlüğünü Ethem Özgüven, başkanlığını Bozcaada Belediye Başkanı Dr. Hakan Can Yılmaz üstleniyor.

(BIFED Yönetmeni Petra Holzer Özgüven’le geçen yıl festival ofisinde)

Festival Yönetmeni Petra Holzer Özgüven, festivalin bu yıl da dünyanın en seçkin belgesel filmleri üzerinden hem sorunları hem de çözümleri tartışmayı, umudu paylaşmayı, dayanışma köprülerini güçlendirecek farklı çabaları içine alan anlamlı bir program sunma amacında olduğu ifade etti:

“Bütün bir yıl festival için emek veriyor ve izleyicilerle birlikte biz de sabırsızlıkla bekliyoruz. Geçen yıl salonlar çok doluydu. Bu durum, yaptığım işi ulaştırdım hissiyle, yönetmenleri çok mutlu ediyor. Seyirci ve ada halkı da yönetmenlerle buluşmaktan, festivali adada izliyor olmaktan çok mutlu. Küçük bir ekiple, ada halkının dayanışmasıyla, dünyanın her yerinde benzer yöntemlerle direnişi yıkmaya çalışan sisteme karşı umut veren bir festival yaşıyoruz.”

BIFED’in 15 Mayıs Pazartesi günü sona erecek yarışma başvuruları için katılım şartnamesi ve başvuru formu http://www.bifed.org/ adresinde.

( Bu yazı, 23.04.2014 tarihinde, Yeşil Gazete’de yayınlanmıştır)

 

Judith Liberman: Benim için masal anlatmanın kendisi bir ekoloji hareketi

Standard

Judith Malika Liberman, heybesinde masal taşıyanlardan. Ateş başında dinleyerek tanıdığı masal kahramanlarını hayalinde canlandırırken, sırlarının peşi sıra hayattan hikaye toplayanlardan.

Paris’te doğan masal anlatıcısı, eğitmeni, sanat terapisti Judith Liberman, 15 yıldır İstanbul’da. Düzenlediği masal gecelerinde çocuklara ve büyüklere masallar anlatıyor. Birbirini hiç tanımayan insanları bir masalın sonundaki hayrette, gülümsemede, keşifte buluşturuyor. Yüz yüze bakmaya, bir araya gelmeye ve anlatmaya ihtiyacımız olduğunu düşünüyor, bunu da en iyi masalların yaptığına inanıyor. Bilgi ve deneyimlerini verdiği eğitimlerle aktarıyor. Heybesinde masallarla dolaşırken, Anadolu’dan da masal topluyor. NTV Radyo’da hazırlayıp sunduğu Masal Bu Ya programında konuklarıyla masalların ardına bakarken masalların gücünü konuşuyor. İki yıldır elden ele, kulaktan kalbe yolculuğuna devam eden Masal Terapi kitabıyla, masalların iyileştirici, dönüştürücü rehberliğinden kurduğu oyuna davet ediyor. Zamanın birinde, Judith Liberman’la buluştuk masal anlatmak için geldiği İzmir’de. O sahneye çıkmadan önce masal anlatıcılığını, masalların fısıldadıklarını, şifasını, doğayla masal arasındaki bağı, tesadüflere ve mucizelere inanmayı, paylaşmayı konuştuk, hayat masal olsun dileğiyle…

Fotoğraf: Çiğdem ÖZCAN

Radyoda konuklarınıza sorarsınız ya, çocukluğunuzda hangi masal vardı, kim masal anlatırdı, masal yoksa yerinde ne vardı diye. Sizin çocukluğunuzun ne kadarı masaldı, büyürken en çok hangi masal yanınıza kaldı?

Çocukluğumda çok fazla masal vardı. Ailem 70’li yıllarda Paris’ten ayrılıp köyde yaşamayı seçenlerden. Komünde büyüdüm ben. O dönemde dokuma, sepet örme, deri çalışma gibi halk sanatlarına yoğun ilgi vardı. Akşamları ateş yakılırdı. Ne zaman ki ateş hayatımıza giriyor, bir grup insan gözleri bir ekranla meşgul olmadan ellerinde tığ, örgü, dokumayla ateşin başında toplanıyor, masallar doğuyor. Ben böyle bir ortamda büyüdüğüm için doğal olarak masal çoktu. En sevdiğim masal zaman zaman değişiyor. Sorulduğunda bugün, şu an anlatacağım masal olduğunu söylüyorum ama çocukken babam bana paylaşmak üzerine bir masal anlatırdı.

Bir varmış, bir yokmuş…

Bir adam her gün nehrin kenarına gider, nehre bir ekmek bırakırmış. Babası ona ekmeğini bırak nehre, uzaklara götürsün demiş, bunu her gün mutlaka yap diye de tembih etmiş. O adam, babası öldükten sonra da her gün, evde ekmek çok mu az mı fark etmeden, nehre bir ekmek bırakmaya devam etmiş. Nehir o ekmeği alır uzaklara götürürmüş. O başlangıçtan sonra adamın başına bir sürü sihirli şey geliyor. Her şey paylaşmakla başlıyor, babadan gelen öğretileri uygulamayla. Aşkla başlıyor aslında. Beni en çok etkileyen masal bu olabilir. Paylaş, bırak nehir götürsün uzaklara ve ne olacağı ile ilgilenme. Bir şeyler olacak illa ki ama şu an vermen gerekeni, gönülden vermek istediğin şeyi beklentisiz ver. Bu masalın mesajı bütün hayatıma yön veren bir pusula oldu.

14 yaşındayken başlamışsınız o pusula elinizde masal anlatmaya. Gel zaman git zaman, cebinize kattığınız masallarla çıkmışsınız yola. Neredeyse 15 yıldır Türkiye’de devam ediyorsunuz masalları paylaşmaya. Nasıl karşılaşmalar oluyor burada masallarla?

Anadolu bir masal toprağı… Bu masallar aslında derlenmiş, arşivlenmiş ama onları yeniden anlatan kimse yok. Masalın yaşaması için sadece kitaba yazmak yetmiyor. Masal kitaptan kitaba değil, kulaktan kulağa dolaşan bir tür. İletişim olması şart. Ateş yakılacak, mumun, sobanın etrafında toplanılacak, illa toplanma olacak. Masal kitaptan okuyarak değil, anlatarak, yüz yüze paylaşılacak. Anadolu’da bu vardı, sobanın olduğu evlerde hala var. Soba gidince masallar da gidiyor. Anadolu oldukça geniş bir kültüre sahip bu konuda. Üniversite ile çalışırken keşfetme fırsatım oldu. O masalları radyo programı sayesinde yaymaya, yeniden tanınmasını sağlamaya çalışıyorum. Pamuk Prenses batıdan buraya gelmeden önce bu toprakta Nardaniye Hanım vardı. Herkes Külkedisi’ni biliyor ama kimse Küllü Fatma’yı bilmiyor. Oysa ki Küllü Fatma bu toprağın külkedisi. Elbette farklı ülkelerin masallarını bilelim, Anadolu masallarını da bilelim. Sobalar bir daha yakılsın, üstüne kestane konulsun ve bu toprakların masalları yeniden anlatılsın. Anadolu Masalcı Yetiştirme Projesi bu anlamda benim için çok önemli bir hareket. Ankara’da, İzmir’de, İstanbul’da, Çanakkale’de başlattığım birkaç grup var, masal anlatmaya devam ediyorlar. Beraber ektiğimiz tohumlar yeşermeye başladı. Birçok insan da bu harekete dahil oluyor. Masallara ilgi büyük.

Masallara yoğun ilgi olduğunu ben de gözlemliyorum etrafımda. İhtiyacımız mı var onlara? 

Hayatımızda ne kadar teknoloji varsa, bir toplumda ne kadar yabancılaşma varsa, bağlantılar ne kadar kopuksa, o kadar masala ihtiyacımız var. Facebook’ta geçirdiğimiz her beş saat için beş saat masala ihtiyacımız var. Çünkü facebook pratik bilgi aktarmamızı sağlıyor, duygu değil. Bütün bu bilgiler kafamızı dolduruyor, zihinde kalıyor. Biraz gönlü ferahlatmak, gönlü açmak, yumuşamak için yüz yüze gelelim. Anlattığımız şeyin masal olması gerekmiyor. Anlatmak gerekiyor. Yüz yüze, teknolojisiz konuşmak, anlatmak, paylaşmak, duygularla bir araya gelmemiz çok önemli.

Judith Liberman ile bir araya geldiğimiz masal buluşmasından… İzmir – Kemeraltı Çarşısı

“Sihirli mucizeler, kontrolü bıraktığımız zaman oluyor.”

‘Bu kitap senin için bir pusula olsun diye hayal edildi.’ yazıyor Masal Terapi’nin arka kapağında. O masalın sizin hayatınıza pusula olması gibi, 54 masal başka hayatlara pusula olması niyetiyle girmiş kitaba. Demişsiniz ki, ‘Seni masallarla bir oyun oynamaya davet ediyorum. Rastgele bir sayfasını aç ve okumaya başla.’ Neler var bu oyunda?

Bu bir ‘tesadüf’ oyunu. Tesadüfler olabilsin, kitap çalışsın diye kitabı yazarken minimum kontrol uygulamaya çalıştım. Masal Terapi oluşurken, benim ısrarla yaptığım bir şey olmasın diye dikkat ettim. Masalları seçerken, bu iyi, bunu seviyorum, ona göre dizeyim demekten, bir mantık uygulamaktan kaçındım. Masalların tematik şekilde gitmelerini istemedim. Önce uzun, sonra kısa diye ya da ülke ülke sınıflandırmamaya çalıştım. Bilgisayar başına oturduğumda masalların listesine bakıyordum, bugün hangi masal beni çekiyor? Masallar size fısıldar, beni anlat der. O gün hangi masal beni anlat, sıra bende derse onu seçtim. Bazen listedeki masalların hiçbiri anlatılmak istemedi. O zaman kitapları karıştırıp, bugün beni anlat diyen masalı aradım. Bu kitabı ben yazmadım, yazılmak isteyen masallar başvurdu. Onları sırasıyla yazdım, geldikleri sırayla bıraktım.  Çünkü hayatta sihirli mucizeler, kontrolü bıraktığımız zaman oluyor. İnatla bir sonuca varmaya çalıştığımız zaman değil, ne gelirse gelsin dediğimiz anda güzel tesadüfler oluyor oyunda.

‘Masalları sırayla okumayın, kalbinizin sesini dinleyin, bir sayfa seçin ve onu okuyun’ demişsiniz. Her masalın sonunda mesajı, seyir defteri, alıştırmalar ve alıntılar var. Masalın terapisi, rehberliği, iyileştirici gücü de burada başlıyor galiba.

Kitaptaki alıştırmalarda benim yaptığım çalışmalardan çok şey bir araya geldi. Sanat terapisi, şiddetsiz iletişim, armağan ekonomisi, ekolojik hareket… Örneğin egzersizlerden biri, tohum bombası yapın. Tohum bombası ekolojist aktivistlerin yaptığı bir çalışma. Başka bir alıştırma şiddetsiz iletişim metodundan geliyor. Bana dokunan, yoluma şekil veren, büyümeme ve gelişmeme yardımcı olan araçları, bu oyunda masallarla eşleştirerek paylaşıyorum.

Fotoğraf: MASALHANE

“Doğadan masal, masaldan doğayla iletişim kurma isteği gelir”

Yaprağın üstündeki çiyi ye, kumlarla oyna, çıplak ayakla yürü, taş boya, mevsiminde ye gibi doğayla temas etmeyi öneren alıştırmalar da var. Doğa ve masal arasında nasıl bir bağ var?

Kesinlikle çok güçlü bir bağ. Çünkü insanlar doğayla bağ kurduğu zaman hayalleri açılıyor. Sisli bir sabahta bir şeyler hayal etmeye başlıyorsunuz. Ormanda, doğada vakit geçiren insanların aklına çok fazla fikir, hayal, kalplerine çok fazla masal gelir. Bu iki yönlü bir yol. Doğadan masal gelir, masaldan, doğayla iletişim kurma isteği. Masala başlangıç yolum, annemlerin kurduğu komün, içinde oldukları ekolojist hareketti. Benim için masal anlatmanın kendisi, bir ekoloji hareketi.

Geleceğinize, çocukluğunuza, dünyaya mektup yazın diyorsunuz bir de. Her masalın arkasında boş bir sayfa var. Yazmak, bizi kendi masallarımıza mı uyandırır?

Yazmak ya da anlatmak. Aslında bütün olay, tüketici – üretici dengesi kurmakta. Her tüketim için bir üretim vermemiz gerekiyor. Ne kadar veriyorsan, o kadar al, tükettiğin kadar da üret, dengele. Masal mı okudun, şimdi sıra sende, anlat ya da yaz. Düzenlediğim masal gecelerinin ilk bölümünde masal anlatıyorum, ikinci bölümde haydi şimdi siz anlatın diyorum. Ne kadar müzik dinliyorsak, o kadar müzik çalmamız, biri bize yemek yapmışsa bizim de yemek hazırlamamız gerekiyor. Doğada bu dengeler var. Gelenekte de var aslında, bana para veren altın bulsun diyoruz. Masal okumanın ardından yazmak da bu dengeyi kuruyor.

Masal buluşmalarında yüz yüze bakabiliyor mu insanlar? Ne geçiyor size o paylaşımlardan?

Ortam çok güzel. Masal buluşmalarının ilk zamanlarında Kadıköy’de 20 kişiydik. Küçük bir salonda başladık, her buluşmada daha büyük bir mekana taşınmak zorunda kaldık. Çünkü gelenler bir daha geliyor, arkadaş da getiriyor. Masal buluşmalarının organik şekilde büyümüş olmasını çok seviyorum. Nazım Hikmet Kültür Merkezi’nde 150 kişinin toplandığı bir akşam, gösteriden sonra bir kadın izleyici yanıma geldi. ‘Ben buraya ilk defa geliyorum, kimseyi de tanımıyorum. Burası neresi, bir kurs mu’ dedi. Dedim burası böyle bir şey, toplanıyoruz ve masal anlatıyoruz. Birçok insan buraya kimseyi tanımadan geldi ama sanki herkes birbirini tanıyor gibiydi. Her ay geldikleri için artık tanıyorlar birbirlerini. Bu beni çok mutlu ediyor. İstanbul gibi anonim, birbirinin yüzüne bakmayan insanların yoğun olduğu bir şehirde böyle bir gösteriye gidiyor, göremediği biri olursa onu merak ediyor, nerede diye soruyorlar. Bu çok hoş. Gönülden bir şey paylaşabildiğin, tanımadığın insanlarla yüz yüze, göz göze gelip, hayatında kaybolduğun bir anı, deneyip başaramadığın bir şeyi, seni heyecanlandıran bir hikayeyi paylaşmana fırsat veren bir ortam. Güzel gidiyor yani.

Judith ve Tahir Ayne Nazım Hikmet Kültür Merkezi’nde sahnede Fotoğraf: MASALHANE

“Bizi birleştiren edebiyat türüdür masal.”

Masal Terapi ikinci yılını geride bırakırken kırkıncı basımı çoktan aştı. Kitap yolculuğa çıktığından beri sosyal medyada yanına iliştirilen cümleler, objeler, niyetlerle çok paylaşıldı. Nasıl geri bildirimler aldınız?

Masal kitabının bu kadar yoğun ilgi göreceğini hiç düşünmüyordum. İlk basım iki haftada bitti. Yollara çıkmış bir çocuk gibi seyrediyorum kitabı. Üniversitelerde ders konusu oldu. Yetişkin kadın okurun ilgisini daha çok çeker diye düşünüyordum, yanılmışım. Geniş bir okur kitlesine ulaştı. Her zaman söylerim, en çok birleştiren edebiyat türüdür masal. Eskiden köy meydanında kadın, erkek, çocuk, yetişkin herkese hitap ediyordu. Masal gecelerimize 2 yaşından 80 yaşına kadar insanlar geliyor. Böyle birleştirici bir etkisi var masalların. Bu çağda sürekli bölünüyoruz, ayrı düşüyoruz. Aynı edebiyat türünün, aynı hikayenin etrafında buluşmaya, bir araya gelmeye çok ihtiyacımız var.

Masalsız kalırsak ne olur?

Masalsız kalamayız ki. Hiç korkum yok o konuda. Masalın anlatma şekli değişir belki, yani televizyon dizilerine, sinemaya atlar, kitaplara girer. İnsanların en temel ihtiyaçlarından biri anlatmak ve dinlemek. İnsan var olduğu sürece, masal da var olmaya devam edecek.

Fotoğraf: Çiğdem ÖZCAN

Masalı bükmek, bugüne uyarlamak ne demek?  

Masallar dört bin yaşında olabilir ama hala anlatılmasının sebebi, her çağda, her masalcının kendi sözlerini, kendi değerlerini katarak masalları güncelleştirmesi. Bu illa ki masalın içine teknoloji eklemek anlamına gelmiyor. Kırmızı başlıklı kız motora binmek zorunda değil. Bakış açısı olarak güncellemek. Her masalcının masalı benimseyip kendi değerlerini katması gerekiyor. Böylece masal, her nesille gençleşiyor. Büyük bir kaza geldi masalların başına, yazıya döküldüler. Öyle olunca da masal evrimleşme, adapte olma kabiliyetini kaybetti.  200 sene önce yazılan Grimm Masalları’nı nesilden nesile, bırakıldığı halleriyle aktarıyoruz. Masallar evrimleşemeyince, yeni çağlara adapte olamayınca etkisini kaybediyor. Masal sözlü bir kültür olduğu için, masalcı, karşısında kim olduğunu görüp ona göre uyarlıyor, köyde anlatan ona göre, şehirde anlatan ona göre. Aynı masalı çocuklara ve yetişkinlere tarzı değiştirerek anlatabiliyorum. Masallar da buna güvenerek hayatta kaldılar. Bütün masalcıların, masal anlatanların bu dünyadaki görevi, masalları hayata, bu çağa, karşısında bulunan insanlara göre uyarlamak, bir daha anlatmak.

“Masallar, hayret etmeyi öğretir.”

Masal buluşmaları için seçtiğiniz temalar ve çağrılarınız da dikkatimi çekiyor. Dönüşüm, tamir olmak, kaybolmak, bulunmak, şifalanmak, ilham almak.. Masallar bize ne yapar?

Benim için masalın en büyük görevi, insanlara bir daha hayret etmeyi öğretmesi. Duyularımızdan yoksunlaşıyoruz. Yediğimiz yemeğin tadını almadığımız, etrafımızdaki güzelliği görmediğimiz, iki taşın arasında çıkan çiçeği fark etmediğimiz zaman hayatta değiliz. Facebook, twitter akışlarını takip etmekten anın farkında değilsen o an yaşamıyorsun. İlk önce duyularla bağlantı kurmak, koku ne, tat ne? Etrafımızdaki güzelliği fark etmek ve fark edince hayret etmek… Masallar biraz da hayret etme okulu gibi. Bu yüzden onlara çok ihtiyacımız olduğunu görüyorum.

Bu tarif ettiğiniz kendimizden, doğadan, andan ve birbirimizden kopuk zamanlarda, aşk masallarda mı olur anca?

Hayatta aşk var, buna inanıyorum. Masal gerçeklikten çok farklı görünüyor önce. Masalların dünyasına alışınca günlük hayattaki mucizeleri görmeye başlıyoruz. Bana kalırsa masallardaki kadar çok mucize yaşıyoruz gerçek hayatta, sadece fark etmiyoruz. Belki de masallar, bize her gün karşılaştığımız mucizeleri görme alışkanlığı veriyor. Yetişkinler hayret etmeyi de hayal etmeyi de unuttular. Masallar bunun için çok iyi bir disiplin, çok iyi bir egzersiz. Masallara ihtiyacımız var.

(Bu söyleşi, 02.04.2017 tarihinde Yeşil Gazete ‘ de yayınlanmıştır)

İklim değişikliği ile mücadelede kadınlar en önde

Standard

Kaz Dağı ve yöresinde iklim değişikliği konusunda çalışan sivil toplum kuruluşlarının bir araya gelip yenilenebilir enerji kaynaklarının üretimi ve kullanımında birlikte yol almaları amacıyla yürütülen Birlikte Yeşil Enerjiye projesi kapsamında kurulan İklim İçin STK Ağı, bu kez iklim değişikliği ile mücadelede kadının rolünü konuşmak için toplandı.

Projenin yürütücüsü Kazdağı Doğal ve Kültürel Varlıkları Koruma Derneği‘nin Küçükkuyu’daki dernek binasında yapılan yapılan dördüncü yüz yüze buluşma toplantısına Ayvalık, Gökçeada, Bozcaada, Edremit ve Çanakkale’deki çevre örgütlerinden yaklaşık 70 kişi katıldı.

Heinrich Böll Stiftung Derneği Proje Koordinatörü Menekşe Kızıldere’nin konuşmacı olarak katıldığı toplantıda, iklim değişikliği ve  toplumsal cinsiyet eşitliği ilişkisi, adalet mücadelesi ve kadınlar, iklim değişikliği mücadelesinde kadınların öncülüğü konuları tartışıldı.

İklim değişikliği, iklim ekonomisi ve enerji konuları üzerinde çalışan Menekşe Kızıldere,  dünyanın her yerinde adalet mücadelesinde kadınların sesinin daha güçlü çıktığını söyleyerek bunu iklim mücadelesi üzerinden örneklendirdi:

“Ekoloji mücadelesinin kitleselleştiği olayların başında sayılan, 1700’lü yıllarda Hindistan’da yaşanan ağaca sarılma eyleminin başında kadınlar vardı. O dönemin hükümdarı ağaçları kesip sarayına odun yapmak istiyordu, bir kadın çıktı ve ağaca sarıldı. Donald Trump’ın ABD Başkanı seçilmesinden sonra kadınlar sokağa çıktığında dile getirdikleri konulardan biri de iklim değişikliğiydi. Kadınların sesi iklim değişikliği mücadelesinde çok güçlü ve önemli.”

Doğa doğadır, kadın da kadın  

Menekşe Kızıldere, doğaya ve kadına annelik üzerinden rol biçilmesini eleştirdi:

“Doğayı ‘ana’ olarak görüp sürekli üretebilen ve tüketilebilir kabul eden erk düşünce var. Doğanın ve kadının ne olacağına kimse oturup karar veremez. Doğa doğadır, kadın da kadındır. Doğanın ‘analık’ gibi üretkenlik üzerinden bir rolü yok. Doğayı analaştırıp üretkenlik üzerinden yüceltme arzusu var fakat doğanın limitleri var. Doğanın limitlerinin verdiği tepkilerden biri de iklim değişikliği.”

İklim değişikliğiyle mücadele, toplumsal cinsiyet eşitliği olmadan düşünülemez’

İklim değişikliği ve toplumsal cinsiyet eşitliği ilişkisi üzerine son yıllarda artan çalışmaların, cinsiyet adaleti olmadan iklim adaletinin olmayacağını savunduğunu anlatan Menekşe Kızıldere, gender – washing yanıltmasına da dikkat çekti:

“Genelde çok uluslu büyük şirketlerin kullandığı “Green – wash” diye bir yöntem var, yeşil yıkama. Bir projeye hem sosyal sorumluluk ayağı katarlar, hem de çevre ayağı. Müthiş çevre projesi gibi gözükür ama aslında çevreye bir katkısı yoktur. Toplumsal cinsiyette de bu durum var, gender – washing diye biliniyor. Vitrine kadınları koyup, kadınlara rol vermeyip, kararların yine erk tarafından alınması, önemli tehlikelerden biri.”

“İklim değişikliğinde artık geri dönüşü olmayan noktaya geldik. İklim değişikliğini durduramayız, sadece adaleti sağlayabiliriz artık. Adalet için de eşitlik gerekli. İklim değişikliği mücadelesinde de adaleti kadınlar sağlayacak. Gezegeni kadınlar kurtaracak.”

Yerel mücadelede de kadınlar hep önde 

Toplantının forum bölümünde, iklim değişikliği ve kadın ilişkisi yereldeki mücadeleden örnekler üzerinden konuşuldu.

Kısacık Altın Madeni ÇED toplantısı

Kaz Dağları’nın Evciler, Güzelköy, Koşuburnu köylerinden Çanakkale’nin Çan ilçesindeki Karadağ ve Dondurma köylerindeki altın madeni mücadelesinde, Çırpılar termik santrali ÇED toplantısının protestosunda kadınların öncü ve etkili olduğu anlatıldı.

Çırpılar Termik Santrali ÇED toplantısı

Karadağlı kadınlar Çanakkale’de altın madeni eyleminde

Son toplantı 8-9 Nisan’da Küçükkuyu’da 

İklim İçin STK Ağı’nın son yüz yüze buluşma toplantısı “İklim Değişikliği ile Mücadalede Strateji Planı Önerileri” başlığıyla 8-9 Nisan‘da Küçükkuyu’da dernek binasında yapılacak. Şükrü Kaygusuz, Özgecan Kara, Ümit Şahin, Mert Altıntaş ve Ayşe Bican’ın da katılacağı toplantıda grup çalışmalarıyla, projeye dahil olan tüm STK’ları kapsayan ortak bir strateji planı çıkarılacak.

Derneğin enerjisi artık güneşten

Birlikte Yeşil Enerjiye projesinin İklim için STK Ağı’nın kurulmasının ve yüz yüze buluşma toplantılarının yapılmasının yanı sıra hedeflerinden biri olan yenilenebilir enerji üretimi için kooperatif gibi örgütlenme modellerinin kurulmasının teşvik edilmesi yolunda da ilk adım atıldı. Kazdağı Doğal ve Kültürel Varlıkları Koruma Derneği’nin çatısına, 3 kW’lık güneş paneli kuruldu. Derneğin aydınlatma, ses, elektronik cihazları için ihtiyaç duyduğu enerji artık bu panellerden sağlanıyor. Panelin bir benzeri, Küçükkuyu Belediyesi anaokulunun bahçesine de kurulacak.

( Bu haber, 30.03.2017 tarihinde Yeşil Gazete ‘ de yayınlanmıştır. )

Dina kadınlarından kadınlara şarkılar

Standard

Mitolojide, dünya yaratıldığında insanlara yetmiş dilde konuşmayı öğreten melek diye bilinen Dina’dan geliyor isimleri.

Fotoğraf: Şebnem Göksel Özer

Dünyanın farklı yerlerinde, farklı zamanlarda benzer hisleri, aşkı, acıyı, sevinci, kederi, gitmeyi, özlemi,  bir şeyleri değiştirebilme cesaretini yaşayan kadınların sesini ve sessizliğini saklayan ezgileri paylaşıyor Dina Ensemble, şarkıların arasına ‘kadın’la barış’ dileğini katıp sokağa çıktığından beri.

Farklı kültürleri müzikle anlamak,  dil, din, ırk, cinsiyet farkı üzerinden çizilen sınırların ötesinde bırakılanlara enstrümanla dokunmak, kadın cinayetlerine, tacize, şiddete, toplumsal cinsiyet düzenine, baskıya, ayrımcılığa karşı müziğin iyileştirici, birleştirici gücüyle ses çıkarmak, o sesi çoğaltmak için Çanakkale’de buluşan kadın müzisyenlerin yaşadığı ve anlattığı, yine kadının hikayesi…

Fotoğraf: Mehmet Şakir Arslan

Çiğdem Ergun Güvenç, Feryal Günal, Dilan Özgün, Tuğçe Temir, Aslıgül Şahiner, Bircan Katırcı ve Zerin Uydu ile yoluna devam eden Dina Ensemble, iki yıl önce, 8 Mart Dünya Kadınlar Günü‘nde Çanakkale’deki kadın yürüyüşünden sonra ilk kez sahneye çıktığından bu yana, sokakta, dayanışma buluşmalarında, kadın eylemlerinde ve davet aldıkları konserlerde buluşmayı sürdürüyor kadınlarla.

Fotoğraf: Semra Canbulat

Türkçe, Zazaca, Gürcüce, Rumca, Lazca, Makedonca, Ermeni, Azeri ve Ladino dillerinde söylenen şarkılarla ortaklaşıyor hikayeler, diller, hisler, yan yana…

Fotoğraf: Mehmet Şakir Arslan

Bir de geçen 8 Mart’ta, kadınları sokağa çağırmak, erkeklere her yerdeyiz ve canımız nasıl isterse öyle yapar, öyle yaşarız demek için şarkı yaptılar, “Çık sokaklara”.

Dina kadınları bu yıl da sahnedeydi 8 Mart’ta. Çanakkale’de, Ece Ayhan Evi’ndeki‘Kadınlardan Kadınlara Şarkılar’ konseri öncesi, sayıca gittikçe artan dinleyicilerini şu sözlerle selamladılar: “Dünyanın yarısını oluşturan, yaratan, üreten, eyleyen,  emek veren biz kadınların günü.  Yüzyıllardır susmamız, oturmamız, boyun eğmemiz, hayatı seyretmemiz istendi. Bugün her yerde olduğumuzu, her şeyde emeğimizin olduğunu, yaşamı, umudu, hayal etmeyi, dayanışmayı bırakmadığımızı, susmadığımızı, boyun eğmediğimizi  bir kez daha hatırlamak ve hatırlamak için bir aradayız.”

Fotoğraf: Mehmet Şakir Arslan

“Ne çiçeğim ne de ‘bağyan’, kadınım ben ayan beyan. Tutkun aşkın sende kalsın, çek elini hayatımdan” diye başlayan, kadınların çok sevdiği şarkıları Çık Sokaklara ile onları bağıra çağıra sokaklara çağıran Dina Ensemble, Yeşil Gazete aracılığıyla, Dina’nın ve kadınların müzikte, sokakta, her yerde olduğunu ve olmaya devam edeceğini bir kez daha vurguladı:

“En başından beri söylediğimiz gibi, kadınlar hayatın her alanında ve sanat alanında da yok sayıldıkları halde varlar. Biz yola çıkmadan önce, kadın ve müzisyen olmaktan aldığımız güçle “en iyi bildiğimiz şey müzik yapmak ” diyerek bir araya geldik. Kadın ve sanat mücadelesinin içinde bu duruşla var olmaya uğraştık. Kadınlar bal gibi müzik de yapabilirler. Tüm kadınları bulaşıkları bir kenara bırakıp çalgı çalmaya davet ediyoruz. Yaşasın kadın, yaşasın müzik.

(Bu yazı, 11.03.2017 tarihinde Yeşil Gazete ‘de yayınlanmıştır.)

Sinema ve Dansın buluştuğu festival: SinemaDansÇanakkale

Standard

Dansın ve sinemanın işbirliğinden doğan dans filmleri hakkında farkındalık yaratmak,  film üreten sanatçılar, dansçılar için yeni bir alan açmak,  dans filmlerine ilgi duyanları dünyadan güncel ve farklı yapımlarla buluşturmak için üç yıl önce Ankara’da başlayan SinemaDansAnkara Dans Filmleri Festivali, yolculuğuna Çanakkale’de devam ediyor. 3-5 Mart tarihleri arasında Çanakkale’de ilk kez düzenlenecek olan dans filmleri festivali, film gösterimleri,  film atölyesi, söyleşiler, dans fotoğrafları sergisi ve dans gösterileriyle dolu programıyla, dansın farklı hallerini şehre taşımaya hazırlanıyor.

Ankara Goethe Enstitüsü, Ares Film, Israil Büyükelçiliği, Cinedans, Tanzrauschen e.V. Wuppertal, Mahal Sanat, ve Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi işbirliği ile gerçekleşecek  SinemaDansÇanakkale – Dans Filmleri Festivali’nin açılışı,  3 Mart Cuma akşamı saat 19.30’da,  Mehmet Şafak Türkel’in yönettiği “Tutku: Meriç Sümen” adlı belgeselle yapılacak. Gösterime, baleyi tutku olarak tanımlayan ve baleyle hikayesi bu belgeselle beyaz perdeye taşınan dünyaca ünlü bale sanatçısı Meriç Sümen de onur konuğu olarak katılacak.

Festivalin ikinci günü, Tomer Heymann’ın yönettiği, İsrail modern dansının önde gelen isimlerinden dansçı ve koreograf Ohad Naharin’in hayatını ve geliştirdiği Gaga hareketini konu alan İsrail yapımı Mr. Gaga adlı belgesel gösterilecek.

Türkiye yapımı dans filmlerinin yanı sıra Amsterdam’da düzenlenen Cinedans Festivalinde gösterilmiş olan uluslararası dans filmleri ve Tanzrauschen Wuppertal Alman filmleri seçkisi ile İtalya Coorpi seçkisi de  Çanakkale  izleyicisi ile buluşacak.

Öğrenciler dans filmi çekecek

Festivalde ayrıca, Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Radyo, Sinema ve Televizyon bölümü ve Oyunculuk bölümü öğrencileri ile dans filmi atölyesi yapılacak. Üç gün sürecek atölye çalışmasında, aynı zamanda festival yönetmeni olan Mehmet Şafak Türkel, sinemanın özel bir türü olarak kabul edilen dans filmleri üzerine bilgi ve deneyimini öğrencilere aktaracak. Çalışmanın sonunda bir dans filmi ortaya çıkacak ve öğrencilerin çektiği dans filmi, 5 Mart Pazar günü izleyicilerle paylaşılacak.

Festivalde gösterilecek Türkiye ve Kıbrıs yapımı dans filmleri, seyircilerin oylarıyla değerlendirilecek. Festival, seyircilerinin seçtiği en iyi filmin ödül töreni ve dans gösterisiyle sona erecek.

Mahal Sanat’ta yapılacak film gösterimleri herkesin katılımına açık ve ücretsiz. Festivale eşlik edecek Dans Fotoğrafları Sergisi, festival boyunca yine Mahal Sanat’ta gezilebilecek.  

“Dans filmleri festivalinin hareket etmesi heyecan verici”

Üç yıldır Ankara seyircisiyle buluşan dans filmleri festivalinin Çanakkale’ye gelmesine aracı olan dansçı Esra Yurttut, dans filmleri festivalinin kentle buluşmasını “Dans filmleri festivalinin yapılıyor olması ve Çanakkale’ye gelmesi, bu vesileyle dans filmlerinin taşınıyor olma ve yayılma potansiyelinin ortaya çıkması çok kıymetli.  Dans filmi atölyesine katılacak öğrencilerin bu alana yönelmesi, dans eden insanların projelerinde bu konuda da hayaller kurarak ilerlemesi ihtimalleri çok önemli ve mutluluk verici. Dansın ilham veren, dönüştüren etkisi, festival seyircisi için de çeşitli başlıklar açacaktır. Bu deneyimi ve etkilerini paylaşmayı heyecanla bekliyorum.“ diye değerlendirdi.

( Bu haber, 01.03.2017 tarihinde Yeşil Gazete ‘de , 03.03.2017 tarihinde BirGün Gazetesi ‘nde yayınlanmıştır. )

Kazdağı STK’ları iklim için buluştu, ‘Birlikte Yeşil Enerjiye’

Standard

Kazdağı Doğal ve Kültürel Varlıkları Koruma Derneği’nin yürüttüğü “Birlikte Yeşil Enerjiye” projesinin hedeflerinden biri olan iklim değişikliğiyle birlikte mücadele için, Kazdağı ve yöresindeki sivil toplum kuruluşları bir araya geldi. Proje kapsamında, iklim değişikliği konusunda çalışan STK’lar arasında bir ağ oluşturmak üzere planlanan yüz yüze buluşmaların ilki, derneğin Küçükkuyu’daki binasında, Çanakkale, Edremit, Bozcaada, Akçay, Altınoluk ve Ayvalık’ta çevre konusunda çalışan sivil toplum kuruluşlarından yaklaşık  50 kişinin katılımıyla gerçekleşti.

İklim için STK ağı

Birlikte Yeşil Enerjiye projesi, iklim değişikliğiyle mücadele eden STK’lar arasında ağ oluşturarak farkındalık yaratmayı, yenilenebilir enerji üretimi ve kullanımı konusunda bilinç yükseltmeyi amaçlıyor. Birleşmiş Milletler Kalkınma Projesi – Küçük Hibeler Fonu tarafından desteklenen projenin ortakları arasında Küçükkuyu Belediyesi, Ege ve Marmara Çevre Belediyeler Birliği, Genç Troya Derneği ve Yeşil Düşünce Derneği yer alıyor. Proje kapsamında oluşacak İklim İçin STK Ağı ‘nın katılımı ile yapılacak yüz yüze buluşma toplantılarında, iklim değişikliğine neden olan etmenler, örgütlenme ve savunuculuk, sivil itaatsizlik, kadının mücadeledeki rolü başlıkları konuşulacak. Nisan ayının ortasında son bulacak toplantılardan  ortak bir strateji planı çıkarılacak.

stk

Projeyle ilgili diğer ayrıntıları, Kazdağı Doğal ve Kültürel Varlıkları Koruma Derneği Başkanı Süheyla Doğan anlattı: “Yenilenebilir enerji kaynakları ve enerji verimliliği, alternatif enerjiler konusunda bir çalıştay yapacağız ve derneğimizin bahçesine, model olması açısından güneş enerji sistemi kuracağız. İnternet sitemizden İklim İçin STK Ağı’na dahil olan tüm STK’ların iletişim bilgilerine, projeyle ilgili gelişmelere, yüz yüze buluşmalardan çıkacak sonuç kitapçıklarına ulaşılabilecek.”

Projenin diğer hedefi, enerji kooperatifçiliğine özendirmek

Süheyla Doğan, sözlerine şu çağrıyla devam etti: “İklim İçin STK ağını genişletmek için özellikle doğa koruma konusunda çalışan STK’ları projeye davet ediyoruz. Birlikten güç doğar. Projenin, enerji kooperatifleri ile ilgilenenleri mevzuat hakkında bilgilendirmek, bununla ilgili engeller ve nasıl aşılabileceği konularında çalışma yapmak, yurt dışında enerji kooperatifleri yerel yönetim uygulamalarını ziyaret edip inceleyerek, bu bölgede de bir enerji kooperatifi kurmanın adımlarını atmak hedeflerine birlikte ulaşalım istiyoruz.”

stk-suheyla-dogan

(Süheyla DOĞAN)

Proje kapsamındaki yüz yüze buluşmaların ilki, “Kazdağı ve Yöresinde İklim Değişikliği’ne Neden Olan Etmenler” başlığı altında, İklim Bilimci Prof. Dr. Murat Türkeş, Ziraat Mühendisi Hicri Nalbant, Doktor İlhan Pirinçciler’in konuşmacı olarak katılımıyla gerçekleşti.

İklim değişikliğinin olumsuz etkilerini, Kazdağı dengeler

Prof. Dr. Murat Türkeş, Kazdağı ve yöresinde gözlenen ve beklenen iklim değişikliğini, bölgenin coğrafi koşullarını, bugünkü ekosistemini, toprak – su dengesini, sıcaklık, nemlilik, yağış rejimlerini haritalarla destekleyerek açıkladı: “İklim değişti, kışlar çok ılık ve az yağışlı, yazlar çok sıcak, bazen çok yağışlı oldu. Kazdağı ve yöresi, iklim değişikliğinden çok etkilenecek alanlardan biri. Buharlaşma, yağıştan fazla ve bu da yıllık su açığı olduğu anlamına geliyor. Bu bölge bir kış yağış almazsa kuraklık iki yıl sürebilir. Yaz kuraklığı da düşünülünce bir damla su bile çok yaşamsal ve önemli. İklim değişikliği Kazdağı’nı olumsuz etkiler. Kazdağı’nın üzerinde yaptığımız bütün olumsuzluklar da Kazdağı’nın olumlu etkilerini en aza indirger. Kazdağı bir bütün halinde korunursa iklim değişikliğinin olumsuz etkilerini dengeler. Altın madenciliği, termik santraller ve ağır sanayi, bu dengeyi bozuyor. Kaz Dağları’nın metalik madenciliğe ve termik santrallere verecek suyu yok.

(Hicri Nalbant – Prof. Dr. Murat Türkeş – Dr. İlhan Pirinçciler)

Lapseki’nin kirazı, şeftalisi, termik tehdidinde

Ziraat Mühendisi Hicri Nalbant, yöredeki tarımın iklim değişikliğinden nasıl etkilendiğini anlatırken, Çanakkale ve çevresinde planlanan termik santrallerin tarımsal üretime verdiği zararlara dikkat çekti: “Karabiga bölgesine 18 bin megawatt termik santral kurma çalışmaları var. Bir kısmı planlandı, bir kısmı ÇED aşamasında. ÇED iptalleri için davalar açmaya ve mücadeleye devam ediyoruz. Termik santrallerin baca gazları çok uzak mesafelere yayılıyor. Asit yağmuru olarak ormanların, su kaynaklarının, tarım alanlarının üzerine yağıyor. Termik Santrallerden enerjiyi dışarıya dağıtan yüksek gerilim hatları, tarım alanlarının, meyve bahçelerinin üzerinden geçiriyor. Çanakkale’nin tarımı bundan etkilenmeye başladı. Lapseki’de dünyanın en değerli nektarini, şeftalisi, kirazı üretiliyor. Çiftçiler para da kazanıyor bu topraklardan ama şimdi, kendilerine göre iyi paralarla, köprü inşaatı için topraklarını satmaya başladılar. Çanakkale’de tarımı bekleyen bir diğer büyük tehdit de bu, tarım toprakları hızla el değiştiriyor.

“Çan halkı kirli hava soluyor”

Birlikte Yeşil Enerjiye projesinin destekçilerinden olan İda Dayanışma Derneği’nin yönetim kurulu başkanı Dr. İlhan Pirinçciler, temiz hava en önemli insan haklarından biridir diyerek kirli havanın iklim değişikliği ve insan sağlığı üzerine etkilerine değindi: “Çanakkale Yenice’ye, Karabiga’ya, Çan’a yapılmak istenen kömürlü termik santraller bize uzak diye kimse düşünmesin. Çanakkale, neredeyse yılın tamamı rüzgar alan bir boğaz kenti. Santrallerde yılda 3,5 milyon ton kömür yakılacağı ve çıkacak küllerin en az 50 kilometre alana uçuşacağı gerçeği düşünülürse, bu hava kirliliği, hipertansiyon, migren, kalp damar hastalıkları, kronik nefes hastalıkları ve psikolojik sorunlara sebep olacaktır. Çan Termik Santrali bunun en somut örneklerinden biri. Raporlar, Çan’da yaşayan insanların yılda en az 270 gün kötü hava soluduğunu gösteriyor.”

İklim için STK Ağı’nın diğer yüz yüze buluşma toplantıları konuları ve konuşmacıları şöyle:

Gönüllülük, Sorumluluk, Örgütlülük: Uygar Özesmi – 25 Şubat Cumartesi ( Çanakkale)

Şiddetsiz İletişim, Sivil İtaatsizlik, Savunuculuk: Eylül Özyürek, Pınar İlkiz – 11 Mart Cumartesi (Ayvalık)

İklim Değişikliği ile Mücadele ve Kadının Rolü: Menekşe Kızıltepe – 25 Mart Cumartesi – (Küçükkuyu ya da Bozcaada)

İklim Değişikliği İle Mücadele İçin Strateji Planı Önerileri: Ümit Şahin, Mert Altıntaş, Güneşin Aydemir. 8-9 Nisan- (Küçükkuyu)

(Bu haber, 20.02.2017 tarihinde Yeşil Gazete ‘de yayınlanmıştır.)

 

Bu bahçeye çocukların eli değdi! Toprağa üreterek mutlu olmanın sevinci, bereketi sindi

Standard

Şehrin içinde bir okul bahçesi… Tenefüs ziliyle sınıftan fırlayan çocukların neşeli sesleriyle doldurmasına, beton zemininde top ve birbirlerinin peşinden koşturmalarına aşina olduklarımız gibi… Bu bahçeyi diğerlerinden ayıran özelliği, içinden sevgi, emek, heyecan, merak, iş birliği geçen  “organik tarım çalışmaları” köşesi.

dsc_1676

Çanakkale Şinasi ve Figen Bayraktar Ortaokulu‘nun rehber öğretmeni Gülşah Çırnaz’ın bir süredir aklındaydı griye bakan okul bahçesinin yüzünü öğrencilerle birlikte yeşile döndürme fikri. Teknoloji Tasarım Öğretmeni Tülay Pehlivanlı‘nın derste çocuklarla birlikte, yedikleri bir meyveyi çekirdeğinden üretmeyi deneyeceklerini duyunca, bu iki fikir acaba birleşebilir mi, dedi. Destek alınca başladı toprak, tohum ve çocuğun okulda buluşma hikayesi…

kurek

Okul bahçesinin bir kenarında üzerini ot ve molozların kapladığı boş bir alan vardı. Çocuklar eline kazma küreği aldı, Çanakkale Belediyesi’nin de yardımıyla otlar ve moloz yığını temizlendi, ortaya tertemiz toprak çıktı. Toprağın analizi yapıldı, ekilen tohumlar tutardı!

dsc_0994

Tohumların organik olmalıydı. Gülşah Öğretmen, İl Tarım Müdürlüğünü aradı, süreci anlattı. ‘Çok güzel  fikir, biz de böyle bir okul arıyorduk.’ cevabını alınca bundan sonrası birlikte planlandı. Hangi ürünler dikilecek, nasıl yetişecek? Çocuklar haberdardı okul bahçesinde organik tarım yapacaklarından. Tüm sınıflardan gönüllü öğrenciler toprağı çapalayarak işi öğrenmeye koyulmuştu çoktan. Tohumların toprakla buluşma vakti geldiğinde heyecanla ‘bahçenin’ başında toplandılar.

dsc_1065

Bu işte herkesin eli var

Toprağa keçi gübresi karıştırıldı. İl Tarım Müdürlüğü yetkilileri ve ziraat mühendisleri, çocuklara tohumların nasıl ekileceğini, nasıl sulanması gerektiğini anlattı. Organik tohumlar ve fideler çocukların ellerinden özenle, sevgiyle toprağa karıştı.

cocuk

Marul, roka, maydanoz, tere, soğan, salatalık, karpuz, çilek, fasulye, börülce ve patlıcan. Şimdi geriye güzelce ve yeterince su vermek, gün gün nasıl büyüyeceklerini izlemek, bahçeyi bürüyecek yeni otları gözlemek kalmıştı.

buyume

Sosyal medya aracılığıyla bahçeden haberdar olup çocukları bahçede izlemek, anlatacaklarını dinlemek için okula gittiğimde, Hazirandı. Karşımda küçük alanı özenle bölümlere ayrılmış ve her birinde başka bir sebze büyüyen, bu haliyle kocaman gözüken bir bahçe vardı! Nisan ayında toprağa kavuşan tohumlar, fideler büyümüş, bahçeden toplanan kabaklardan yapılan mücverden bana bile düştü.

13445359_10154377850548777_6892279543285133157_n

Akşamüstüydü ve bahçenin sulanması gerekiyordu. Çocuklar ve Gülşah Öğretmenleri kocaman bir hortumla her bir kökü özenle suladı. Bir yandan okulun artık yaşayan yemyeşil bir bahçesinin olduğunu, çocukların sorumluluk aldığını, hatta sulama ve çapayı ilk zamanlar kendisi yaparken artık onların takip ettiklerini anlatan Gülşah Öğretmenin bu işten keyfi yüzüne yansımıştı. Bahçe fikrini ilk ortaya attıklarında okul yönetiminden çok destek aldıklarını ancak bazı eğitimcilerin “Olmaz bu iş, kırarlar, sorumluluk alamazlar, zarar verirler. Kendini boşa yorma” gibi yaklaştığını anlattı.

16684381_10154965484516585_5854840480077078514_n

İyi ki denediler, toprağı çok sevdiler

Tüm bunları çocuklara söyleyerek, onları ikaz ederek değil uygulayarak, yaşayarak görmeleri gerektiğine inanıyordu ve her şeye rağmen vazgeçmedi: “En kötü ihtimal kırarlar, tohumlar tutmaz, ürün vermez, böceklenir ama en azından denedik ve olmadı deriz. Denemeden olmadı demek bana çok mantıklı gelmiyor. Şimdi herkes çok mutlu, sonuçtan oldukça memnun. Bahçeyle ilgileniyor, fikir veriyorlar. Hatta bugün yedikleri mücverin bahçeden olmasına çok şaşırdılar.”

16681866_10154965479511585_8839109274931460652_n

Gittiğimde okulların son haftasıydı ve bahçelerinden bir süre uzak kalacak olmanın burukluğunu yaşayan çocukların nöbetleşe gelip sulamaya devam edeceklerini söylemeleri, emeklerini sahiplenmelerine kanıttı. Bahçeye okuldan olduğu gibi mahalleliden de ilgi vardı. Yoldan geçerken çocukları bahçede görüp izleyenler, böyle sulanmaz, bak çapa böyle yapılır diye eline alıp gösterenler de imecenin parçasıydı.

img-20160531-wa0010

Bahçenin küçük ellerinden Ece Su, Ege, Arda, Büşra, Muhammed, Egemen, Elif, Ahmet, Yaren ve Umut ile konuştuk üretmenin, toprağa değmenin, birlikte emek vermenin, ektiklerinin büyümesini izlemenin, yemenin ve tüm bunların okulda olmasının onlar için ne ifade ettiğini. Hislerini ve deneyimlerini öyle bir tarif ettiler ki…

16730682_10154965481126585_5198171758475741072_n

“Mutluluk geldi üstüme elim toprağa değince.”

“Roka ekerken çok eğlendim, tohumları saçtık toprağa, ezdik. Teyzem pazarcı, bizde de roka vardı. Nasıl olduğunu bilmiyordum, zormuş.”

“Babam köyde hep yapıyordu bu işleri, ben hiç yapmıyordum. Top oynuyordum, babam da elletmiyordu. Burada otları koparırken elim ilk defa toprağa eğdi ve çok mutlu oldum. Sulama ve çapa yapmayı öğrendim. Artık ona yardım ederim”.

dsc_1775

“Tükettikçe mutsuz olacağımıza ürettikçe mutlu olduk.”

“Bu etkinlik bütün okullarda yapılmalı. Ortaokulla ilgili güzel bir anımız oldu. Okula bir iz bıraktık. Beton duvarların arasında yaşayanlar, toprakla hiç tanışmayanlar var. Toprakla tanışmaları gerek. Anlayacaklar, toprak çok güzel bir şey.”

“Çocuklar bilgisayarda tarım oyunları oynuyorlar. Aslında bunları yapsalar daha çok hoşlarına gideceğine eminim. Özlerine dönmüş olacaklar. Geçmişte atalarımız böyle yaparmış, kendileri ekip kendileri biçermiş.”

16649299_10154965483996585_3597653270836208759_n

“Her zaman tüketici değil, biraz da üretici olmak iyidir.”

“Alırken para veriyoruz ya, çiftçiler daha çok paraya satmak isteyince biz de almıyoruz. Şimdi biz çok özen gösteriyoruz, satsak biz daha da çok paraya satarız, kıyamıyoruz.”

“Toprakla uğraşmak çok güzel bir duygu. Köydeki insanları anladık, onlarla empati yaptık. Hazır alınca çok kolay olduğunu düşünüyoruz ama zorluklarını da görmüş olduk.”

dsc_1965

“Bir canlının büyümesi, onu gözlemlemek heyecanlı.”

“Kendi ürettiğimizi yemek daha tatlı. Biliyoruz nasıl olduğunu, satın almaya benzemiyor. Bugün yedimiz mücver çok lezzetliydi. İlk başta, daha bu bahçe olmadan önce, ben fazla olmayacağını düşündüm toprağa değer vermeyenler varsa okulda diye. Bir ay sonra baktım bozulmamış, demek okulda saygı varmış.”

“Gülşah Öğretmenimiz ilk gelip söylediğinde dersten yırttık sandık, sevindik. Diktikten sonra güzelleşmesini sağlamak için toplandık, çalıştık. Herkes çok uğraştı. Böyle şeylerle ilgilenmek huzur verici.”

dsc_0015

 “Doğada olmak daha iyi oluyor, insan daha iyi öğreniyor.”

“Köyde çalışıyordum, alışkındım, çok özlemişim. Buradaki farklıydı, orada her yer ağaçlık tarla, burada arkadaşlarımızla yaptık ve betonların arasında.”

“Bitkilere nasıl davranacağımızı öğrendik. Onların  da bizim gibi duyguları olduğunu. Bir arkadaşımla tartışmıştım, birlikte bahçede iş yaptık, barıştık. Saygıyı ve sevgiyi öğrendik. Epey merak ediyorum büyüdü mü diye, gurur duyuyoruz. Devam etmek istiyoruz.”

dsc_0052

Çocukların birbirlerinin sözlerini tamamlayarak anlattıklarını kocaman bir gülümsemeyle dinleyen rehber öğretmenleri Gülşah Çırnaz, çocukların kendi aralarındaki iletişimin değiştiğine, sınıftan çıkmayanların sosyalleştiğine, bazı derslerde başarısız olanların bahçede ürettikçe kendilerini daha iyi hissettiğine, onlara farklı bir alan açılmasının önemine vurgu yaptı:

Toprağın birleştirdikleri

“Sınıfta birbirlerine bağırarak bir şeyler anlatırken bahçede, zarar vereceksin dikkatli ol, hortumu oradan taşıma böyle taşı, çapayı yanlış yapıyorsun şöyle yap gibi konuşmalar başladı. Bilenler bilmeyene gösterdi. Birlikte yapıldı her şey ve iletişim değişti. Benim için de öyle, onlara daha yakın hissediyorum kendimi, bizi toprak birleştirdi.”

toplu

“Çocuklar kendiliklerinden anlattı, özümüz toprak. Benim çocukluğum da toprağın içinde geçti. Dört duvar arasındaki eğitime karşıyım. Daha çok doğaya çıkmalı, toprakla iç içe olmalı. O anlamda da iyi geldi  burada toprağa dokunmak. Buna ihtiyacımız var. Çocukları da tohum gibi görüyorum, biz toprağın suyunu, güneşini ne kadar iyi verirsek, o da iyi ürün verecek. Çok klasik bir laf belki ama ne kadar doğru,  yaşayarak görmüş olduk. Amacımıza ulaştığımızı düşünüyorum.”

kolajj

Bahçe ilham versin herkese

Bu işin bir imece sonucu oluştuğunu, emeği geçen okul yönetimine, çalışanlarına, öğretmenlere, mahalleliye, köylülere, ziraat mühendislerine, belediyeye, il tarım müdürlüğüne ve öğrencilere teşekkür borçlu olduklarını ifade eden Çırnaz, bahçenin diğer okullara da ilham vermesini diledi: “Okul bahçelerine beton döküyorlar. Çocuklar betonda koşuyor, düşünce canları acıyor. Toprak alanlar artmalı okullarda. Biz yapabildik, umarım duyanlara umut verir bahçemiz ve onlar da yapabilirler ilkbaharda.”

se

Çocuklar bahçelerine geçtiğimiz kasım ayında kışlık ıspanak, roka, soğan, pazı ekti. Sabırsızlıkla baharı bekliyorlar şimdi. Kompost yapmak, kuşlar için ev boyamak, damlama sulama sistemi oluşturmak, takas şenliği, bahçenin ikinci bahar planları arasında. Çocuklar umut da ekecekler hepimiz için elleri değdikçe toprağa, tohuma… Sevgiyle, birlikte ve ulaşması temennisiyle kurda, kuşa, aşa..

(Bu yazı, 12.02.2017 tarihinde  Yeşil Gazete ‘de  yayınlamıştır.)

Ressam Cemil Onay: ‘İnsan isterse bir adada dünya yaratır’

Standard
Ressam Cemil Onay: ‘İnsan isterse bir adada dünya yaratır’

Cemil Onay’ı Bozcaada halkı yıllardır tanıyor. Evlerinde, bahçelerinde onun yaptığı resimleri, heykelleri saklıyor, olur da elinde tuvaliyle bir koyda, bağda, bahçede görürlerse kolaylık diliyor. Son yıllarda adaya gelenlerse ismini duvarlara çizdiği şahane resimlerden biliyor. Sırf fotoğraf çektirmek için sokak sokak o resimleri arıyor. Ressam Cemil Onay adanın resim öğretmeni. Adayla artmış renkleri, çizgileri. Adanın rüzgarı estikçe, kargalarını dinleyip hikayeler öğrendikçe resmetmiş hissettiğini. Sergisini gezen adalı bağcılardan biri, Hocam sen bizim adanın rüzgarını çizmişsin demiş. “Rüzgarı boyayan adam” kalmış o vakitten beri ismi. Resim tutkusu çamurdan gelirmiş. Fırçayı bırakan elleri çamura bulanır, neşeli heykellere ilham olurmuş lodosun getirdikleri. Masal gibi anlatır, oyun gibi çağırırmış sergilerine izleyenleri. Cemil Hocamızla buluştuk adada lodosun estiği günlerden biri. Şöhreti anakarayı saran resimlerini, bununla ilgili hislerini, adada olma halini, sergilerini, ada duvarlarına çizmek istediklerini konuştuk. Göz Kırpan Kızın tılsımına mahzar olduk.

Bozcaada’nın köşe başlarını hikayeler tutuyor ya, Cemil Onay’ın hikayesi ne zaman, nasıl başladı adayla?

Tayinle geldim adaya. 19 yıldır resim öğretmeniyim burada. Malatya’da çalışıyordum, eşdeğer yer burasıydı. Baştan korktum ama sonra Özcan Germiyanoğlu ile tanıştım ve bu resim hayatımı güçlendiren bir şey oldu. Rengigül Sanat Galerisi’ni bilinen, İstanbul’da konuşulan bir galeri haline getirdik beraber.

Bozcaada’nın sokaklarını Göz Kırpan Kız, Kanatlar, Kediler diye tarif eder, yürürken duvarlarda resim arar olduk.

Resimlerimin o duvarlarda, gizli yerlerde olması bilinçli, benim tercihim. Sanatı fazla göze sokmayı sevmiyorum. Tuvaletin duvarına resim yapsam herkes görecek, Göz Kırpan Kızın önünden geçip görmeyenler var. Gizli olması hoşuma gidiyor. Eşim görmüş, dört kız gece saat on birde bulmuşlar, bütün gün aramışlar. Gelibolu’dan Göz Kırpan Kız için geldik diyenler var. Beş resim daha yapacağım. Onlar da gizli yerlerde olacak. Tam kilisenin karşı köşesine beyaz kanatlı bir martı, göz kırpan kızı bir de yandan görünüşlü yapmayı düşünüyorum. Bağ evinin duvarına da bir resim yapacağım. Salhane’ye giderken kayalardan birini de heykel yapmak var aklımda. Sokakların böyle anılması, resimlerin aranması, esnafla gelenler arasında değişik, samimi diyaloglar kurulması hoşuma gidiyor.

Duvar resimlerinizin bu kadar ilgi göreceğini, ünlü olacağını tahmin eder miydiniz?

‘Göz Kırpan Kız’ı tahmin ediyordum, kargayı da, diğerleri daha anlatımlı şeyler olduğu için ciddi kaldılar. Selfie diye bir gerçek var ve insanlar resme dahil olmak istiyorlar. Karga kanatlarını çekip kanatlarım var ruhumda şarkısıyla, şiirlerle paylaştılar. Göz Kırpan Kız, asma saçlı. Her mevsim saçları değişiyor. Sonbaharda kırmızıydı saçları, şimdi döküldü. Baharda açık yeşil çıkacak, sonra koyu yeşile dönüp uzayacak. Adaya sık gelenlerin bunu fark edeceklerini ve paylaşacaklarını biliyordum.

ressam-cemil-onay-insan-isterse-bir-adada-dunya-yaratir-243500-1.İzlediğimiz kadarıyla açılan resim sergileri artıyor Bozcaada’da.

Geçen sene dramatik bir şey oldu. Hayatında ilk kez sergi açan bir kıza sergi açtık, 17 yaşındaydı. Güzel sanatlar lisesini bitirmiş, sergi açabilmek için bir yıl üniversite sınavına bile hazırlanmamış. Bir de hayatında son kez sergi açan birine, Süha Senir’e sergi açtık. Mustafa Dermanlı da buna katkıda bulundu. Süha Dede’nin bir sürü arkadaşı geldi Çanakkale’den, İstanbul’dan. Orada son kez buluşmuş oldular. Açtığım en manalı sergilerden biriydi. İyi ki açmışım, iki sergiyi de açtığım için çok mutluyum.

Çamura ne zaman bulaştı elleriniz?

Altı yaşından kırk yıl sonra tekrar çamurla oynamaya başladım. İlkokulda derste anlatmak için çamurdan yanardağ, Kızılderili, zenci yapardım. Resim yeteneğim çamurdan geliyor. Miskin Atölye’de fırın, çamur ve seramik kursu veren hocalar var, oraya takılmaya başladım. Yalınayak Başı Kabak diye bir konu çıktı ortaya. Heykelden eski çocuk oyunları, yoğurtçular, elma şekercisi, şipşakçılar yaptım. Çok ilgi gördü. Lirik işler, eşi bulunmaz şeyler. Şimdi kendime fırın ve çamur aldım, küçük atölyemde devam ediyorum heykel yapmaya.

unnamed

Miskin Atölye’de yıllar önce tesadüfen gördüğüm yatağın içinde uyuyan şişko adam, çarşaf kıvrımları, sokakta yürüyen sarhoşun yüzündeki keyif beni çok şaşırtmıştı.

Miskin’de öğrendim o teknikleri. Karikatür de çiziyorum ya, o komik ayrıntıları yapabiliyorum. İnsanları böyle kötü günlerde neşelendirmek, güzel şeyleri göstermek, çocukluğuna döndürmek, biraz gülümsetmek başlı başına bir iş zaten.

Oyun mu bunlar aynı zamanda sizin için?

Oyun tabi. Almanya’da benden “Rüzgarı Boyayan Adam” diye bahseden yazı şöyle bitiyordu; “Tanrının çocuklara verdiği en büyük ayrıcalık, oyunları ciddiye almalarıdır. Cemil Onay da oyunları ciddiye alıyor.” O zaman yaşlanmıyorsun, takmıyorsun. Ben bir ara sosyal medya hesaplarımı kapatayım dedim. Bir yanda bombalar patlıyor, insanlar ölüyor, ben de kalkıp komik, şirin resimler sergiliyorum. Sonra bana mesajlar geldi, bizim bunlara ihtiyacımız var diye. Bu ülkeyi sanat, spor kurtarır. Onları çoğaltarak iyi ve mutlu olabiliriz diye düşünüyorum. Bozcaada ile ilgili en iyi cümlem şu herhalde; “insan isterse bir adada dünya yaratır, isterse kocaman bir dünyayı ıssız bir adaya çevirir”. Bu bize bağlı.

ressam-cemil-onay-insan-isterse-bir-adada-dunya-yaratir-243498-1.

Resimlerinizin bazıları Bozcaada’nın sembol köpeği Pakize’den de ünlü müdür dersiniz Cemil Hocam?

(Gülüyor) Yok, Pakize daha ünlü. çünkü o geziyor, karşıya da geçiyor. Duvar sabit. Göz Kırpan Kız selfie çektirmek konusunda birinci olmuş Bozcaada’da. İkinci kıyıya vuran gemi, üçüncü de Pakize. Adanın ünlüleri onlar.

Bozcaada Bizim sosyal medya kampanyasında sizin duvar resimleriniz de çok paylaşıldı. Bir not düşecek misiniz #bozcaadabizim ile ilgili Bozcaada sokaklarına?

Sonuç önemli orada, iyi bir sonuç alındı. İnsanların iyi ve mutlu olmaları için yapabileceğim tek şey resim. Hiç düşünmedim. O zamanın kampanyasıydı ve görevini yaptı. Yeni konular için onu tüketmeyip, bırakmalıyız diye düşünüyorum. Koyların ihalesi iptal edildi, sonuca ulaştı.

ressam-cemil-onay-insan-isterse-bir-adada-dunya-yaratir-243499-1.

Bir de lodos zamanları var Ada’nın, bir de lodosun denizden getirdikleri…

Lodos tahtasıyla dünyada birçok kişi iş yapmış ama adada sanırım ben başlattım. Bir gün pikniğe gittik. Ben orada taşların arasında viking gemisine benzer kocaman bir kütük buldum. Sonra direğini buldum. Denizden gelmiş bir de bez vardı. Bir viking gemisi yaptım. O zaman Çiçek Pastanesi’nin yanında standımız vardı. Orada monte ettim, standa koydum ve hemen satıldı. Biz sonra heyecanla lodostan gelenleri toplamaya, kuklalar, heykeller, oyuncaklar yapmaya başladık. Tezgahta satıcılar, elma şekercileri. Lodosçuluk, doğanın bize akıl öğretmesi. Ağaçlar bize söylüyordu ne yapılacağını, biz sadece birleştiriyorduk. Aynı zamanda lodosçu arkadaşlarımla bir sergi açtık Bozcaada Sanat Galerisi’nin bahçesinde. Haluk Şahin, “Bozcaada’da açılmış en sevimli, en yaratıcı sergi” dedi. İçine Kurt Düşen Şizofren diye çok güzel portrem vardı, büst gibi. Altta onun taşıyıcısı da deniz kurdu girmiş kütüktü. Ressam Tayfur Sanlıman, eğer Rodin bunu görseydi, heykel yontmayı bırakır sahile çıkardı dedi. Lodosçular sergisiyle ilgili duyduğum en güzel iki eleştiriydi. Lodosçular sonra bitti. Stant açmak yorucuydu, her gün stant açmak gerekiyor ama bizim de üretmemiz gerekiyor, dağıldık. Ender çıkıyorum artık lodosa, tek tük yapıyorum yine. Seramikle lodosu birleştirdim. Yamuk yumuk oluyor ya, komik duruyor.

(Bu söyleşi, Bozcaada’nın dergisi MENDİREK‘in 17. sayısında ve Birgün Gazetesinde yayınlanmıştır.
Şahane sohbet için Cemil ONAY hocamıza ve bu buluşmayı sağlayan Birgün Yazarı, Mendirek Dergisi Editörü Mustafa DERMANLI’ya sonsuz teşekkürler…)