Category Archives: Aylin Aslım Röportaj

Şarkıların kanadında yola çıktık Aylin Aslım’la, Zümrüdüanka’nın peşi sıra…

Standard

Kurtlarla koşan kadınlar;
Arkalarında bıraktıkları rüzgarla         1890542_597872400302591_803739158_o
değdikleri hayatları doğaya salar,
kafeste yaşayan kuşları özgür bırakırlar…
Ruhlarındaki kanatlarla o kuşlara katılır,
Kaf Dağı’nın ardına doğru birlikte uçarlar…
Kehanete göre yedi zorlu vadi uzanır önlerinde,
Küllerinden yeniden doğan Simurg’un sırrına erişmeye…
Kıskançlık gölünden aşk denizine, ayrılık vadisine
Hakikat ormanından inkar limanına,
Hırs ovasından bencillik dağına giden yolculukta takılırlarsa eğer;
küllerinden yeniden doğmayı öğrenirler
biraz daha güçlenerek, değişerek, yenilenerek her seferinde…
Özgürleşirler, peşinde oldukları simyayı kanatlarında keşfettikçe
Her vadide biraz daha varırlar kendilerine…

Tesadüf olmamalı “Zümrüdüanka” ismini vermesi son albümüne
Yıllardır birlikteyiz Kaf Dağ’ımıza uçarken sözleri ve müziğiyle…
Güçleniyoruz, anlattığı hikayeler yolumuza kesiştikçe
Aylin Aslım müziğin doğasını ve şifasını dansıyla ruhumuza taşırken sahnede
Bir kez daha karşılaştık geçtiğimiz vadilerle;
Değişen, yenilenen, yenilen, küllerinden yeniden doğarken kanadı da eksilen
Renklerini özleyen, özgürleşen, öğrenen kendimizle…
Varlığımızı kutluyor gibiydik tek başımıza söylerken şarkılarını birlikte o gece…
Vardığı sırrı bıraktı herkes hepimizi bir anda saran müziğe…
Daha mutlu, daha güçlü, daha özgür döndük kendi gökyüzümüze…

Kuliste buluştuk konserden önce…
Balkanlar’dan Kazdağları’na
Kaşlarında martıları taşıyan güzel çocuğa……
Kurtlarla koşan kadınlardan kadın olmaya
Herşeye rağmen anlatmaya, hissettikçe var kalmaya
doğaya, yolculuğa, şarkılara…
ve röportaj arasında her daim baş ucumda saklayacağım çok özel sözler bıraktı Aylin Aslım
tayfasıyla iyi ki de uğradığı Çanakkale’den devam ederken yoluna…
Savurduk küllerimizi, yana yana yeniden doğmaya…

DSCF6112

“Aylin Aslım şehrine geliyor” haberini gördüğümden beri sabırsızlıkla bekliyordum Çanakkale’ye de gelmenizi… Hoşgeldiniz, iyi ki geldiniz… Farklı şehirlerle yoğun geçen bir turne bu öyle değil mi?…

Hoş bulduk, çok teşekkür ederiz. Evet, gidip geliyoruz. Çıkıp bir ay gelmeme gibi değil de gitmeli gelmeli bir turne bu diyelim. Bir hafta sonu Güneydoğu, bir hafta sonu Akdeniz… Çanakkale’den sonra Ankara var, sonra Denizli, İstanbul… Gidebildiğimiz kadar değişik; daha önce hiç gitmediğimiz şehirleri zorlamaya, çalabildiğimiz kadar çalmaya çalışıyoruz.

Şarkılarınızı götürdükçe, dinleyiciden ne geçiyor size, özellikle de daha önce hiç gitmediğiniz şehirlerde?

Sürpriz olabiliyor konserler… Bazı şehirlerde hiç ummadığımız bir sıcaklıkla karşılaşıyoruz; daha önce hiç gitmediğimiz için tahmin edemiyoruz o kadar çok eşlik edeceklerini şarkılara… Bazılarının da daha farklı geçmesini bekliyoruz; daha donuk kalabiliyor mesela… Değil şehrine, gecesine göre bile değişiyor. Aynı şehirde, ayrı gecelerde; ayrı seyirci bile olabiliyor. Ama her zaman, beni de grubumu da daha önce gitmediğimiz, görmediğimiz bir şehirde olmak bile tek başına mutlu ediyor. O şehri merak ediyoruz, sokaklarını geziyoruz. Önceden araştırma yapıyoruz; nereye gitmeli, ne yemeli, ne almalı, nesi meşhur, nerelerini görmeli…  Tüm bunlar bizi daha da heyecanlandırıyor.

Çanakkale’de biraz ötemizde, sizi çok heyecanlandıran bir yer daha biliyorum; Kazdağları…

Evet : ) Çok özledim Kazdağları’nı…  Geçen yaz gidemedim ama 7 – 8 senedir, belki daha bile fazla, her yaz gittiğim bir yer oldu orası… Kuzey Ege çok güzel, Trakya sayılır zaten… İnsanı da doğası da, yemesi içmesi de, herşeyi güzel… Çanakkale’yi de ayrıca seviyoruz. Güzel de bir havaya denk geldik, çok kısa da olsa kordonda bir yürüyüş yapabildim. Güzel bir şehir burası…

“Sessiz Olmaz” müzik belgeselinde Kazdağları’nda anlatıyorsunuz ya zaten müzikle ve doğayla ilişkinizi, görüntülerde bile köylü kadınlarla iletişiminizden aldığınız keyif ve doğada arınma haliniz çok belli…
O köyü çok sevdim, çok da merak ettim; neresi?

Zeytinli vardır Edremit’de… Eskiden Zeytinli Rock Festivali de vardı, çok sık gitmişizdir oraya… Zeytinli’nin hemen üstünde köyler, onların üstünde de Kazdağları var zaten… O köylerden biri; Mehmetalan’ın biraz üzerinde bir kamp bölgesi orası… 8 – 9 yıl önce bir tek orası vardı, sonra ufak ufak kamplar, hatta bazı sağlık kampları da kurulmaya başladı. Birkaç yıl önce yabancı şirketlere devlet izin verdi ve Kazdağları’nda altın aramaları başladı. Çok ciddi hasar gördü; oranın mitolojide geçen tertemiz, pırıl pırıl toprağı, suyu arsenikle zehirlendi. Bir kısmı hala canlı ve sağlıklı. Gitmeye devam ediyoruz, Kazdağları çok özel bir bölge…

O özel bölgenin daha fazla zarar görmemesi için direniyor Çanakkale; gittikçe güçlenerek, kalabalıklaşarak devam ediyoruz altın şirketlerine karşı mücadeleye…
Şöyle bir habere rastladım bir gazetede; “Balkan kızı Ankara’ya geliyor.”
Almanya doğumlu olduğunuzu ve ananenizle  büyüdüğünüzü biliyordum sadece, Balkanlarla bağınızı çok merak ettim…  9/8’lik ritimler var mıdır Aylin Aslım’ın içinde de : )

İşte kanto var : ) Benim annem de babam da Makedonyalı, ananem de oralı zaten, o büyüttüğü için öyle kaldı adım : ) Doğru yani ( gülüyor )

“Balkan Kızı Çanakkale’de” diyelim o halde biz de: )

Trakya’yı seviyorum, Çanakkale tam Trakya olmasa da bizim toprak sayılır : )
Çok teşekkür ederim, çok mutlu oldum bu kadar heyecanlanmana…

                  (Aylin Aslım’la tam da bu esnada yaptığımız, kaydı ve her anı hep gülümsemeyle başucumda saklı kalacak konuşmadan sonra daha da artan heyecanımdan bir süre toparlayamadığım sorularımın sessizliğini, ancak müzik aralayabilirdi : )   

13442580012116664310588123612

 

“Canını Seven Kaçsın” albümüyle”Gülyabani” arasında geçen dört senede kendinize dönme, yazamama, arama, sorgulama hali hasıl olmuş da bir kitaba tutunup yenilenerek çıkmışsınız ya,  son albüm “Zümrüdüanka” nın üzerinden bir yıl geçti; nasıl hissediyorsunuz kendinizi?

Bir üç sene daha beklemeyeceğimi ve beklememen gerektiğini hissediyorum : ) Beklemek de istemiyorum. Yakın bir dönemde tekrar yeni kayıtlara başlayacağız gibi ama ne yönde gidecek, ondan çok emin değilim şu anda…

Şarkılarınız gibi, albümlerinizin dizilimi de bir hikaye taşıyor aslında…  Elektronikle rock müzik arasında gidip gelen ilk albüm “Gelgit”den sonra bu halden özgürleşmiş rock ruhunuzla kanto bile yaptığınız “Gülyabani” ve dört yıl ara… Ararken karşınıza çıkan “Kurtlarla Koşan Kadınlar” ın gücünün neredeyse her şarkıya sindiği  “Canını Seven Kaçsın” ve o esnada kuşandığınız boyalardan arınıp en yalın halde karşımıza çıktığınız “Zümrüdüanka”…  Neredesiniz şimdi Simurg’un tüyünün peşinde, yedi vadiden kendinize doğru çıktığınız yolculukta?  

O yolculuk tek başına değil de hayatında irili ufaklı rol alan bütün insanlarla yapılan bir yolculuk ya… Zaten Zümrüdüanka’nın hikayesi de o ya… Otuz kuşla beraber yola çıkmak ve tek olmak… Aslında insanı hayatta gideceği yere sadece kendisi götürmüyor; yanında, arkasında, önünde duran, iyi ya da kötü etkiler bırakan insanlarla birlikte o hayat yolculuğu yapılıyor. Bazen onlardan ayrılıyorsunuz, bazen beraber uçuyorsunuz. Bazen desteklerini alıyorsunuz bazen alamıyorsunuz. Ben o yolculuğun neresindeyim, çok da emin değilim aslında… Çünkü ölene kadar yapılan birşey herhalde bu yolculuk… Bu arayış… Yaş itibariyle belki biraz daha sakin, biraz daha sabit hızda uçuyor olabilirim. (gülüyor) Ama ne zaman ne olacağını da hiç bilemiyor insan tabi…

 

Sizi dönüştüren şarkılarınızla karşılaşıyor, değişiyoruz kendi yolumuzda biz de… Zümrüdüanka’nın peşinde…  Türkülerin az sözle çok şey anlatan sade diline ulaşan iyi bir söz yazarı olmak istediğinizi söylemişsiniz bir röportajınızda… Buna daha mı yakın duruyor Zümrüdüanka?

İlk şarkılara bakınca bir aşama kaydettiğimi düşünüyorum naçizane… Az sözle çok şey anlatmak, daha halk ozanlarına dair, çok hayranlık duyulası birşey… Aslında hayatta da öyledir ya; az konuşup öz konuşan insanlar daha saygı görür ve önemsenir. Öyle olabilmek, az konuşmak kolay değil çünkü tepki verilmesi gereken ya da vermek istediğiniz çok şey olabiliyor. Sadelik her zaman daha güçlüdür, etkilidir. Çok geveze şarkıları sevmiyorum.

Hayatımın kitabı dediğiniz Clarissa Pinkola Estes’in”Kurtlarla Koşan Kadınlar” ı size sadece rüzgarını değil, kaleminizin gücünü de farkettirmiş olmalı… Kitap hakkında yazdıklarınızdan öyle etkilendim ki hemen alıp okumak istedim.

Çok tavsiye ederim. ilk 30 – 40 sayfa biraz sıkıcı gelebilir; zor, ders kitabı gibi… Başta sıkın dişinizi, sonra çok güzel açılıyor kitap; size karşılaştırmalı hikayeler okutmaya başlıyor. Her kadının okuması gereken bir kitap… Ben de bu yaz baştan okumayı düşünüyorum.

Peki büyürken biriktirdiğiniz göç hikayelerini yazmaya da başlayacak mısınız?

O çok büyük bir proje… Çok büyük ama hayatımın projesi de olabilecek bir iş… Çok da çekici… Bakalım… 

Sadece kendi hikayenizi değil; sokaktan farklı hayatları, özellikle kadınları anlatmayı da seviyorsunuz şarkılarınızda…

Şarkı yazmak hikaye yazmak demek… Başkalarının hikayelerini de merak etmek, iyi hikayelerin peşinden gitmek, sevmek…  Film de olabilir bu, şans eseri sokakta tanıştığınız birinin ya da bir arkaşınızın hiç bilmediğiniz bir hikayesi de… İyi hikaye her zaman heyecanlandırır beni… Hikayenin peşinden gitmek diye birşey var, ondan yapılıyor şarkılar…

Bazen anlattıklarınıza müzisyen arkadaşlarınızı da dahil ediyorsunuz, bazen de siz onların hikayesine konuk oluyorsunuz… Ahmet Kaya’ya saygı mahiyetinde düzenlenen “… bir eksiğiz” albümünde “İçimde ölen biri var” ı söylediniz. Nasıl dahil oldunuz projeye, ne hissettirdi o şarkı size?

İlk kez ölümünün 10. yılında bir anma gecesi yapılmıştı Ahmet Kaya’ya… Çok hızlı gelişti o gecenin organizasyonu… O şarkıyı söyler misin dediler, söyledim ben de… Eşi Gülten Kaya çok memnun kalmış o yorumdan… Anma albümü projesinin başında o şarkıyı tekrar söylememi istedi,  ben de kabul ettim tabii ki… Prodüksüyonunu, kaydını, düzenlemesini Barış Yıldırım yaptı; Zümrüdüanka’nın da yan prodüktörlerinden biri, aynı zamanda grubumuzun gitaristi… Karanlık bir şarkı çok… Açıkçası ne zaman yazdığını araştırıp bakmadım; Türkiye’den gitmek zorunda kaldığı zamana mı denk geliyor, öncesine mi, depresyon yıllarına mı bilmiyorum ama çok üzücü bir şarkı…

 

Ahmet Kaya’ya Saygı albümü hakkında olumlu, olumsuz birçok eleştiri yapıldı. Sizin içinize sindi mi, genel olarak?

Bazıları şarkının orjinalinden çok kopmamış, bazıları tamamen kendi yorumunu yapmış. Biraz dinleyicinin takdirine kalacak birşey… Ahmet Kaya’nın çok kemik bir fan kitlesi var. Mesela ben bizimkini de beğeneceklerini düşünmüyordum, çünkü Ahmet Kaya’nın o şarkıdaki yorumu çok kuvvetli. Bir kadından duymaya ya da benim yorumuma ne kadar açık olacağına emin değildim. Meğerse o konuda benim sandığım gibi tutucu değilmiş Ahmet Kaya dinleyicisi… Beklemediğim kadar güzel yorumlar aldık; beklemediğim diyorum çünkü ben çok kötü bir pozisyonda seslendirdim şarkıyı, hastaydım. Dura dura şarkının vokal kaydını tamamladık. Hatta 15 – 20 gün erteledik geçer diye hastalığım, geçmedi. Ben daha iyi olabilir miydi derken böyle güzel yorumlar almak hoşuma gitti ama herkesin kendi takdiri… Çok hayran olduğum isimlere anma albümleri yapıldığında, bazılarını ben de çok seviyorum, bazılarını hiç beğenmiyorum. O şarkı eskisi gibi aklımda kalsın istiyorum. O yüzden dinleyici tutuculuğuna karşı bir hoşgörüm var, ben de bir dinleyiciyim çünkü; benim de sevdiğim ya da biraz daha tutucu olduğum isimler var.

En az bu şarkı kadar sizden dinlemeyi çok sevdiğim, her seferinde çok etkilendiğim bir şarkı daha var;
Ulaşır sana…

Onun doğru dürüst bir kaydı var mı bilmiyorum, youtube da çok kötü bir kaydı vardı… Çok acayip bir şarkı o, sadece bir kez söyledim, bir de provalarda Grup Yorum’la… İki sene geçti o konserin üzerinden, hala haftada en az iki üç defa o şarkıyla ilgili yorumlar geliyor bana… Tüyleri diken diken eden bir şarkı… Benim için de artık maalesef başka türlü bir anlamı var onun… Bir hafta 10 gün öncesindeydi zannediyorum vefat etmeden önce… Berkin’in ailesi bir gün Berkin’in twitter hesabından o şarkıyı paylaştı… Berkin de o konserdeydi diye… Bazen o şarkı kafamda çalmaya başlıyor ve ben onu düşünüyorum. Artık öyle bir şarkı benim için…… Ama o şarkıyı bir daha canlı seslendirmeyiz diye düşünüyorum, Grup Yorum şarkısı çünkü… Öyle…


Nasıl hissediyorsunuz son zamanlarda olanlar karşısında; ifade edebiliyor musunuz kendinizi, düşüncelerinizi?

Bazen hiç birşey anlatmak istemiyor canım; öyle bir bezginlik yaratıyor bir çoğumuzda olduğu gibi… Ama bazen de öyle birşey oluyor ki tutamıyor insan kendini… Bizden önce de çok tuhaf, karanlık günler geçirmiş bu ülke 60’larda 70’lerde ama herhalde en azından bizim kuşağın görüp görebileceği en tuhaf zamanları yaşıyoruz. O yüzden, bilmiyoruz ne olacak, izliyoruz öyle… İnsanlar o kadar çok anlatarak birşeyleri değiştirmeye çalıştılar ve geri püskürtüldüler ki bu ülkede, artık biraz yoruldular, inançları kırıldı belki de…  Onun için anlatmak da yoruyor insanı bir noktadan sonra, kime ne anlatıyorum duygusu geliyor.

Yine de iyi ki anlatıyorsunuz, özellikle de kadına dair anlattıklarınız, paylaştıklarınız, okuyup etkilendiğiniz bir kitabı bile müziğinize yansıtarak çoğaltmanız, yolculuğunda sizin şarkılarınızla güç toplayanlar için ne kadar kıymetli…

Çok teşekkür ederim, birkaç kişiye öyle bir cesaret verdiyse, ne güzel… Ben de öyle şeylerden cesaret alarak bu yaşıma geldim. En dipte olduğum zamanlarda örnek aldığım bazı insanların zor zamanlarında ne yaşadıklarını, nasıl üstesinden geldiklerini, onların düşünce sistemlerini okuyarak kendimi yalnız hissetmemeyi başardım. O yüzden öyle bir yol arkadaşı olduysa şarkılarım, ne mutlu bana… Hikayeler bu işe yarar aslında; hiç tanımadığın bir insanın hayatında hiç bilmediğin bir etki yaratır ve senin de hiç tanışmadığın birisinin söylediği bir şarkı sende bir şeyler uyandırır. Okuduğun bir kitap hayatınla ilgili başka türlü kararlar almana sebep olur… Vesaire, vesaire...

Ve ne güzel ki arkadaşlarınız da eşlik ediyor tek başınıza çıkıp gittikçe kalabalıklaştığınız bu yolda size…
Harun Tekin, Cem Adrian, Teoman… Ne güzel düetler dinledik Ses Bir Ki Üç’te de…

Evet çok şanslıyım, en başta ekibim… Bu iş kolektif bir iş, eline gitarı alıp 3o yıl boyunca tek başına sahnede takılabilirsin de hiç zevkli olmaz herhalde… Ne kadar çok insan severek bir parçası olursa; o kadar büyüyor iş…


Naim Dilmener; rock müziğin olmazsa olmaz özelliği çok sağlam bir soundun yanında eleştirelliktir, demiş.
“Rock müzik bugünden memnun değildir; eleştirir ve hep daha iyi bir yarın için hayaller kurar. Aylin Aslım da hem şarkılarını söylerken hem de yazarken ve bestelerken bu ilkeyi hiçbir zaman göz ardı etmez…

Bu yorumdan sonra aklıma ilk ‘Aşk Geri Gelir’ ve ‘Güzel Günler’ geldi…

Sağolsun… Bazıları daha umutlu şarkılar, bazıları umutsuz…  Umutlu olanlar da aslında kendime vermek istediğim bir umuttan çıkan şarkılar… Dünyada herkes tek, biricik ama bir yandan da yaşadığımız hiç birşey aslında sadece bize özgü değil… Her türlü acıyı, sıkıntıyı, dünyanın değişik yerlerinde çekiyor insanlar… Aşk acısı, ölüm acısı, yalnızlık… Çok insani şeyler, sizde birşey varsa; o başkalarında da var… Siz bunun adına bir şarkı yazdığınız zaman, başka birinin de şarkısı olabiliyor çok rahat; çünkü belki o da o anda yaşıyor onu, belki bir yıl önce o kadar yalnızdı falan… İnsanların hikayeleri birbirine çakıştığı için o buluşmalar sağlanabiliyor. Hayat böyle tuhaf bir şey işte…

Hikayelerinizi, piyasa tabir edilen mecraca dayatılan kalıplarda değil, ruhunuzun seçtiği şarkılarla anlatmaya çalışırken yıllarca; kendi maddi imkanlarınızla albüm bile çıkardınız zamanında… Aylin Aslım isminin müzik sektöründeki yeri, duruşu gittikçe güçlendi ve dilediğiniz şarkıyı albümünüze alma, istediğiniz tarzda söyleme özgürlüğündesiniz şimdi… Bu anlamda yol da açtınız belki… 

Aslında yol açtım diyemem, bunu yapan çok insan var, bizden önce de yapan çok insan olmuş… Sistemin içine kabul etmediği, ama ben bu işi yapacağım kardeşim ve böyle yapacağım diyen insanlar; sistemin dışına çıkarak ve ya etrafında dolanarak albümlerini çıkarmaya çalışmışlar. Tarih boyunca vardır bu müzikte… Onun bedelleri var tabii ki…

Bu arada içinden müzik ve kadın geçen bir filmde de rol aldınız; “Şarkı Söyleyen Kadınlar…” Her ne kadar albüm çıkalı bir yıl olsa ve promosyon çalışmalarından hiç hoşlanmasanız da, hala ödüllere aday gösteriliyor Zümrüdüanka… Ve görüyorum ki Aylin Aslım şarkıları hep en iyi listesinde, özellikle de kadın şarkılarında…

Öyle oldu… Ben yazıp çizdikçe, konuştukça o konuda; bazı şeyler öyle gelişti, ben de memnunum aslında… Keşke kadın problemleri olmasa da kadın problemleri üzerine konuşmamız gerekmese; üzerine konuşması zevkli bir konu değil…

Çok uzun zaman yoğunlaşıldığında her sıkıntılı alan gibi o da insanı boğmaya başlıyor. Sürekli kadın cinayetlerinden mi konuşacağım, hep bunları mı okuyacağım, bunların üzerine mi birşeyler söyleyeceğim derken insan kendini çok öfkeli ve ya depresif bulabiliyor. Sonra da bu tür şeylerle nasıl başetmesi gerektiğini öğreniyor. İçinde çok kaybolmamak gerekiyor yani; ilgilenmek ve tepki vermek ama hayatının bundan ibaret olmaması gerekiyor; çünkü o zaman çok karanlık bir yere doğru gidebiliyor hayat…

Kadınların doğayla bağını koparmaması gerektiğini sık sık tekrar ediyorsunuz ya; kendi güçlerini keşfedebilmeleri ve iyileştirebilmeleri için… İstanbul’da, bu gündemin ortasında, nasıl yolları vardır Aylin Aslım’ın, kendi ruhunu beslemek, temize çekmek ve zincirlerinden kurtulmak için doğaya…

Çok uzun yıllar bunu yapmak için baya bir zorladım hayatımı… Son 4 – 5 yıl şehrin çok ortasında bir yerde oturduğum için de epey koptum. Sadece mümkün olan tatilimsi zamanlarda, Kazdağları’na kaçtım ama şehirdeki günlük hayatta bunu son yıllarda hiç uygulayamadım.
Bu da beni gerçekten bir girdabın içine çekti. Ne olursa olsun uzun yürüyüşlere çıkardım, hep hayvanlarım oldu evde; apartman dairesinde otursam bile… Neyse ki bu kopukluğu şimdi, yeni yaşamaya başladığım yerde biraz giderecek gibiyim; küçük bir bahçe, köpek gibi güzel şeyler girdi yine hayatıma…

Evet, gördüm twitter’da, Co : )

Co… ( gülüyor)  Co meşhur oldu : )

Fotoğrafını paylaşırken, onu evlat edindiğinizi yazıp bir de sokak hayvanlarını evlat edinme çağrısı yaptınız…

Evet, o kadar tatlı hayvanlar var ki; maalesef süs olsun diye alınıp sonra bakılamayıp sokağa bırakılan… Şunu anlayabiliyorum, bazı insanlar çok kafaya takıyor; çok cins birşey almak, mesela yarışlara sokmak istiyor, secereli alman kurdu alıyor. Onu anlayabilirim ama insanların gidip bir pet shopdan çocuğuna karne hediyesi golden retriever almasını anlayamam. Çünkü zaten çok zorlu bir süreç o yavruya birşeyler öğretmek; 1 – 1,5 yılı buluyor. Daha üç ayda pes edip sokağa bırakıyorlar. Barınağa bırakmasına bile saygı duyacağım nerdeyse; bildiğin sokağa atıyor yani ! Yazık hayvanlara… Hayvan ticareti de çok kötü birşey… Herkese tavsiye ediyorum bir canlıyla yaşamalarını; ama iguana olur, kedi olur, kuş olur…  İnsan haricinde bir başka  canlının evde olması, başka türlü bir ayna efekti veriyor insana… 

800 bine yakın takipçiniz hem bu çağrınızı aldı hem de Co’yu tanıdı…

Nazar değmesin : )

Hem fikirlerinizi, tepkilerinizi, size dair şeyleri paylaşabiliyorsunuz bu oldukça kalabalık kitleyle, hem de tatsız bir hadise geçirdiniz troll tabir edilen ve açtığınız davayla ilk kez bu kavramı mahkemeye taşımış olan bir takipçinizle… Nasıl bu sıralar aranız twitter la?

O olay benim twitterla aramı açmadı ya da değiştirmedi; çünkü o insanlar twitterdan önce de vardı. Ben de onların varlığının farkındaydım. O tür insanların bana yaptığı ilk çirkinlik de değildi bu; o yüzden ben gayet şerbetliyim onlara karşı… Twitterın sadece beni değil, bizi şu aralar çok yormasının sebebi; orada kaçınılmaz bir şekilde çok yoğun olan siyaset gündemi… Boğdu biraz bizi, çok sertleştirdi, kutuplaştırdı ama onun dışında; dünyada insanlar güzel şeyleri de paylaşıyorlar twitterda… İlk bir kaç yıl çok zevkliydi, çünkü müzik, sinema, kitap önerileri paylaşılıyordu. İlginç şeyler öğrenebileceğiniz insanları takip edip onlardan yaşam fikirleri alıyordunuz.

 

‘Usta’ şarkısında demişsiniz ki; 18 hızlı ve öfkeli,  20’ler neydi, 30’lar bedelli… 40’lardan ne beklemeli?

Hiç bilmiyorum, daha gelmedim oraya : ) Bakalım ne olacak, yaşayınca göreceğiz. O zaman yazarım herhalde : )

Şarkının şu sözlerini de çok sevdim; Yanında bir sevdiğin yoksa /şarkılar var kardeşim /söyleriz sana …

Öyle, başka türlü olmuyor zaten : ) İyi ki şarkılar var gerçekten…

İlk albümde kendinize dair hikayeler anlattıp, başka hikayelerin ve aşkı anlatmanın da önemli olduğuna karar verdikten sonra sokaktaki hikayelerin de peşine düşüyorsunuz ya… Evet hep güçlü bir kadın var Aylin Aslım şarkılarında ama konu aşk olunca özlemini, sitemini, acısını, tutkusunu, kızgınlığını, hayal kırıklığını da anlatan naif bir kadın… Ne dersiniz, aşil topuğumuz aşk mı? 

Evet, bence öyle… Kadının en güçsüz olduğu taraf… O yüzden “Kurtlarla Koşan Kadınlar”ı mutlaka okumalısınız, çünkü bin yılların getirdiği öğretilmiş bazı kurallar var ve onlar neredeyse artık genetik kod haline gelmiş. Kadınlar akıllarını kullanabildikleri sürece o öğretilmiş şeylerin dışına çıkabiliyorlar, fakat akıl aşkta işlemiyor. İşte o zaman, akıl devreden çıkınca, bir takım öğrenilmiş rollere bürünebiliyor kadınlar farkında olmadan aşkın içinde… Genellikle kendini azımsayan, kendini feda eden kadın karakterine bürünüyor çünkü o öğretilmiş bin yıllarca ona… Onu ne kadar hakimiyetimiz altına alabilirsek aslında, o kadar kendimiz olarak yaşayabiliriz aşkı… Ama işte konuşması kadar kolay olmuyor yapması… Bu farkındalığı sürekli okuyarak,  üzerine düşünerek, belki yazarak hep korumak gerekiyor yoksa unutuyor insan ve o girdabın içine çekilebiliyor.

Peki ‘İşte Sana Bir Tango’ şarkısında öykündüğünüz, hala eski moda aşklara inanma hali?

Hayat artık çok hızlı… Tartışılıyor ya şairlerin özel hayatlarını; öldükten sonra mektuplarını yayınlamak doğru mu yanlış mı diye… Ben de aslında doğru bulmuyorum ama o mektuplara, o aşklara baktığınız zaman, ulaşmak ne kadar zor birbirine… Dolayısıyla tek başına düşünecek çok zamanı var aşıkların… Aşk çok daha uzun sürüyor; çünkü çok kolay tüketemiyorsun çok kolay ulaşamayınca… Daha büyük aşklar oluyor o zaman da…

Aylin Aslım, müthişsiniz… Çok teşekkür ederim hem bu şahane röportaj hem de güzel sözleriniz için …

Ben teşekkür ederim… Çok güzel sorular sorulardı…