Category Archives: Uncategorized

Altın madencilerini ‘Dondurma’ya niyetli bir köyün çok sesli hikayesi

Standard

Koza Altın’ın Çan’ın Dondurma köyü ve çevresinde altın madeni arama planlarını, Çanakkale Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğünün sayfasındaki ÇED halkın katılımı toplantısı duyurusundan öğrendikten sonra, bir akşam köye doğru çıktık yola. 2015’in Ocak ayında. Çanakkale’nin uzun yıllara dayanan çevre mücadelesinde çok değer verilir köylülerle yan yana olmaya. İlk kez gidiyordum ÇED toplantısı öncesi köy halkına altın madenciliği hakkında bilgilendirme toplantısına. İçim köyde neyle karşılaşacağımızın heyecanıyla kıvranırken, iki yanını çam ağaçlarının sardığı yolda kıvrıla kıvrıla ilerleyerek vardık Dondurma’ya. Haber vermiştik geleceğimizi muhtara.

Köye duyurmuş o da. Sunum için hazırlıkları yapmak üzere hep birlikte kahvehaneye girdik, selam verip oturduk masalarına. Çayımızı içerken bakındım etrafa, kahve doluyordu ancak hiç kadın yoktu. Nasıl olurdu? Muhtara sordum, “Kadınlar ne anlar altın madeninden” dedi, “Onlara haber vermedik ki. Zaten gelmezlerdi, biz anlatırız sonra.” O konuştukça içimden geçenler kafamın üstünden bir buluta çıksa da ünlem olup yağsa! Ne dediysem ikna edemedim köyün erkeklerini kadınları toplantıya çağırmaya. Hazırlıkları tamamlandı, sunum başladı bu esnada.

dondurma-kahve-1

Direniş olur mu hiç kadınlar olmadan?

Yırca termik santrale direnirken kadınlar en öndeydi zeytin ağaçlarının etrafında ama, Kaz Dağları ve komşu köyleri Karadağ da! Karadağlı kadınlar değil miydi birkaç ay önce “Altıncı şirket, Karadağ’ı terk et!” diye köylerinde düğünlü cenazeli eylem yapan, sonra Çanakkale kordonu yaz sıcağında ellerinde pankartları ve köylerinden getirdikleri eğrelti otlarıyla yürüyerek, sloganlar atarak dolduran? Köylerini altına değişmeyeceklerini cümle aleme duyurup, direne direne kazanan? Kim demiş, kadınlar mıymış anlamayan?

karadag

Karadağ köyünün kadınları altın madenine karşı

Seslenmek, ‘ünlemek’ demekti buralarda

Kızgınlık ve hayal kırıklığıyla karışık dolanırken köy meydanında, bir köşede durmuş neler olup bittiğini anlamaya çalışan genç bir kadın gördüm. Lütfiye. Yanına koştum, bir solukta anlattım altın madencilerinin köylerine geleceklerini ve mutlaka kadınlara haber vermemiz gerektiğini. Bundan sonrası benim için de Lütfiye için de anlatmalara doyamadığımız, her seferinde başka ayrıntısını çoğalttığımız bir masal gibi… Birlikte koşmaya başladık. Karanlık bahçelerden geçip vardığımız kapıları hızla tıklattık: “Yengee, altın madencileri geliyor, köyümüz elden gidiyor, koşuun” diye ünlerken, bizi çaya buyur etmek isteyen kadınlara, altıncılar gitsin de, sonra, diye söz verip çekirdek ve bisküvi başında toplandıkları tepsilerden kaldırdık. 

Döndüğümüzde köyün erkeklerine bilgilendirme toplantısı devam ediyordu ve biz karşıdaki küçük kahvede en az otuz kadın toplanmıştık. Nurcan, Azime, Ebru, Gülcan, Hacer, Melek Teyze… Onlar otururken bir koşu vardım karşı kahveye, usulca söyledim kadınlar geldi, onlar da altın madeni hakkında bilgilenmek istiyor diye. Sonra geri döndüm, önce köyün erkeklerini bir güzel şikayet ettim, sizin için, onlar ne anlar diyorlar dedim. Kahkahalar, itirazlar dolaşıyor, arada birbirimize tuttuğumuz alkışlar kopuyordu havada. Sobayı yaktık, çayı koyduk bu arada.

dondurma-4_o

“İnsan köyünden vazgeçebilir mi?”

Öyle güzel bakıyor, ilgiyle dinliyorlardı ki, haber yazmak için ÇED raporuna çalışırken aldığım notlardan aklımda kalan ne varsa aktarmaya çalıştım beklerken kadınlara. Şirket, beş yıl boyunca açık ocak işletmeciliğiyle, delme, patlatma yöntemiyle 30 hektarda 400 bin ton altın, gümüş ve kurşun cevheri üretecek, üretimden açığa çıkacak 840 bin ton ekonomik değeri olmayan kayacı proje sahasında depolayacak, Dondurma, Balcılar, Ahmetler, Ramazanlar, Karadağ köylerinin içme suları ve Biga Ovası’nı sulayan Bakacak Barajı da projenin etki alanında kalacaktı. Bizim kahvedeki hazırlıklar da tamamlanınca, Hicri Nalbant, tüm bunları ve Kaz Dağları’ndaki, Karadağ’daki altın madeni mücadelesini, kadınların en önde ve bir arada olmasının altıncıları bu güne dek engellediğini, şirketin köyü etkilemek için sunabileceği ihtimalleri, Çanakkale’deki çevrecilerin avukatlarla, doktorlarla her zaman köyün yanında olduğunu anlattı.

“Biz altın istemeyiz, köyümüzü terk etmeyiz, hep birlikte direnir, onları köyümüzden göndeririz.” sesleri arasında, alkışlarla, gözlerimizin içine baka baka, ÇED toplantısı günü meydanda olacaklarının ve tüm bunları yetkililere de anlatacaklarının sözünü alarak, yüzümüzde kocaman bir gülümseme çıktık oradan. Erkeklerin yanına vardım tabi köyden ayrılmadan “Hani kadınlar anlamazdı?” Haberin başlığı da çıktı:

“Madene karşı kadın dayanışması”

ÇED toplantısı için gün sayarken Ahmetler ve Ramazanlar köylerinin muhtarları da bilgilendirme toplantısı istedi. Kadınlara da haber verdik diyorlardı telefonda, bir daha yola çıktık içimizde bunu duymanın sevinci. İlk kez karşılaştığımız kadınlarla öyle içten kucaklaşmamızın, birbirimizi kalplerimizden, madene karşı doğayı ve yaşamı savunma hissinden biliyor olmamızın, güvenle, sevgiyle ellerimizi tutmamızın bilmem ki nasıl olur tarifi… İnsan doğduğu yerden, geçmişinden, suyundan vazgeçer mi? Onlar madenden vazgeçsin, dedi içlerinden biri.

ÇED toplantısına değil de düğüne gider gibi

Beklediğimiz gün geldi. Çanakkale’den büyük bir otobüsle koyulduğumuz yol, köye ilk gidişimizin aksine bitmek bilmedi. Köyün girişinde bir cümbüş, bir kalabalık. Sanki düğün yeri. Ahmetler, Ramazanlar, altın madeni direnişinde epey deneyimli olan Karadağ köylüleri de davulla, zurnayla, evlerinden kaptıkları tenekeler, düdükler, tepsiler, bastonlarla gelmemişler mi? Çoluk çocuk, genç, yaşlı herkes Dondurma’da. Kadınlar en önde, söz verdikleri gibi. Madenciler gitsin yeter ki!

10947524_10153059096306585_759045254_n

Pek şenlikli oldu girişimiz köye. Alkışlarla, kollarımızı havaya savura savura yürürken, köylülerin ‘Dondurma bizimdir, bizim kalacak’ sloganları karıştı davul, zurna, teneke seslerine. Çanakkale, Bayramiç, Biga, Küçükkuyu, Bozcaada,  Kaz Dağları çevresinden gelenlerle sığıştık meydana. Kalabalık buluşmanın niyetini, Aziz Amca anlatmıştı gün boyu elinden bırakmadığı pankartıyla.

10947869_10153059059191585_2144806723_n

Yetkililer çoktan girmiş kahvehaneye. Jandarmalar çevremizde, altın madeni istemeyen köylülerle birlikte biz de kahvehanenin önünde. Meydanı çınlatan “Altıncı şirket dondurmayı terk et”, “Madenci şirket, dışarı!” “Madeni dondurmaya geldik” sloganları anlatıyordu bu köyde altın istenmediğini. Çevre mücadelesinin emekçilerinden Hicri Nalbant sordu oradan köylülere, siz bu ÇED toplantısının yapılmasını istiyor musunuz diye. Alkışlarla hayır sesleri yükselince bu kez içeriye seslendi: ‘Halk bu toplantının yapılmasını ve köylerinde altın madeni aranmasını istemiyor. Lütfen gereğini yapın, toplantı yapılamadı diye tutanağı tutun ve köyü terk edin.’

14896_712651178854953_1394312771197575025_n

Görevliler bir süre çıkmayınca, dışarıda sloganların, teneke seslerinin dozu gittikçe arttı. İçlerinden birkaç kadın dayanamadı, birden içeri daldı. Tenekeler bu kez kulaklarının dibinde, altın madeni istemiyoruz, gidin, köyümüzü terk edin sloganlarıyla çınladı. Sobanın kapağı da açılmasın mı? İçeriyi yavaş yavaş bir duman sardı. Göz gözü görmez, öksürükten konuşamaz olduk da görevliler çıkmadı dışarı, kadınlar da. Doktor İlhan Pirinçciler yetkilileri hepimizin sağlığı için dışarı çıkmaları ve bu şartlarda zaten toplantı yapılamayacağı konusunda ikna edince attık kendimizi dışarı.

Böyle olur ‘Çanakkale Karşılaması’

Köylülerin toplantıyı yaptırmadığı, kadınlarla o ilk akşam toplandığımız küçük kahvenin önünde tutanaklara geçti. Yetkililer gitti, işte o zaman direnişten  şenliğe geçildi. Köy meydanı oldu yine düğün yeri. Tesadüf bu ya, onlar gider gitmez taktığımız oyun havalarıyla dolu CD’den “Hamamcı Teyze” şarkısı yükselmez mi? Altınlarım çalındı, bulamadım kısmında bir oynadık ki sormayın kadınlarla. Halaylar çektik davulla zurnayla. Çanakkale karşılaması bir düğünlerde oynanır bizim buralarda, bir de ÇED toplantısı yaptırmayıp, madencileri uğurladıktan sonra.

ÇED toplantısı zaferinden birkaç akşam sonra yine gittik Dondurma’ya. Söz verdiğimiz gibi, köyümüzden madencileri yolladıktan sonra birlikte içeceğimiz çaya vesile oldu sobadan çıkan dumanla kararan kahvehanenin duvarlarının boyanması da. Kadınlar ilk akşam toplandığımız kahvede yine. Sarılıyoruz özlemle. İsimlerimizle değilse de kollarımızın coşkuyla açılmasından, birbirimize ışıl ışıl bakmamızdan tanıyoruz hep birbirimizi. Yine bir telaşlı, heyecanlılar. Her zamanki halimize verip çok da merak etmiyorum, zaten karşı kahveden bekleniyormuşum.

Duvarlar tertemiz olmuş. Kahve ahalisi ÇED toplantısını nasıl yaptırmadıklarını konuşup dururken, o gün ortalığı dumana boğan sobanın üzerinde çaydanlık kaynıyormuş. Meğer oralarda içi oyuk ağaçların içine porsuk girdi mi, duman verirlermiş çıksın gitsin diye. Madem ki madenciler de altın aramak için köylerine gelmiş, kahvehanelerine kadar girmiş… Bu hikaye, Çanakkale’nin sözlü çevre eylemi tarihine geçip anlatılıp duracakmış köylerde.

Köylülerin kendi bilgilerinden, kendiliğinden geliştirdikleri eylemi şaşkınlıkla dinlerken Ebru, Sedef ve Lütfiye gelip çağırdılar beni geri. Işıklar sönmüş. Bir pasta ellerinde, mumu da üzerinde. Meğer doğum günüm olduğunu bilirlermiş de bizim geldiğimizi duyunca sürpriz yapalım, bizim kahvede toplanalım demişler. Ben hem ağlar hem güler, canım kadınlara sımsıkı sarılır fotoğraflar çekerken, onlar çoktan organize olup pastayı kesmeye, tabakları hazırlamaya giriştiler.

16507832_10154944264101585_6213972272952653717_n

Dondurma’daki bu direniş hikayesi, kadınların çocuklarıyla birlikte en önde oluşuyla, çevre köylerden gelenlerin dayanışmasıyla, köylülerin kararlılığı, cesareti, birbirlerine güveni, kendilerine özgü bir yöntemi ortaya koyma halleriyle  hepimize çok şey öğretti. Çanakkale’deki çevre mücadelesine umut, altın madencilerinin iştahını kabartan başka köylerdeki direnişlere, kadınlara da ilham verdi.

İDK toplantısı öncesi ses vermeli

Aradan tam iki yıl geçti. Bundan iki ay önce, projenin İnceleme ve Değerlendirme Komisyonu (İDK) toplantısının yapılacağı haberi geldi. Elden geçirilen ÇED raporu bin yedi yüz sayfaya çıkmıştı. Altın madenciliğinin toprağa, havaya, suya, yaşama nasıl da zarar vermeyeceği sayfalarca anlatılırken, bizim saatlerce anlatabileceğimiz ÇED halkın katılımı toplantısı günü sadece bir cümleyle, o da köylülerin bilgilendirilmek istemediği için toplantının yapılmadığı şeklinde yer almıştı. Dondurma köyüne doğru üçüncü kez yola çıkışımız da bu cümleye rastladı, madem ki şirket altın madeni istemeyen köyün sesini, tepkisini yok saydı, o ses İDK toplantısı öncesi Ankara’ya ulaşmalı, hatırlatılmalıydı.

Çanakkale’den İda Dayanışma Derneği ve Küçükkuyu’dan Kazdağı Doğal ve Kültürel Varlıkları Koruma Derneği‘nin öncülüğünde yüze yakın kişi buluştuk toplantıdan iki gün önce Dondurma’da. Gün yine dayanışma günüydü ve bizim de ihtiyacımız vardı yeniden buluşmaya, altın madencilerinin karşısında dostlarımızın yanında yer almaya. Özlemle kucaklaştık bizi bekleyen kadınlarla. Bulgur pilavı yapacaklardı ve akşam saati herkes işten döndükten sonra yine kahvelerde toplanılacaktı. Merak ediyorduk, yine kalabalık olacak mıydı?

Bahçelerden birinde kurulan ocakta bulgur pilavı ağır ağır pişerken, hazır gün ışığı varken biraz dolaşalım istedik. Köyde olduğumuz için aldığımız kokuları içimize çeke çeke yürürken, ağır adımlarla evlerine dönen sürülerinden topladıkları sütü kooperatife yetiştirme telaşındaki köylülerle pilavda buluşmak için sözleştik. Duvarlarda, köy çeşmesinde, hatta köyün girişinde Diren Dondurma, Defol Koza yazıyordu hala. Madeni dondurmaya niyetli bir köydeydik ne de olsa.

“Direştik, kazandık. Yine direşiriz”

Hava karardı, camiden anons yapıldı, bizim kahve yavaş yavaş dolmaya başladı. Birbirimizi iki yıl sonra yine görmenin tarifsiz mutluluğuyla sımsıkı sarıldıktan sonra pilavları koyup dağıtmaya giriştik, önceden pasta dağıttığımızdan bu konuda deneyimliydik. Aziz Amca bizi görünce iki kolunu yukarı kaldırdı, “Direştik, kazandık. Köyler bir araya geldik mi yine direşiriz, altın madencilerini istemeyiz, madene geçiş vermeyiz. Kadınlar bu köyde öndedir, erkekler de onlara dayalıdır” deyince yürekten alkışladık.

“Siz istemedikçe maden çıkaramaz kimse”

İda Dayanışma Derneği’nden Hicri Nalbant, “ÇED halkı bilgilendirme toplantısı günü deyim yerindeyse madencileri püskürtmüştük buradan birlikte. O günden bu yana hiç ses yoktu. Madeni işletmek üzere harekete geçecekleri öğrendik, biz de harekete geçtik. Hukuk kuralları içinde mücadelemizi sürdüreceğiz. İDK toplantısında ÇED olumlu kararı aldıkları takdirde dava açacağız. Maden ve termiklere karşı şimdiye dek altmıştan fazla dava açtık. Bu yöre istemedikten sonra hiç kimse buradan maden çıkaramayacak, bunu da böyle bilsinler” dedi.

Yine gelirlerse, yine göndeririz!

Mikrofon sonra kadınlara geçti. İki yıl önceki direnişi ve dayanışmayı hatırlamanın coşkusu, heyecanı hepimize can vermişti: “Kadını erkeği hep beraber olup yine madene karşı duracağız. Biz burada rahat ve huzurlu yaşıyoruz. Suyumuz, havamız tertemiz. Kimseyi istemeyiz, el birlik oldukça madencileri köyümüzden içeri sokmayız. Madene hayır diyoruz. Teneke çalarak, sobada saman yakarak gönderdik, gelirlerse aynısını yaparız.” Yeni ÇED raporundaki o tek cümleye de değindiler:

“Yanlış söylemişler.”

“İki yıl önce onları buradan davullu zurnalı gönderdik. Hep beraberdik. Ayrılmadık devrilmedik.  Acı biber yiyeceklerse yine gelsinler. Daha önce kovduk, sopalarla bastonlarla yine kovarız.  İş falan da istemeyiz. İşimiz yetiyor bize. Köyde bir şey kalmaz gelirlerse. Burası bize ait. Devam direnmeye onlar vazgeçene kadar, hep birlikte.”

İDK toplantısına ulaştırmak üzere 150 imza toplandı köyde. Kadınlar bizi kahvenin önünde toplanıp el sallayarak uğurladılar, yine gelmemiz, güzel haberler getirmemiz temennisiyle. 22 Kasım 2016’da Ankara’da yapılan İDK toplantısına o imzalar ve itirazlar ulaştırıldı. Toplantının yanıtını soran Kazdağı Doğal ve Kültürel Varlıkları Koruma Derneği Başkanı Süheyla Doğan şu yanıtı aldı: “Yapılan İDK toplantısında komisyon üyelerinin belirtmiş olduğu eksiklerin tamamlanması amacıyla süreç durdurulmuştur.”

Sürecin şimdilik durdurulmuş olması derin bir nefes aldırsa da Dondurma’ya, kimse tam rahatlamadı projeden vazgeçildiği açıklanmadığı için daha. Köy halkı üç, beş kişi kalsa da kararlı, gerekirse ağaçlara sarılmaya, madencileri köye sokmamaya. Çevre dernekleri ve köyün sıkı sosyal medya kullanıcıları da devam ediyor gözünü kulağını gelecek haberlerde tutmaya. Diren Dondurma! Hepimizin öyle ihtiyacı var ki beklediğin güzel haberleri alıp yeniden inanmaya, böyle kalabalık ve güzel olmana, devam edebilmek için umutlu bir hikaye anlatmaya…

( Bu yazı, 04.02.2017 tarihinde Yeşil Gazete ‘de yayınlanmıştır. )

mikrofon başında,ben güneş :))

Standard

Dört bir yanı kalpler, kırmızı güller, ayıcıklı şekerlemeler, buram buram satış stratejisi kokan, “aşkın en saf hali”  tek taş yüzükler, tatlısı çilekli pasta olan alakart  menüler, avuçlarını ovuşturan gözünü satış hedefi bürümüş temsilciler sarmış; maddiyatla bunca anılmaktan, abartılı bir gösterişe zorlanan sevgi bile ne yapacağını şaşırmış;   “sevgililer gününde sevgiliye enn enn hediyeyi almanın sevgiyi göstermenin koşulu olduğunu”, -sevgililer gününde sevgilinizi etkilemenin on etkili yolu- listesinden okuyanları; duygularını cümle aleme ve sevdiceğine nasıl ispat edeceğinin derdi sarmışken ve nadir çiftler, 14 şubat ve kapitalizmi ayrıştırabilip gönlünce yaşıyorken; ben de bir türlü unutamadığım aşkımla dört yıl aradan sonra yeniden buluşacak olmanın heyecanındaydım 🙂

Bantlarını çıkarıp çıkarıp serçe parmağımla yeniden sarmaktan oyun yaptığım (niyeyse:) kasetleri dinlemek değildi tek zevkim teypte… Ya da beğendiğim şarkıyı radyoda sabırsızlıkla bekleyip, başladığında “kırmızı ve yanındaki tuşa” birlikte basıp boş kasede çekmek, o sırada biri kapıyı açıp içeri girecek olursa ona şiişşt demek, o şarkıyı bazen arkadan gelen , istenmeyen ama bazen de komik olabilen  seslerle birlikte dinlemek 🙂

nostalji-radyoSesimin nasıl çıkacağıyla mı başlamıştı merağım orası hayal meyal… Kırmızı tuşa basıp , “sesim de tam çıksın diye” ağzımı hoparlöre dayayıp ilk mikrofonumu yapmam dün gibi aklımda:) Gerçek bir mikrofonaysa, Edirne’nin yerel kanalının çocuk programında masal anlatırken konuşmuştum ilk, heyecandan ellerimle oynaya oynaya:) Acaba orada mı başlamıştı kamera sevdam da?

Artık nostalji kelimesiyle birlikte anılan teybimle aramdaki bu kimselerin bilmediği minik oyunum,  gerçek oldu altı yıl önce, gerçek mikrofon ve kulaklıkla hemde:, Radyo Dokuz Eylül’de… Radyomuzun kaliteli yabancı müzik çizgisini sonuna kadar sağlamaya hevesli;  yağmur yağınca bazen yayınımız kesilse de, kulaklığımız da bozulsa ara ara,yayınını büyük bir heyecanla bitiren, radyosuna hayran, hep daha iyisini yapmak isteyen üniversite öğrencileriydik. Kırmızı ışıkta durunca otobüs, yandaki arabaların içine bakar, 107.90 ‘u görünce kocaman gülümserdik. Bu arada İzmir’de pek sevilirdik, internet üzerinden de çok dinlenirdik.

Radyonun kokusu olur mu? Daha önce anlamazdım “Sahne tozunu yuttum, radyonun büyüsü başka, sinema sinema” gibi beylik lafları… Bana kalırsa çok iddialıydı, sadece laftaydı… Radyonun bir kokusu olduğunu, gerçekten bir sihiri olduğunu, radyomuz kapandıktan sonra, ara sıra burnuma gelip hüzünlendirdikçe anladım… Evet televizyonculukla mikrofon kamera birlikteliğim biraz daha devam etti ama radyonun yeri hep başka kaldı…

Birgün yayındayken gelen telefon aklıma geldikçe gülümsetir kocaman içimi… Hala hatırlarım; ismini Derin Deniz koyacağı bebeğini beklerken , doğumdan önce yayında çaldığım şarkı listesini dinlemek istediğini söyleyen ve hazırladığım cd ‘yi tam da doğum günümde almaya geldiğinde bana nergis getiren ve harika bir hediye olan o tatlı anneyi… Dedim ya, siz yayındayken ve şarkılarınızı çalarken, hiç bilmediğiniz birilerinin duygusuna, kalbine dokunabilmek, onları gülümsetebilmek gerçekten sihirli 🙂

Radyo büyük aşkım… Ne şahane ki, yollarımızın bir daha kesişebileceğine ihtimal vermezken, bir gün pat diye sürpriz yapıverdi… 16 şubat itibariyle, radyoda yine ,yeni, yeniden başlıyor Güneş Enerjisi 🙂

 

20121211_203059

Bu arada programın ismi de Güneş Enerjisi… Hem blogumun esin kaynağı olması sebebi, hem de enerji kelimesini – ismimden de mi ötürü ne:) – bunca seviyor olmam, kullanmam, arkadaşlarımın da benim bu seçimimi destekleyen çok kıymetli dilekleri ile, bu kez Çanakkale’de, yine üniversite radyosunda, başlıyor dört yıl aranın ardından büyük buluşma:)

Ben çok heyecanlıyım, çok da mutlu…Seçimlerimle hayalimden vazgeçtiğimi düşünürken ve radyoyu deli gibi özlerken, hiç beklemediğim anda, şahane tesadüflerle , hem de tam benlik bağlantılarla “ışınlarımla çektim çektim” diyerek “evrenden torpilim vaar!” dedirten bir radyoda karşıma çıktı benim evrimini teyp hoparlöründen tamamlayan vefakar mikrofonum:)

Eğer birşeyi gerçekten istiyorsan,seviyorsan ve seni mutlu edeceğine inanıyorsan, neden hayatında olmadığına ilişkin saydığın bütün o yüksek sesli maddelerin, birer “bahane” olduğunu; ama ile başlayan ve seni bu konuda kendine göre haklı çıkaran her bahanenin ve sebebin; aslında işin kolayına kaçarken bunun suçunu başkalarına yüklemenin dayanılmaz hafifliği olduğunu; hayallerin ve düşüncelerin zamanla değişebileceğini, hayalini ya da istediğini yaşayamadığını düşünürken, eğer sağladığı; senin “o” duygunsa, yaşadığını hayaline ve istediklerine uyarlamanın keyifli bir güç verdiğini öğrendim…

Ne diyorduk? Evet, her cumartesi, pazar saat 14.00 ile 16.00 arasında, Çanakkale’de 94.00 frekansında, internet üzerinde kampusfm.comu.edu.tr adresinde canlı yayında, mikrofon başındayım… Haftasonuna renk katacak, geçmişten sürpriz yapacak, özlediğimiz, sevdiğimiz, bizi mutlu edecek şarkıların dümeninde,  hiç bilmediğim ve artık çok iyi bildiğim kalpleri, mikrofon başından mutlu edebilmenin  keyfi yeni rotam, şarkıların o gün keşfettireceklerinin yeni seyri… Hadi mutlu edelim kendimizi… Denk gelir de dinlerseniz, beni de çok mutlu edersiniz…  E hadi, gülümseyerek biz başlayalım, yükseltsin enn sevdiğimiz müzik de enerjimizi 🙂

Q=m.c.Δt :))

Standard

Hiçbir yere gitmedim, işte geldim burdayım, seni biraz ihmal ettim blogum, farkındayım… Nerede kalmışız? Ha evet, dolunaya öpücük göndermişiz en son:) Vallahi iyi de eğlenmişiz seninle, ah o Dolunaya son öpücüğümüzden sonra neleer oldu neler:) Anlatmak istediğim ne çok şey birikti de ancak bırakabildim ertelemeyi (ben ona başka birşey de derdim de 🙂 Gel otur yamacıma hadi… Aaa, ama böyle yapmasana! Söz arayı açmak yok bir daha… Hah şöylee, dinle… Hem yalnız da değiliz baksana 🙂

On sene olmuş o çok “mühim” kararı vereli. Sanki o güne kadar hep, bize sunulan seçenekler arasında kararlarımızı gönlümüzce vermişiz, kendimize “neyi istediğimizi” ,bizi neyin mutlu edeceğini sormayı öğrenmişiz, hayaller kurmuşuz, hedefimizi belirlemişiz ve zaten bir daha değişemezmiş gibi;  kalın çerçeveli  gözlüklü, asık suratıyla sevecen gözükmeye çalışan yapmacık devasa ses şöyle dedi: “Yap seçimini, sayısalcı mısın,eşit ağırlıkçı mı, sözelci mi, yoksa yabancı dilci mi? Mu ha haa haaa”

Korkunç kahkahasını kesince, ülkemizde ortalama bir lise öğrencisinin önünde “normal şartlar altında” uzun vadede, yürüdükçe açılabilecek, muhtemel ve bağlantılı kapıların hepsinin önünde, bu kez prensesin karşısına dikilen yaşlı, çirkin cadınınkiyle aynı seste durarak, “Bu kararın bölümünü, üniversiteni, mesleğini de etkileyecek, hangisiysen, yola o olarak devam edeceksin, seçtiğini yürüyeceksin, karar senin, evet bu kararını şimdi vereceksin” dedi ve kıpkırmızı elmalarla dolu sepeti uzattıp, sisli dumanlar arasında yitti… Şimdi uzaktan bakabildiğimiz ve on yıldır da sonuçlarını yaşadığımız ya da değiştirmeye çalıştığımız o kararın bize bırakılış zamanı ve şekli, sahiden “masalsı” değil mi?

wickedwitchca9

Dayatılan sınıflandırmaya göre, kesinlikle sözelciydim. Bana kalırsa hala da öyleyim. Ama sayısalı seçtim. Lisenin son iki yılı, “fizik” gölgesinde geçti…Fizik dersi benim için tam bir işkenceydi. Bitmek bilmezdi.  Tahtalarca ispatı yapılan formülleri anlayamaz, sayısal değerleri yazarak sonuca ulaşmanın çok basit gözüktüğü problemlerden bir türlü çıkamazdım.

Fizik kitabının başında saatlerce oturup baktığım boşluğun hacmini hesaplayabilirdim bak ama 🙂  Formüllerin ispatlayamayacağı hızda düşünceden düşünceye atlar, anca düzgün doğrusal hareketlerle, kurduğum hayallerin menzilini hesaplayabilirdim! Sınav zamanı da formülleri ezberler, aklımda kalsın diye kendimce benzetmeler uydurur, rakamlar arası bağlantılar kurup doğru şıkkı bulmaya çalışır, saatlerimi alan iç sıkıntıları sonrası, sınavı savmaya bakardım. Ayy hatırlayınca bile daraldım!

E madem sözelciydim diyorsun, ne demeye gittin sayısal seçtin, kendini fiziğin kör kuyularına merdivensiz bıraktın diye mi soruyorsun a benim yufka yürekli blogum 🙂 Şimdi buradan bakınca cevabım basit: Popüler, “başarılı”, havalı, önü açık ve biraz da  arkadaşlarımın tercihi diye!

O zamanlar etrafımdaki sesleri kısıp, sadece kendi sesime kulak vermeyi bilmiyordum. Gerçekten neyi istediğimi nasıl bulacağımı, kendimi tanımayı, istediğimi nasıl olacağımı, neyi istediğimi, sevdiğimi, kim olduğumu sormayı, başkalarına onca sorup emanet cevaplara tutunmaya çalışana kadar; içimden geçeni, beni mutlu edeni, hayalimi nasıl yaşayacağımı… Ya da bir gün beklenti ve bakış açının değişebileceğini, kendimin zaten her an değiştiğini, karar verip seçtiğim yoldan bir gün vazgeçebileceğimi, ancak kendi kararım olan bir yolun her halini sahiplenerek yürüyebileceğimi ve gitmek istediğimde cesareti yine kendi içimde bulabileceğimi , gidebileceğimi, değiştirebileceğimi ve bunun müthiş keyfini…

“Okuduğumuzu anladık mı?” sorularına cevap arayarak işledik biz “Hayat Bilgisi”ni… Metni okuduk ve cevabı içinde aradık… Ne kadar metinde yazılı cümlelere bağlı kalırsak, o kadar çok puan alırız sandık… Öğrendiğimiz kelimeleri cümle içinde de kullandık evet… Anlamından ziyade, şekline takıldık. Bazen öğeleri doğru yerleştirelim kaygısından anlamı çoğu kez kaçırdık… Varsın olsun, ekini kökünü doğru ayırdık ya, hem sıramızı da savdık… Boşlukları “yukarıda verilen kelimelerden uygun olanıyla” doldurmaya alıştık… Verilen konunun çizdiği çerçeveden bir kelime dışarı taşmadan kompozisyonlar yazdık. Derslerimizden 5 pekiyi aldık evet, ama bak,bir karar anında çuvalladık…

physics-formula-vectorsFizikten nerelere geldim yine… Söz konusu fizikse, fizik ötesi her yere bağlanabililirim demiştim ya, bak işte aynen böyle 🙂 bu arada farkındayım genelledim az önce de, sormak lazım bu çok mühim kararın en az 10 yılını geride bırakanlara  “Gerçekten olmak istediğiniz yerde misiniz? Değilseniz bile, vardığınız yerde, severek ve sahiplenerek, özgürce “kendinizde misiniz?”

Tamam şimdi şurda kuantuma da sıçramadan, 15 günlük aradan sonra nereden mi daldım bu fiziklere, formüllere? Az evvel anlattığım , dersteki halimi anımsattı da son olanlar… Artık kimse tahtaya kaldırıp, okuduğumdan ne anladığımı sormuyor bana, ben gönüllü kalkıyorum tahtaya ve “Bu yaşadığımdan ne öğrendim, burada neden böyle davrandım, peki başka türlü nasıl davranıp düşünseydim daha iyi hissederdim?” diye notlar alıyorum.  İşte son olanlar beni yine tahtaya kaldırttı… (tamaam biliyorum, meraktan çatlıyorsun, o zaman birini söyleyebilirim,hem de rahatlıkla, ayrıntıya da boğmadan bu kez, ehliyet alamadım:) Bazı formüllerimin gidiş yolunu kısaltıp, bazılarını silmem gerektiğini, bazılarını yeniden düzenleyip, daha net, kısa ve akılda kalır, pratik, uygulanabilir hale getirmem gerektiğini farkettim. Kara olmasan da, tahta sensin blogum bu arada:)

*Herşeyi mükemmel yapmak zorunda değilim. Benim dışımda da gelişmeler olabilir, Ayrıca, bi müsademle, hata da yapabilirim. Zaten ne yapıyorsam, o olabileceğinin en iyisidir, “mükemmeliyetçi”ciyi içinde kullanalım hadi:

-Artık mükemmeliyetçi değilim 🙂

*Nerden baktığıma bağlı :))

*Arkadaşlar güzeldir, çook güzeldir:) Doğum günleri, dilekler,niyetlet de öyle (anlatırım, başka yazıda 🙂

*Aradığım belki odur, belki de değildir 🙂

*Mutluluk bir seçimdir, pamuk ipliğine bağlı nedenlere ilişkili “sonuç” değil…

*Herkesi memnun etmem mümkün değildir, ayrıca gerekli birşey de değildir 🙂

*Farkındalık, hissetmek değil, neyi neden nasıl yaptığını sorgulamakmış ve can mış!

*Gülümsemek ki o zaten hep en güzeli, kanun artık o, değinmesem olmaz:)

*Affetmek de öyle, ve kabullenebilmek… Sorumluluğu üzerine alabilmek, hem de gülümseyerek…

*Zaman yolculukları güzeldir… Geçmişe… Sarılmak sımsıkı o zamanki “sen” e…

Şimdilik bu kadar yeter, tenefüs zamanı 🙂 Bir süre silmek yok tahtayı…

Ha çıkmadan, en güzelini, heyecanlısını, sürprizini ve enerjiğini sona sakladım, ayrıntılar sonra:

*****Bundan sonra “frekansım”,  kesinlikle, :):):):) “GÜNEŞ ENERJİSİ”  :):):):)*****

SEVGİLİ DOLUNAY;

Standard

Bu satırları sana, çook uzaklardan, sıradan insanların senin çıktığın gecelerde  kurt adama dönüştüğü efsanesinin nice filme ilham verdiği; uluma efectlerinin nesilden nesile adınla geçtiği, gerilimi oldu olası seven mavi gezegenin, bebeklerine “aydede”olarak tanıştırıldığın bir diyarından yazıyorum:)

Çıkarabildikleri sınırlı sesler,  sonsuz meraklarıyla Dünyayı en baştan anlamaya çalışan o minik parmakların, ilk büyük keşiflerinden birisindir, hatta bazen en uzun kelimesi… İşte o an, onun dünyasındaki herkes için “Aydede”sindir.

Benim için de öyleydin… Hem de en tontonundan… Sanki ağzın burnun vardı da gülümserdin:) Heyy, dostum , tabii ki muteşem kondisyonunla neredeyse 28 gün gibi kısa bir sürede etrafında döndüğün dünyada ihtiyar bir dede olarak anılmıyorsun. Bizde yaygın bir benzetme var bilir misin?: “Benjamin Button” gibisin:) Hem sana dede diyen o diller varya, bilsen büyüdükçe nasıl ilham alıyorlar senin ışığıdan, denize yansımasından, güzelliğinden, evrelerinden de, ne sanatlar, ne aşklar doğuyor… Hayaller, hatta ruhsal “haller” 🙂

Şaşırdın mı,belki senin için çok sıradandır o yolculuğun… Bizim buralarda  “İşimiz rutine bağladı.” deriz,”Monoton hayatım.” “Sabah 8, akşam 5 şekerim hep aynı şeyler, sıkılıyorum, bir değişiklik istiyorum.” Şikayet etmeyi pek severiz, söylenir söylenir, o aynı hayatımıza aynı şekilde “aynı bizle” devam ederiz.  Nasılsın diye soranlara şöyle cevap veririz: “Ne olsun işte hep aynı, gidiyoruz geliyoruz, yuvarlanıyoruz! Suratımıza da şöyle okkalı bir memnunsuz ifade yerleştirdik miydi, tamam…

Yuvarlanıyormuşuz!! Sen ne dersin acaba? “Ne olsun işte hep aynı şekerim, dönüyorum dönüyorum dünyanın etrafında, galaksi hali…” “Ay biraz yoruldum ama az kaldı,senelik izin isterim olmadı, bir değişiklik işte” ya da 🙂  Sahi sen sıkılmıyor musun hep aynı Dünyanın etrafında dönmekten? Kalmadı mı aklın hiç Venüs’te, Mars’ta, Jüpiter’de 🙂  Biz mesela gidemeyiz öyle hep aynı şeyin peşinden, ilgimiz dağılır, her an vazgeçebiliriz, dikkatimizi etrafında dönülesi daha güzel birşey çekebilir…  Hele bir şeyin uydusu olma fikri tamamen uzak bize!  Kafamıza esmeyegörsün, çeker gideriz bile… Bize uğrunda uydu olunacak birşey mi yok, hem biz niye dönüyoruz canım, o dönsün 🙂 En fazla twitter dan, facebooktan takip ederiz! Sıkılırsak, kızarsak da “unfollow”  ederiz… Ha illa bişeyin etrafında da döneceksek, biz oluruz o mesela,kendi etrafımızda döneriz, kendimizi dünya yerine koyar, eğleriz,  adına da  “Dön dünya, dön heheyyt” deriz… Etrafımızda bizimle dönen uydu bırakmayınca da “yuvarlanıp gidiyoruz işte” ye çeviririz, sonuçlarımızı etrafımızdaki nedenlere bağlamayı pek severiz…

Belki de bu yüzden son zamanlarda, “ritüeller”le karşılıyoruz seni… Hayatımızda değiştirmek, geride bırakmak istediklerimizi, bazen sevmediğimiz yönlerimizi, içimizde biriktirdiğimiz negatifleri, senin ışığınla değiştirmeye niyet ediyoruz 🙂  Sen bir ay atarlan, kır etrafındakileri, yetişeme hiçbir şeye, durmadan ye, becereme kafandakileri, adım atma, cesaret etme, içinden geleni söyleme, gülme, sonra yaz kağıda bütün bunları, yak, 28 gün boyunca Dünyanın etrafında dolaşan aydan, tam şöyle bi rahat edip soluklanacağı zamanda seni değiştirmesini bekle:)

Yaa, öyle yapıyoruz valla… Bakma ben şimdi böyle diyorum ama, bu da böyledir bizim buralarda, sürekli belgesel izleriz ya, dizi, yarışma asla! Onun gibi… Ben de pek severim aslında o ritüelleri, bayılırım, başı çekerim, bütün arkadaşlarıma söylerim. Bu kez sana başka türlü hazırlandım: “Dolunaya teşekkür ritüeli” 😀

Hep değişim isteyelim, dilek dileyelim olmaz değil mi? Canım Dolunayım bilsen ne önemli bendeki yerin… Tesadüf müydü, bütün önemli yolculuklarıma eşlik edişin? Otobüste gecenin bir vakti gözümü açıp soru işaretlerimi, endişelerimi, hayallerimi, çıktığım yolculuğun devam edip etmeyeceğini düşünürken, hep o koltuk camımdan bana gülümsedin. “Dolunay var bu gece, olacak” dedim, ben de gülümsedim.

Bazen kötü geçen bir günün ardından tupturuncu kocaman gökyüzünde belirdin! Günün sürpriziydi o halin… O kadar güzelsin ki, bunu hiç saklamadım:) Yolda etrafımdan geçenlerce garip karşılanabilecek mimiklerle sana karşılama merasimi yaptım, hiç unutmuyorum bi kere de sana öpücük attım, hatta abartmakta sınır tanımadım, el salladım:)

169015_153233268063269_100001297918520_269275_916528_n

  Kimbilir olduğun yerden nasıl gözüktüm ama evet sen yeni turuna hazırlanırken, ben bunları yaptım…  Gün geldi karışık ruh hallerimi de sana bağladım… Gerginliğimi, bazı tepkilerimi, yeme krizlerimi, duygusal ağlama isteklerini senden bildim…  Bu durum da kolayıma geldi sanırım.. Bir de seni görünce hep dilek diledim… Halihazırda bir dileğim varsa da, seni onun gerçekleşeceğine dair işaret bildim:) Sen çıkmışsan, dileğimden öyle emindim! İyi bir ikiliyiz seninle, beraber neleri değiştirdik, nice şehirlerden geçtik… Belki de bu yüzden sırf kağıt yazmakla, kendini değiştirmeden senden enerji isteyen, başka bir ritüel çıksa trend bilip onun peşinden gideceklere, seni “follow” etmekten sıkılıp yeni ritüellere sığınıp beceremeyişlerini senin üstüne yıkacak olanlara mektubumun başındaki hassasiyetim…

İçimdeki enerjinin yükselmesine vesile olduğun için, en uzun yolculuklarıma ışığınla eşlik edip güç verdiğin, bazen de gerçekleşen dileklerimin keyfini çıkarırken bana güzelliğinle eşlik ettiğin ve hayatımdaki yerin, denizle bütünleştiği için çook teşekkür ederim!

Yine hoşgeldin, ne iyi ettin, güzel enerji verdin:) Bu kez dilek ya da kağıt yazmıyorum, teşekkür mektubu bu dedim ama, var mı önümüzdeki ay için yeni sürprizlerin:) Mektubumu burada sonlandırırken, öperim 🙂

A AA, OLDU MU ŞİMDİ AMA:)

Standard

Canım blog’um zamanla, ya da karşınıza çıktığı anda sizi gülümsetir mi okudukça (ki dilerim gülümsetir:) bilmem ama bana adı gibi enerji verdiği kesin! İlk yazımı yazdıktan sonraki iki gün boyunca, ara ara açtım baktım sayfaya… Arkadaşlarımdan başladım link imi paylaşmaya. Sağolsunlar canlarım, hepsi de ortak oldu heyecanıma… Muzip muzip baktım yorum var mı, tıklanmış mı, abartmıyorum hatta; yerinde mi hala 🙂

“Aman canım sanki Amerika’yı yeniden mi keşfettin (hayır, hiç keşfetmedim hatta, birgün umarım:), blog işte, açmışsın yazmışsın (e ne güzel işte), bundan bana ne, bu fikir çoktaan eskidi bile, hem artık herkes yazıyor şekerim, anlattığın kadar heyecanlı birşey mi senin de yazman, hem çok şey yazıldı, sence sana yer var mı, bu kadar geç kaldığına yanacağına övünüyor musun bir de?” gibi şeyler geçiriyorsanız içinizden, hemen şuracıkta modumu düşürmüyorum artık hemen 🙂

Son günlerde pek bir uğraşıyorum kendimle… Saçımla makyajımla falan değil, direk içimdeki “güneş” ile… Arkadaş 26 sene olacak neredeyse ( tabi canıım, neredeyse, yoksa hala 25:) gün geçmiyor ki şaşırmayayım, kendimle ilgili bilmediğim ya da yanlış bildiğim, bildiğimi sandığım birşey bulmayayım. Karışık mı oldu ne? E bu da başka bir yazıya, blog yazıyoruz artık ne de olsa 😀 Şaka bir yana, işte kendimle ilgili zevkle ve merakla  çıktığım bu keşif yolculuğumda bugün birşeyin farkına vardım: Kova burcu olmasıyla pek övünen, söz konusu özgürlüğü olunca  kimselere aldırış etmeyen, bu konudaki kararlılığıyla çevresinde ” kafasının dikine dikine giden” olarak bilinen, aklındakini illa yapan, söyleyen ben, meğer koynumda “zincir” beslermişim…

Ben kendi yolumda şarkısını  söylerken, kendi seçimim, benim sesim, ben beğendim, ne güzel işte olması gerekeni değil, istediğimi seçtim, seçerken değiştim, değiştikçe daha da sevdim, “benim” derken bir de baktım yolumun keyfini çıkarmamı etkileyen, arada yavaşlatan, olduğum yerde döndüren  ışıklı tabelalarla beni oyalayan, kuşkulandıran bir takım sesler , hem de kimselerden değil,bizzat içimden! 

A aa, kim koydu ki şimdi bunları oraya, ben değilim, hayır yapmadım,tabi canıım yaparmıyım hiç öyle şeyler? Kendime hemde! Kesin bir başkası, yemeğimin içine mi kattılar acaba,çayla içirdiler ya da, merkür geriliyor muydu ki o sıra? (ah ben ah:)

Kaşla göz arası nasıl mı etkilermiş meğer beni bu gizli ,sevgili ve evet minik -zincirlerim-? Hadi blogum için son kez bir kulak vereyim:

“Niye öyle dedin ki Güneş şimdi?” “Bekle, aman heyecanını gösterme” ” Sus şimdi iyisi mi bilmediğini belli etme.” “Hata yapma!”  “Doğru mu sence?…” “Oldu mu ki şimdi bu?”

Hatta ben farketmeyeli bayağ büyütmüşler işi, değil benim kararlarımı etkileme, başkaları adına karar almaya başlamışlar bir de kendi kendilerine:

“Neden öyle dedi acaba, şimdi neden öyle yaptı ki!  Kesin ben bir şey yaptım evet, kırıldı kırıldı, yanıldı mı acaba benle ilgili?””Ah öyle denir miydi orda, ne düşünüyorlar acaba benle ilgili şimdi?” “Ayıp mı ettim ki?” “Beğendiler mi, sevdiler mi beni?”, “Hata mı yaptım ki, ahh ah keşke şöyle….”

Hey hey heeyy! Bir dakika, dur bakalım orada derim ben şimdi! Bana bak zincir, seni görmeyeli dilin fazla uzamış! Şimdi ben ne hissediyorsam, ne demek istiyorsam, seviyorsam ya da hoşlanmıyorsam, mutluysam ya da kırgınsam, kızmışsam, coşmuşsam kim ne düşünür diye hesaplamadan kendi seçimimi gönül rahatlığıyla deneyimleyemiyorsam, seninle vardığım o sonuç neye göre doğru, neye göre yanlış, eksik, gülünç, oldu ya da olmadı ? Ölçüt ne? Sen misin? Yoksa çevredekilerin kendi zincirleriyle verdikleri hükümler ve tepkileri mi?E ben kimin gönlünü yapacağım şimdi? Imm, cevap veriyorum, tabii ki Güneş’in! Coşkulu bir müzik ve alkışlarla siz sevgili  zincirlerimi şimdi şuracıkta kestim:)

Bugün karar verdim:  Beni mutlu eden, içime sinen, içimden gelen kendi seçimimden, neden bir başkası hoşlanmadı, onaylamadı diye tereddüt duyayım, bütün sonuçlarıyla bana ait olan bu deneyimimin tadını çıkaramayayım? O an gülüyorsam sırf o hayatından hoşnutsuz diye niye susayım? O da gülsün. Beraber gülelim hatta. Ben içimden geldiği enerjide konuşuyorsam, o bunu çocukça bulup dalga geçme havalarında eğleniyorsa, çok ciddi bakışlarıyla kendini tutuyorsa kendisi düşünsün, ben de onun bu haliyle eğleniyorum, çok hemde!  Enerjime, her durumda içimden eğlenebilmeme, yeniye hevesime  gıcık oluyorsa kendisinden başka ne tutuyor onu acaba, tribinden bana ne (yaşşaa:) Aman bir şeyi de çok mükemmel yapmayıveriyim canım, ne olacak? Hem neye göre mükemmel, kime göre? Taşırabilirim boyaları çizgilerinden, baka baka resim yap, taşırmadan boya diye öğretilmiş bize, bir rahat bırak taşırayım, düzeltme, heyecanla boyayan elimi sıkıştırma o kalın çizgiler arasına, renklerime de karışma ayrıca , illa yeşil mi olacak ağaç, pembeye boyamak istiyorum ben belki, benim resmim, asmassan asma panoya, ben saklarım onu, “benim” derim gururla. Hem sen kendi resmine baksana,  a aa taşmış mı şurası sanki, o renk uymuş mu oraya, aman taşırma:)

Sana gelince eyy sevgili okuyucum ( heheyyyt:) sözüm senden dışarı, sen anladın kimlerden nelerden bahsettiğimi… Okumussun ya, gelmişsin buralara, dünyama… işte böyle hissettim bu kez ben , yazmak istedim, güzel mi,olmuş mu doğru mu sorularımı az evvel çıkardım.  Sen yazarsan fikrini, eleştirini, beğenini ya da neyi sevmediğini; mutlu olurum çok!  Hem senden de birşey öğrenirim kendim hakkında belki? Dedim ya, zevkli bir oyun benimki… Hem deneyimlemiş olurum blog üzerinden de yeni kararımın bendeki etkisini…

Bu arada, sizin de varmıymış tamamen isteminiz dışı (!) gizlice içinize yerleştirilen ” güzel mi, gider mi, a aa oldu mu ya şimdi” ler?

HOŞGELDİM :)

Standard

Hatırlar mısınız çocukluk hayallerinizi? Hani çocuk aklınızın sesi olduğunu düşünen hayal kurmayı çoktan bırakmış “büyüklerin” anlayışlı gülümseyişleri karşısında cesurca dillendirdiklerinizi… Astronot olmayı düşlermiydiniz, uzaya gitmeyi? Korsanlarla savaştınız mı cesur olup, denizci ya da, açıldınız mı hayalinizde uzaklara? Gezgin mi, kaşif mi, bilgin mi,öğretmen mi, bitmeyen bir eğlenceli oyunun daimi oyuncusu muydunuz ya da? Neydi sizinki? Gülümsetti mi şimdi? Çok mu uzaktasınız ona, ortasında, peşi sıra gitmeyi çoktan bıraktınız mı yoksa? Hatırlayabildiniz mi? Haberci olmaktı benimki… En sevdiğim oyun, karşıma dizdiğim bebeklerime okumaktı gazeteyi, soru sormak sunucu olup, sonra konuk yerine geçip cevap vermekti… Teypler vardı o zaman, kırmızı tuşu bir de… Ona ve Play e basıp kayda alırdım sesimi, şarkı seçerdim sevgili dinleyicilerime… Büyürken susturmadım hayalimin sesini ve düştüm peşine… Tuttum bir ucundan İzmir’de… Radyoda şarkı seçtim gerçek dinleyicilerime ve haberler yaptım, röportajlar… Girdim hayalimdeki sihirli kutunun içine… Oyuna da devam ettim, bu kez ayna karşısında stüdyoya bağlandım ve bitirirken “Birand” dedim… Onun muhabiri olmaktı yeni heyecanım, hedefim… Sonra… Sahi ne oldu sonra? Ne oldu da vazgeçtim hayalimden, cesur olup peşinden gitmeyi, göze almayı, denemeyi değil, rota değiştirip güvenli sulara demirlemeyi seçtim sanırım… Siz, takım elbiseleriyle masa başında oturanlar, bir günü diğerleriyle aynı olanlar, hayalini cesurca dillendirene, çoktan vazgeçmişliğin anlamayan bakışlarıyla bakanların safına geçmeye başlayanlar anladınız değil mi beni?  Eğer hala kulak verenlerdenseniz içindeki sese, ne mutlu size:) Ben o sese çoktan arkamı döndüğümü, her akşam evimize saat tam 19.00 da giren ses bir anda sonsuzluğa gittiğinde farkettim… Deneyebilirdim, onunla çalışabilirdim belki, öğrenebilirdim… Evet gidebilirdim, kim bilir belki olmazdı bunların hiçbiri, nereden bilebilirim ki? Denemedim. Dahası o an, uzun zamandır birşey hayal etmediğimi de farkettim. Aklıma Birand’ın muhabiri olma hayalimi resmeden doğum günü hediyem geldi sonra…

DSC00758

Mail atmışım ona da çekip fotoğrafını, nasıl da yazmışım çocukça heyecanla…Önemli değil cevap gelip gelmediği, ben heves etmişim ya… O fotoğrafı görünceyıllar sonra, sakin suya attığım demiri kaldırıp rüzgarla doldurmak istedim yenidenyelkenlerimi, masamdar geldi, sanki onunla beraber bütün o hayallerim de sonsuzluğa gitti … Onunla çalışanlar, öğrencileri anlatıyor günlerdir, onun verdiği cesareti, çalışma ve yaşama azmini, güzelim çocuk kalbini ve ardına bakmadan hep ilerlemeyi öğütlediğini… Ben değil miydim can kulağıyla dinlediğim Mehmet Ali Birand bültenlerinde anonslara, haber yazımlarına dikkat eden, fikir edinen, anonslarını onun gibi heyecanlı mimiklerle çeken? Yine birşey öğrendim ondan, bu kez ne yazık ki o giderken… Hayallerin zamanla şekil değiştirebileceğini farkettim, heyecanın yitmeyeceğini, ruhunu mutlu eden sesi her daim bulmanın ve ona kulak vermenin ayrıcaklı keyfini yeniden keşfettim…

   Evet bitmedi benimkiler de, yenilendi, ve bilseniz nasıl renklendi… Yeni hayalim, Güneş Enerjisi! Ben yazsam ya diye başladı, enerjimi paylaşsam ya ile, sonra caanım evren de duydu beni ,yaptı sürprizlerini yine vee HOŞBULDUM müsadenizle:) Eğer karşılaşmışsak ve bir cümle bulabilip kendinizden gülümsemişseniz, siz de hoşgeldiniz! Ne iyi ettiniz… Dilerim tutsun ve hep yüksek olsun enerjimiz 🙂 …