Monthly Archives: Şubat 2013

mikrofon başında,ben güneş :))

Standard

Dört bir yanı kalpler, kırmızı güller, ayıcıklı şekerlemeler, buram buram satış stratejisi kokan, “aşkın en saf hali”  tek taş yüzükler, tatlısı çilekli pasta olan alakart  menüler, avuçlarını ovuşturan gözünü satış hedefi bürümüş temsilciler sarmış; maddiyatla bunca anılmaktan, abartılı bir gösterişe zorlanan sevgi bile ne yapacağını şaşırmış;   “sevgililer gününde sevgiliye enn enn hediyeyi almanın sevgiyi göstermenin koşulu olduğunu”, -sevgililer gününde sevgilinizi etkilemenin on etkili yolu- listesinden okuyanları; duygularını cümle aleme ve sevdiceğine nasıl ispat edeceğinin derdi sarmışken ve nadir çiftler, 14 şubat ve kapitalizmi ayrıştırabilip gönlünce yaşıyorken; ben de bir türlü unutamadığım aşkımla dört yıl aradan sonra yeniden buluşacak olmanın heyecanındaydım 🙂

Bantlarını çıkarıp çıkarıp serçe parmağımla yeniden sarmaktan oyun yaptığım (niyeyse:) kasetleri dinlemek değildi tek zevkim teypte… Ya da beğendiğim şarkıyı radyoda sabırsızlıkla bekleyip, başladığında “kırmızı ve yanındaki tuşa” birlikte basıp boş kasede çekmek, o sırada biri kapıyı açıp içeri girecek olursa ona şiişşt demek, o şarkıyı bazen arkadan gelen , istenmeyen ama bazen de komik olabilen  seslerle birlikte dinlemek 🙂

nostalji-radyoSesimin nasıl çıkacağıyla mı başlamıştı merağım orası hayal meyal… Kırmızı tuşa basıp , “sesim de tam çıksın diye” ağzımı hoparlöre dayayıp ilk mikrofonumu yapmam dün gibi aklımda:) Gerçek bir mikrofonaysa, Edirne’nin yerel kanalının çocuk programında masal anlatırken konuşmuştum ilk, heyecandan ellerimle oynaya oynaya:) Acaba orada mı başlamıştı kamera sevdam da?

Artık nostalji kelimesiyle birlikte anılan teybimle aramdaki bu kimselerin bilmediği minik oyunum,  gerçek oldu altı yıl önce, gerçek mikrofon ve kulaklıkla hemde:, Radyo Dokuz Eylül’de… Radyomuzun kaliteli yabancı müzik çizgisini sonuna kadar sağlamaya hevesli;  yağmur yağınca bazen yayınımız kesilse de, kulaklığımız da bozulsa ara ara,yayınını büyük bir heyecanla bitiren, radyosuna hayran, hep daha iyisini yapmak isteyen üniversite öğrencileriydik. Kırmızı ışıkta durunca otobüs, yandaki arabaların içine bakar, 107.90 ‘u görünce kocaman gülümserdik. Bu arada İzmir’de pek sevilirdik, internet üzerinden de çok dinlenirdik.

Radyonun kokusu olur mu? Daha önce anlamazdım “Sahne tozunu yuttum, radyonun büyüsü başka, sinema sinema” gibi beylik lafları… Bana kalırsa çok iddialıydı, sadece laftaydı… Radyonun bir kokusu olduğunu, gerçekten bir sihiri olduğunu, radyomuz kapandıktan sonra, ara sıra burnuma gelip hüzünlendirdikçe anladım… Evet televizyonculukla mikrofon kamera birlikteliğim biraz daha devam etti ama radyonun yeri hep başka kaldı…

Birgün yayındayken gelen telefon aklıma geldikçe gülümsetir kocaman içimi… Hala hatırlarım; ismini Derin Deniz koyacağı bebeğini beklerken , doğumdan önce yayında çaldığım şarkı listesini dinlemek istediğini söyleyen ve hazırladığım cd ‘yi tam da doğum günümde almaya geldiğinde bana nergis getiren ve harika bir hediye olan o tatlı anneyi… Dedim ya, siz yayındayken ve şarkılarınızı çalarken, hiç bilmediğiniz birilerinin duygusuna, kalbine dokunabilmek, onları gülümsetebilmek gerçekten sihirli 🙂

Radyo büyük aşkım… Ne şahane ki, yollarımızın bir daha kesişebileceğine ihtimal vermezken, bir gün pat diye sürpriz yapıverdi… 16 şubat itibariyle, radyoda yine ,yeni, yeniden başlıyor Güneş Enerjisi 🙂

 

20121211_203059

Bu arada programın ismi de Güneş Enerjisi… Hem blogumun esin kaynağı olması sebebi, hem de enerji kelimesini – ismimden de mi ötürü ne:) – bunca seviyor olmam, kullanmam, arkadaşlarımın da benim bu seçimimi destekleyen çok kıymetli dilekleri ile, bu kez Çanakkale’de, yine üniversite radyosunda, başlıyor dört yıl aranın ardından büyük buluşma:)

Ben çok heyecanlıyım, çok da mutlu…Seçimlerimle hayalimden vazgeçtiğimi düşünürken ve radyoyu deli gibi özlerken, hiç beklemediğim anda, şahane tesadüflerle , hem de tam benlik bağlantılarla “ışınlarımla çektim çektim” diyerek “evrenden torpilim vaar!” dedirten bir radyoda karşıma çıktı benim evrimini teyp hoparlöründen tamamlayan vefakar mikrofonum:)

Eğer birşeyi gerçekten istiyorsan,seviyorsan ve seni mutlu edeceğine inanıyorsan, neden hayatında olmadığına ilişkin saydığın bütün o yüksek sesli maddelerin, birer “bahane” olduğunu; ama ile başlayan ve seni bu konuda kendine göre haklı çıkaran her bahanenin ve sebebin; aslında işin kolayına kaçarken bunun suçunu başkalarına yüklemenin dayanılmaz hafifliği olduğunu; hayallerin ve düşüncelerin zamanla değişebileceğini, hayalini ya da istediğini yaşayamadığını düşünürken, eğer sağladığı; senin “o” duygunsa, yaşadığını hayaline ve istediklerine uyarlamanın keyifli bir güç verdiğini öğrendim…

Ne diyorduk? Evet, her cumartesi, pazar saat 14.00 ile 16.00 arasında, Çanakkale’de 94.00 frekansında, internet üzerinde kampusfm.comu.edu.tr adresinde canlı yayında, mikrofon başındayım… Haftasonuna renk katacak, geçmişten sürpriz yapacak, özlediğimiz, sevdiğimiz, bizi mutlu edecek şarkıların dümeninde,  hiç bilmediğim ve artık çok iyi bildiğim kalpleri, mikrofon başından mutlu edebilmenin  keyfi yeni rotam, şarkıların o gün keşfettireceklerinin yeni seyri… Hadi mutlu edelim kendimizi… Denk gelir de dinlerseniz, beni de çok mutlu edersiniz…  E hadi, gülümseyerek biz başlayalım, yükseltsin enn sevdiğimiz müzik de enerjimizi 🙂

Q=m.c.Δt :))

Standard

Hiçbir yere gitmedim, işte geldim burdayım, seni biraz ihmal ettim blogum, farkındayım… Nerede kalmışız? Ha evet, dolunaya öpücük göndermişiz en son:) Vallahi iyi de eğlenmişiz seninle, ah o Dolunaya son öpücüğümüzden sonra neleer oldu neler:) Anlatmak istediğim ne çok şey birikti de ancak bırakabildim ertelemeyi (ben ona başka birşey de derdim de 🙂 Gel otur yamacıma hadi… Aaa, ama böyle yapmasana! Söz arayı açmak yok bir daha… Hah şöylee, dinle… Hem yalnız da değiliz baksana 🙂

On sene olmuş o çok “mühim” kararı vereli. Sanki o güne kadar hep, bize sunulan seçenekler arasında kararlarımızı gönlümüzce vermişiz, kendimize “neyi istediğimizi” ,bizi neyin mutlu edeceğini sormayı öğrenmişiz, hayaller kurmuşuz, hedefimizi belirlemişiz ve zaten bir daha değişemezmiş gibi;  kalın çerçeveli  gözlüklü, asık suratıyla sevecen gözükmeye çalışan yapmacık devasa ses şöyle dedi: “Yap seçimini, sayısalcı mısın,eşit ağırlıkçı mı, sözelci mi, yoksa yabancı dilci mi? Mu ha haa haaa”

Korkunç kahkahasını kesince, ülkemizde ortalama bir lise öğrencisinin önünde “normal şartlar altında” uzun vadede, yürüdükçe açılabilecek, muhtemel ve bağlantılı kapıların hepsinin önünde, bu kez prensesin karşısına dikilen yaşlı, çirkin cadınınkiyle aynı seste durarak, “Bu kararın bölümünü, üniversiteni, mesleğini de etkileyecek, hangisiysen, yola o olarak devam edeceksin, seçtiğini yürüyeceksin, karar senin, evet bu kararını şimdi vereceksin” dedi ve kıpkırmızı elmalarla dolu sepeti uzattıp, sisli dumanlar arasında yitti… Şimdi uzaktan bakabildiğimiz ve on yıldır da sonuçlarını yaşadığımız ya da değiştirmeye çalıştığımız o kararın bize bırakılış zamanı ve şekli, sahiden “masalsı” değil mi?

wickedwitchca9

Dayatılan sınıflandırmaya göre, kesinlikle sözelciydim. Bana kalırsa hala da öyleyim. Ama sayısalı seçtim. Lisenin son iki yılı, “fizik” gölgesinde geçti…Fizik dersi benim için tam bir işkenceydi. Bitmek bilmezdi.  Tahtalarca ispatı yapılan formülleri anlayamaz, sayısal değerleri yazarak sonuca ulaşmanın çok basit gözüktüğü problemlerden bir türlü çıkamazdım.

Fizik kitabının başında saatlerce oturup baktığım boşluğun hacmini hesaplayabilirdim bak ama 🙂  Formüllerin ispatlayamayacağı hızda düşünceden düşünceye atlar, anca düzgün doğrusal hareketlerle, kurduğum hayallerin menzilini hesaplayabilirdim! Sınav zamanı da formülleri ezberler, aklımda kalsın diye kendimce benzetmeler uydurur, rakamlar arası bağlantılar kurup doğru şıkkı bulmaya çalışır, saatlerimi alan iç sıkıntıları sonrası, sınavı savmaya bakardım. Ayy hatırlayınca bile daraldım!

E madem sözelciydim diyorsun, ne demeye gittin sayısal seçtin, kendini fiziğin kör kuyularına merdivensiz bıraktın diye mi soruyorsun a benim yufka yürekli blogum 🙂 Şimdi buradan bakınca cevabım basit: Popüler, “başarılı”, havalı, önü açık ve biraz da  arkadaşlarımın tercihi diye!

O zamanlar etrafımdaki sesleri kısıp, sadece kendi sesime kulak vermeyi bilmiyordum. Gerçekten neyi istediğimi nasıl bulacağımı, kendimi tanımayı, istediğimi nasıl olacağımı, neyi istediğimi, sevdiğimi, kim olduğumu sormayı, başkalarına onca sorup emanet cevaplara tutunmaya çalışana kadar; içimden geçeni, beni mutlu edeni, hayalimi nasıl yaşayacağımı… Ya da bir gün beklenti ve bakış açının değişebileceğini, kendimin zaten her an değiştiğini, karar verip seçtiğim yoldan bir gün vazgeçebileceğimi, ancak kendi kararım olan bir yolun her halini sahiplenerek yürüyebileceğimi ve gitmek istediğimde cesareti yine kendi içimde bulabileceğimi , gidebileceğimi, değiştirebileceğimi ve bunun müthiş keyfini…

“Okuduğumuzu anladık mı?” sorularına cevap arayarak işledik biz “Hayat Bilgisi”ni… Metni okuduk ve cevabı içinde aradık… Ne kadar metinde yazılı cümlelere bağlı kalırsak, o kadar çok puan alırız sandık… Öğrendiğimiz kelimeleri cümle içinde de kullandık evet… Anlamından ziyade, şekline takıldık. Bazen öğeleri doğru yerleştirelim kaygısından anlamı çoğu kez kaçırdık… Varsın olsun, ekini kökünü doğru ayırdık ya, hem sıramızı da savdık… Boşlukları “yukarıda verilen kelimelerden uygun olanıyla” doldurmaya alıştık… Verilen konunun çizdiği çerçeveden bir kelime dışarı taşmadan kompozisyonlar yazdık. Derslerimizden 5 pekiyi aldık evet, ama bak,bir karar anında çuvalladık…

physics-formula-vectorsFizikten nerelere geldim yine… Söz konusu fizikse, fizik ötesi her yere bağlanabililirim demiştim ya, bak işte aynen böyle 🙂 bu arada farkındayım genelledim az önce de, sormak lazım bu çok mühim kararın en az 10 yılını geride bırakanlara  “Gerçekten olmak istediğiniz yerde misiniz? Değilseniz bile, vardığınız yerde, severek ve sahiplenerek, özgürce “kendinizde misiniz?”

Tamam şimdi şurda kuantuma da sıçramadan, 15 günlük aradan sonra nereden mi daldım bu fiziklere, formüllere? Az evvel anlattığım , dersteki halimi anımsattı da son olanlar… Artık kimse tahtaya kaldırıp, okuduğumdan ne anladığımı sormuyor bana, ben gönüllü kalkıyorum tahtaya ve “Bu yaşadığımdan ne öğrendim, burada neden böyle davrandım, peki başka türlü nasıl davranıp düşünseydim daha iyi hissederdim?” diye notlar alıyorum.  İşte son olanlar beni yine tahtaya kaldırttı… (tamaam biliyorum, meraktan çatlıyorsun, o zaman birini söyleyebilirim,hem de rahatlıkla, ayrıntıya da boğmadan bu kez, ehliyet alamadım:) Bazı formüllerimin gidiş yolunu kısaltıp, bazılarını silmem gerektiğini, bazılarını yeniden düzenleyip, daha net, kısa ve akılda kalır, pratik, uygulanabilir hale getirmem gerektiğini farkettim. Kara olmasan da, tahta sensin blogum bu arada:)

*Herşeyi mükemmel yapmak zorunda değilim. Benim dışımda da gelişmeler olabilir, Ayrıca, bi müsademle, hata da yapabilirim. Zaten ne yapıyorsam, o olabileceğinin en iyisidir, “mükemmeliyetçi”ciyi içinde kullanalım hadi:

-Artık mükemmeliyetçi değilim 🙂

*Nerden baktığıma bağlı :))

*Arkadaşlar güzeldir, çook güzeldir:) Doğum günleri, dilekler,niyetlet de öyle (anlatırım, başka yazıda 🙂

*Aradığım belki odur, belki de değildir 🙂

*Mutluluk bir seçimdir, pamuk ipliğine bağlı nedenlere ilişkili “sonuç” değil…

*Herkesi memnun etmem mümkün değildir, ayrıca gerekli birşey de değildir 🙂

*Farkındalık, hissetmek değil, neyi neden nasıl yaptığını sorgulamakmış ve can mış!

*Gülümsemek ki o zaten hep en güzeli, kanun artık o, değinmesem olmaz:)

*Affetmek de öyle, ve kabullenebilmek… Sorumluluğu üzerine alabilmek, hem de gülümseyerek…

*Zaman yolculukları güzeldir… Geçmişe… Sarılmak sımsıkı o zamanki “sen” e…

Şimdilik bu kadar yeter, tenefüs zamanı 🙂 Bir süre silmek yok tahtayı…

Ha çıkmadan, en güzelini, heyecanlısını, sürprizini ve enerjiğini sona sakladım, ayrıntılar sonra:

*****Bundan sonra “frekansım”,  kesinlikle, :):):):) “GÜNEŞ ENERJİSİ”  :):):):)*****