Category Archives: Meltem Acar Yücesoy

Mehmet Ali Birand’ın Öğrencisi, Ekranların Güler Yüzlü Muhabiri Meltem Acar Yücesoy ile dedik ki; “Haber aşkı hiç biter mi” :)

Standard

“İspanya’dan kalkıp Mısır Piramitleri’nin eteklerinde hazinesini arayamaya giden Endülüslü Çoban Santiago’nun masalsı yaşamının öyküsü” yazıyor elimde 2012 basımını tuttuğum kitabın arka kapağında.
On yaşında olmalıyım Paulo Coelho’nun Simyacı’sını okuduğumda. Diğer kitaplarıma göre çok da kalın sayılmayan Simyacı’yı bir türlü bitiremediğim dün gibi aklımda… Bir de “Kişisel Menkıbe” nin ne kadar sık geçtiği romanda…

Ne demek olabilirdi ki “kişisel menkıbe” acaba? Aldığım cevabı hatırlamıyorum bunu evdekilere sorduğumda, başka bir yerde de çıkmadı zaten sonra karşıma… Yanıtımın hikayemde gizli olduğunu öğrenecektim çon sonra…Zaten bilmiyormuş yanıtını çoban da “Senin her zaman gerçekleştirmek istediğin şeydir.” demiş kendisini kral olarak tanıtan yaşlı adam ona:”Hepimiz, gençken kişisel menkıbemizin ne olduğunu biliriz.

Şimdilik bu kısımda kapatıyorum kitabı zira bir solukta okumak istiyorum “Simyacı” nın sırrını… Bu kez anlayarak Santiago’nun aslında neyi aradığını ve bilerek kendi yanıtımı… Merak ederek onun öyküsünde benimkinden ‘şimdi’ ne bulacağımı…

Kapağını ilk kapatışımdan yıllar sonra fark ediyorum da meğer şunlar düşmüş Simyacı’dan gökten üç elma niyetine bana:

Kendini gerçekleştirmendir kişisel menkıben ve onun peşinden çıktığın yolculukta bulduklarındır hazinen… Eğer bir şeyi gerçekten çok istersen, yapabileceğini ve mutlu olacağını bilirsen; emek verirsen, içtenlikle olduğunu düşlersen, seni ona götürmek için işbirliğine girer evren… Bu yolculuğa dâhil olanlar ya da bir gün yolundan ayrılanlar, bağlantılar, kararsızlıklar, bitişler, kendine dönüşler, başlangıçlar… Kazandıkların, yenilgilerin, vazgeçtiklerin, heveslerin, hayallerin, tesadüflerin, değiştiklerin, umutla devam edişlerin, yeniliklerin… Sonunda kendine ve hayata dair keşfettiklerin… Daimi öğrendiklerin… Hepsi yoluna dair… Sen yeter ki heyecanını ve inancını yitirmeden gitmeye devam et hayalinin peşinden… Bulduğun “sen” ile birlikte biriktirdiğin her hikaye, yoluna katılan herkes, cebinde bulduğun her şey hazinen…

Ben de çocukluk hayalimin peşine düştüğüm, hazinemin izini sürdüğüm yolumda, haber muhabirliğine başladım 2008 yılında İzmir’in yerel televizyonu SKY’da… Biraz daha öncesine denk gelir herhalde haber bültenlerini “gözlemlemeye” başlamam da…Başta sevgili Mehmet Ali Birand… Ali Kırca,Uğur Dündar,İrfan Değirmenci ve şimdi isimlerini tek tek sayamayacağım haber spikerleri…Nasıl yorumluyorlar, sunuyorlar haberleri? Diksiyonları, haberin konusunu ve duygusunu kendi duygularından ayrı tutmaları,gazetecilik objektifliğinin süzgecinden geçirip aktarmaları,duruşları… Peki ya muhabirleri? Nasıl anons yapmışlar, habere nasıl bakmışlar, o habere kendilerinden farklı ne katmışlar, nasıl yazmışlar, okumuşlar… Yakaladıkları detayları, canlı bağlantılarda kendilerine stüdyodan yöneltilen sorulara verdikleri yanıtları, röportajlarda yönelttikleri soruları… Beden dilleri, enerjileri, heyecan ve duygularını, fark yaratan yorumlarını objektiflik ekseninde haberin bütününe nasıl pay ettikleri… Kameramanın çektiği görüntüleri kim bilir belki de muhabirinin ona işaret ettiği… İşte bu gözle izlerim haberleri o zamandan beri… Bazen düşünürüm ben olsam nasıl yapardım o haberi? Hele bir de aynıysa gündemimiz duayenlerinkiyle ve aynı noktalara dikkat çekebilmişsem onların muhabirleriyle ve kendimden bir şey katabilmişsem vatandaş röportajları ve anonslarımla haberime, değmemezdiniz keyfime… İletişim dersine girer gibi geçerdim o vakitler televizyonun karşısına aynı saatte…

2008 yılının ağustos ayıydı… İzmir bir sabah; Konak ilçesinin Yağhaneler semtinde düzenlenen,16 kişinin yaralanmasına neden olan bombalı araç saldırısıyla güne uyandı. Biz ajanstan kullanmıştık haberi, araç yoktu sanırım kanalda ya da bir bahaneyle göndermemişlerdi oraya beni… Haberci refleksi; hem yaralılar ve meydana gelen olayla ilgili kaygılıyken herkes gibi, bir yandan da olay yerinde olmak, haberi yazmak, halkın nabzını tutmak, gelişmeleri gözlemlemek, mikrofon tutmak istiyorum deliler gibi… Bu duygularla keyfim kaçık aklım orada; gittiğim başka bir haberi yazarken başladı öğlen haberleri…

Meltem Acar Yücesoy… Kanal D muhabiri… Saldırıda hasar gören bir eve girmiş, aktarıyordu oradan gelişmeleri… Bir süredir görmüyordum onu ekranda sanki… Ben bir yandan kaygı ve merakla izliyordum onun haberini her İzmirli gibi, herkes gibi… Bir yandan da onu izliyordum; gözlemliyordum ekrandaki ve bulunmak istediğim olay yerindeki “muhabiri”… Az evvel anlattığım gibi…

İlk etapta anonsları çekmişti dikkatimi… Gelişmenin yarattığı şokun kaygılı heyecanını, uyandırdığı merakı, izleyicinin duymak istediği yanıtların sorularını özümsemiş; beden diliyle o atmosferi deneyimlerinin güveninde dengeye getirmiş, ekran başındakilerin hangi hislerle ondan bir haber almak istediğini biliyor gibiydi… Sakin ve olaya hâkimdi… Anonsunda o an çalışarak ezberlediği cümleleri unutmadan sıralama derdinde olmadığı belliydi; topladığı bilgileri ve gözlemlerini, doğal bir ses tonu ve diksiyonuyla harmanlamış, içinde biriktirdikleriyle anlatıyor olmalıydı haberi. Yanıbaşındaymışız gibi sanki… Şöyle düşündüğümü anımsıyorum; “Ne kadar samimi”…

19637_258133781256_2468076_n(1)

Akşam da bağlandı ana haber bülteninde Mehmet Ali Birand’a… Gelişmeleri aktardı bir kez daha, bütün gün haberi izlemiş olmalı dediğimi anımsıyorum ve üzüldüğümü neden orada olamadığıma, gıpta ettiğimi ona… İzmirli olduğunu ve İzmir’de yaşadığını öğrendim sonra nasılsa… Güzel olmaz mıydı tanışsak Meltem Acar Yücesoyla? Facebook adresi de çıktı google arama motorunun ilk sırasında : ) Mesaj attım hemen… Anlattım mesleğimi ne kadar sevdiğimi, yollarımızın aynı hayalden geçtiğini, üniversitede bölümümün derslerime girmeyerek çocukluk hayalimin peşinden nasıl gittiğimi, onu o gün gıptayla izlediğimi ve gözlemlerimi, bir gün Birand’a bağlanabilmeyi çok istediğimi, kendisiyle buluşmayı, merak ettiklerimi sormayı, ondan İstanbul’a ve mesleğe dair haberler duymayı arzu ettiğimi… İlk fırsatta görüşelim diyen yanıtıyla kocaman gülümsetti : ))

“Meltem Acar ile ilk defa karşılaştığımda 18 yaşındaydı. En büyük arzusu da televizyon muhabiri olmaktı. Bir insan bir işi bu kadar ister, söküp alana kadar böylesine asılır ve daha da önemlisi en iyilerinden biri olursa, onun adı Meltem Acar olur. Çok kişiyle çalıştım, Meltem kadar ne istediğini bilen, hırslı ve disiplinlisine az rastladım. Kanal D’nin star muhabirlerinden oldu, ancak güzel rastlantılar onu, Türkiye’nin en başarılı nöroloji doktorlarından Kemal Yücesoy ile karşılaştırdı. Geçen hafta bizim Meltem’imiz hem ana-baba evinden, hem de bizim yuvamızdan uçtu”
diye yazmış sevgili Mehmet Ali Birand Posta’daki köşesinde… Demek ki aşık olup evlendiği için gelmişti İzmir’e… Kalbi kalmış mıydı acaba haberde? Hem bu sorumun yanıtını alacaktım kısa sürede hem de sevgili Mehmet Ali Birand’ın; her ne kadar “yuvadan uçtu” dese de, mutluluklar dilekleriyle, özenli övgüleriyle satır aralarında vedanın okunmadığı yazısında neden bu cümleleri seçtiğini anlayacaktım; Meltem Acar Yücesoy’un yoluma dahil olmasına her daim teşekkürle…

Aynı yılın kasım ayıydı… Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ve dönemin İtalya Başbakanı Silvio Berlusconi; Türkiye – İtalya Hükümetler Arası Zirve’sinde, İzmir’de bir araya geleceklerdi… Ulusal basının da gündeminin ilk sıralarında yer alacak böyle bir buluşmayı ilk kez takip edecek olmak benim için çok heyecan verici ve önemliydi. Zirvenin gerçekleşeceği otelin önüne geldiğimizde, çoktan almışlardı yerlerini Ankara muhabirleri…

Mahalle arasında yapılan düğünlerin çekiminde bile bir üst modeli tercih edilen, sıklıkla arıza veren emektar kameramızla ve temassızlık yaparsa eğer sesleri cızırtılı alması ya da hiç almaması olasılığının önüne siyah bantla geçilen pratik çözüm harikası,süngeri eper yıpranmış canım mikrofonumla; basın mensupları için ayrılmış platformda ulusal televizyonların güçlü ekipmanları ve deneyimli habercileri arasında bu duruma takılmama duruşunu muhafaza etmeye çalışarak yer bulma telaşımı gülümseyerek hatırlarım hâlâ…

Liderlerin otele gelişlerinden görüntü almak için bekleyişimiz devam ederken kapıda, gözüm takıldı elinde Kanal D mikrofonuyla Meltem Acar Yücesoy’a, bizden biraz uzakta. Merak edip gittim biraz yakınına, tanışmamıştık o vakitte daha… Röportaj yapıyordu vatandaşla ve anonsundan anladığım kadarıyla çevrede alınan geniş güvenlik önlemleri dolayısıyla bu büyük zirveden haberdar olup olmadıklarını soruyordu İzmir halkına, kendime not diye yazdım biz beklerken peşinde olduğu bu ince ayrıntıyı da…

Sonunda salona geçebildik ve kürsüde karşımızdaydı Berlusconi ve Erdoğan’da…
Ben ve o esnada görebildiğim ertrafımda oturan İzmir’in yerel basın mensupları not tutuyoruz elimizdeki kağıtlara hızla, konuşmaların tek kelimesini kaçırmamacasına… Gözüm kağıdımda, kulağım onlarda altını çize çize yazıyorum bir yandan da öne çıkarabileceğim ayrıntıların, bu buluşmada…

Bir anlık boşlukta elimi rahatlatmak ve şöyle bir doğrulmak için başımı kaldırdığımda, gözüm takıldı yine Meltem Acar’a… A aa; sakince dinlemiyor mu konuşmaları arkadaşlarıyla? Gözü de tam karşıda, muhtemelen kulağı da onlarda, e niye not tutmuyorlar ya ? Kafamı çevirim çılgın tempomuza baktığımda bir kez daha şaşırdım bu tezata ama dedim ya, kaçırmamalıydım hiçbir mesajı, koyuldum yine not almaya…

Zirve sona erdi ve kanala döndüm yazmak üzere haberimi… Sayfalarca notumun arasından açtım önce altını çizdiklerimi, yazdım en önemlilerini ve ayarladım da haberde kullanacağım sesleri…Ve başladı işin benim için bir diğer zevki: Acaba ulusal basın bu haberi nasıl görecekti? Karşılaştırmalı bir an evvel öne çıkardığımız manşetleri…Önce haber siteleri…

Fakat o da ne? Evet, başlık bütün sitelerde hemen hemen aynı ama benimkisiyle tamamen farklı: “Erdoğan ve Berlusconi’den samimi pozlar”

Başlıklara bakakalışımla, bir benim haberime bir de haber sitelerininkine benimkine yakın bir şaşkınlıkla bakan Haber Müdürümün beni yanına çağırması arasında geçen kısacık sürede anlıyorum işin aslını neyse ki:
Meğer ben konuşmaların hiç birini kaçırmayayım diye başım önünde hızla not tutarken, Meltem Acar ve o esnada bu haberi birlikte nasıl bu kadar rahat takip edebildiklerini anlamlandıramadığım ulusal basından arkadaşlarının dikkati, ikilinin konuşurken kullandıkları beden dillerinde, kullandıkları samimi üsluptaymış birbirlerine…

Haber Müdürüm takılmıştı bana Güneş bizim haberde neden yok bu ayrıntılar, çektiniz değil mi diye… “Oo, çekmez miyiz, yazıyordum şimdi ben de (!)” İtiraf ediyorum; o gün haberin içinde olup da, haberden bir haber, haber merkezine dönen muhabir bir bendim herhalde : )

Şimdi gülümseyerek hatırlıyorum yolun başındaki bu anımı; sonrasında hep kullanacaktım, bu unutamayacağım “iletişim dersimden” çıkardıklarımı… Haberin ayrıntılarda gizli olduğunu ve iyi bir muhabirin çok iyi bir gözlemci olup, kimsenin görmediğini görmesi, farklı bir pencereden bakması, kendi üslubuyla anlatması gerektiğini yazdım renkli kalemlerle zihnime…O günden sonra da izlediğim özellikle de siyaset haberlerinde beden dillerine,fısıldaşmalara,ayrı oturmalara,hitaplara,“hoşgeldiniz” konuşmalarında atlananlara,mimiklere,kulislere özellikle dikkat etim ve zevkle yazdım yakaladığım detayları haberlerime…

2009 yerel seçimlerinin olduğu gün oyların toplandığı ve sonucun açıklandığı Celal Atik Spor Salonu’nda da birlikteydik… O yine canlı canlı bağlanıyordu Mehmet Ali Birand’a… Ben de canlı bağlanıyormuşum gibi yapıyordum SKY’a; anonsu bir seferde çekme amacıyla gelişmeleri anlattıktan sonra heyecanla, mikrofona koştura koştura merkeze ulaştırıyorduk, canlı bağlantıymış gibi kasetten yayına aktarılıyordu görüntüler zira…

Başbakan’ın katılımıyla gerçekleşen, benim de o dönemde öğrencisi olduğum 9 Eylül Üniversitesi’nin akademik yılı açılışında birlikteydik sonra… Bir protesto gerçekleşmişti ve o öğrencinin ismini öğrenip teyit edene kadar nasıl titizlikle araştırma yaptığına tanık olmuştum. Telefon trafiğine ve yolun çok başındaki, rutin İzmir gündeminin benim için de rutinleşmneye başlayan gidişatına yeni bir soluk getiren heyecanına ve ciddiyetine… Nasıl bir emek vardı Kanal D Haber’de o akşam haberi anlatan birkaç cümledeki bilgilerde… Biz de telefonlaştık o gün benim için hoş tesadüflerle,anlattım da yıllar sonra o günün haber hazırlama telaşının bendeki heyecan verici perde arkasını kendisine… Dedim ya hep gözlemlerdim onu, daha sonnra karşılaştığımız İzmir’in ulusal gündeminden pek çok haberde de… Birand’ın öğrencisi ve muhabiriydi… Ben de o büyük okulun derslerini uzaktan da olsa takip etmek isteyen, devamsızlık yapmayan ve bir gün okula kabul edilmeyi uman çalışkan öğrencisi…

Vee, bu yoğun gündemin ertesinde, buluştuk İzmir’in meşhur Reyhan Pastanesinde, bundan dört sene önce…

Kanal D’nin “Kırmızı ceketli, inci kolyeli, güler yüzlü muhabiri”, medyanın “Birand’ın kızı” olarak bahsettiği Meltem Acar Yücesoy bütün enerjisiyle karşımdaydı şimdi… Bu kez bana, bir gün orada olmayı çok istediğim yerden; Kanal D Haber’den haberler verdi…Gözlerim parlayarak ve onun ışıl ışıl parlayan enerjisine kapılarak dinledim anlattığı her şeyi…Konuşurken bile diksiyonu ne kadar güzeldi..

13639_216951961256_4673602_n

İzmir’den İstanbul’a gidiş hikayesini anlattı, başlarda İzmir’i nasıl özlediğini… İzmir aşkımız da ortaktı, habere duyduğumuz heyecan ve aşk da öyle… Nasıl gıptayla bakıyorum ona; yolun en başındayım ve yürümek istediğim yolları aşmış ve büyük başarılarla mutlu mutlu ulaşmış varmak istediğim noktaya… Öğrenciliğini de anlattı, Birand’ı, 32. gün macerasını, Kanal D haberden unutulmaz anları… Mehmet Ali Birand’dan “Birand” diye bahsediyor olması bile o an benim içim çok şaşırtıcıydı : ) Öyle ki hala hatırlarım içimden geçirdiğim ve herkese de eminim gözlerimi aça aça söylediğim şu cümleyi: Mehmet Ali Birand’a “Birand” diyor biliyor musunuz: )

Haber varsa geriye kalan her şey teferruattır dediğini çok net hatırlıyorum o gün bana… Bu mesleğin ancak aşkla yapılabileceğini, o aşkın hiç bitmediğini, dinmeyen ve her gün yenilenen bir büyük heyecanla hep devam edeceğini… Hatırlamaktan ziyade her geçen gün hak veriyorum ona…

Öyle kararlı ve emindi ki kendinden, yaptıklarından ve ne istediğinden ve onda şahane duran, etrafındakilere de yayılan öyle bir özgüveni vardı ki; enerji alanına girmemek, mesleğine duyduğu heyecandan etkilenmemek mümkün değildi… O; bulmuştu işte hazinesini… Haritasından sırlar paylaşıyordu benimle, yollarımız bir şekilde buluşturmuştu bizi…Öyle içtendi ki sanki yıllardır tanışıyormuşuz gibi… İşini gerçekten severek ve inanarak yapanlara, işiyle mutlu olanlara ve dolayısıyla ne kadar iyi olduğunu başkasından duymaya ihtiyacı olmayan özel insanlara özgü mütevazılıktan vardı onda da sanki… Masada bizimle bulunan annesi sevgili Aynur Acar’a benimle fotoğraf çektirmelerini önerecek kadar da inceydi… “Anne bak Güneş Bakkal Amca’yı da sunuyormuş,neticede o İzmir’de meşhur biri” diyip gülerek beni nasıl da mahcup ve mutlu etmişti…

İki saat nasıl geçti? Kanala geri dönme vakti… İstemeye istemeye yanlarından ayrılıp kanala döndüğümde gülümseyerek daldığım bir düşten uyanmış gibiydim gerçeğe ve ben de taşımalıydım düşümü bir gün gerçeğime… O gerçekleştirmişti kendi dileğini ve değdi benimkine de, sihirli değnekten enerjisiyle… Hayatımdaydı artık işte… İyi ki de hâlâ öyle…

Haftasonları haber bültenlerini sunmaya başladı Kanal D’de Meltem Acar Yücesoy bir süre sonra… Çok keyifliydi benim için onu tekrar izlemek ekranda…

İletişimi hiç koparmadık bu arada… Hep mesaj attım bayramlarda, özel zamanlarda, onunla paylaşmak istediğimde ya da… Kalplerimiz birdi onunla… Mesleğin buzdan yüzü vardır bir de, o kayganlığı bile bile devam etmek istersin cesurca, inanarak ve aynı heyecanla, hep asılıdır bir yerlerde bir gün işten çıkarılabileceğin, çok basit bir nedenle de olsa… Yanımdaydı o yolda kaydığımda da… Yüzyüze görüşemesekte, biliyordum bir telefon mesafedeydi bana… Onun için arardım onu iş görüşmesine gitmeden önce gazetenin ya da televizyonun önünde o dönemde… Hayır referans olmasını istemek için değil, bol şans dilemesi, yaparsın demesi güç verirdi… Kendinle yarış, kendini geç, kendinle gurur duy , nerede olduğun hiç önemli değil, önemli olan senin kendini yetiştirmen, ne kapılar açılacak önünde demişti bir mesajında… Umutsuzluğa kapıldığım anlarda ya da bazen cesaretim kırıldığında, bir gün ‘muhabir asla peşini bırakmaz’ demişti pek alışkın olmadığım bir bir ses yonuyla… Haklıydı da… Ne çok şey öğretmişti o gün o sözüyle bana,kendime getirmişti adeta… Şimdi bile kulağımda, o anki duygusuyla !

Yine ilk onu aradım Ege TV’de muhabir olarak ‘yeniden’ başladığımda…

Ve bıraktığımda… Elim aramaya varmadı da, mesaj attım ona… Bu denli heyecan ve hevesle çocukluk hayalimin peşinden giderken, İzmir’deki basın mensubu arkadaşlarımın da çok iyi bildiği ve belki de zamanla bir parçası haline geldiği o rutinin ve daha bir sürü ‘sönük’ şeyin beni nasıl mutsuz etmeye başladığını anlattım, ve ani bir kararla geldiğim noktayı…

Dünyalar güzeli kızı Zeynep doğmuş o sırada, onun için ara vermiş ekranlara… Ağlayarak okumuştum devamını mesajın, izniyle paylaşıyorum burada:

Hayırlısı olsun senin için sevindim medya yine iyi bir muhabir potansiyeli olan kisiyi iskaladi ah su imkansızlıklar. Sen yine de ne is yaparsan yap muhabirlik heyecanını, istegini,ruhunu kaybetme. Yolun açık olsun. İletisimi koparma benimle.

Meltem Acar Yücesoy; bu mesleğe duyduğum aşkı ve hayallerimi, heyecanımı anlayan ve paylaşan, olmak istediğim yere varan bir meslektaştan da öte, çok kıymetli bir dost da… Koparmadık iletişimi, ben de ne iş yaparsam yapayım, kaybetmedim içimdeki isteği, hep benimleydi… Banka gişesinde müşterilerle iletişim kurarken, moda deyişiyle mesleki deformasyon, sokakta toplayarak yürürken, haber izlerken, hayal kurarken, merak ederken, hatta anons çeker gibi konuşurken… Neden bıraktığımı sorgularken… Enerjimi ve hayallerimi o gişeye sığdıramazken bir soluk alıp yeniden yolu çizmek üzere başka bir masa başına geçerken…

Sahi, neydi dışarıdan bakıldığında herşey yolundaymış gibi gözükürken bendeki ‘eksiklik’ hissi? Dönüp dolaşıp haberden ayrılışımı sorgularken, en çok burada takıldım; sorumun cevabı dolaylı tümlecinde gizliydi ve yolum yine beni hayalimin dolaylarına getirecekti…

Yapmak ya da söylemek istediğimizi o her ne ise, hayal etmekten ve birgün yapacağımızı kesinlikle bildiğimizden (!) vazgeçmesek de hep orada olacakmış yanılgısına kapılıp devam da ederiz ya umut etmeye, erteleye erteleye… Bir gün ertesi akşam da biz kimselere randevu vermezken o randevusuna gecikti önce… Bir daha hiç görüşemeyeceğimizi öğrendik sonra onun bu ani ve beklenmedik gidişiyle… Sevgili Mehmet Ali Birand’ı sonsuzluğa uğurluyor olmanın şaşkınlığını ve acısını tek başıma taşıyamadım… Elim gitti birden haberi alınca telefona, Meltem Acar Yücesoy’la sustuk ve ağladık karşılıklı telefonda…

birand3

Hiç bağlanamadım Birand’a , neden gitmemiştim ki onun yanına? Neden “Muhabiriniz olmak istiyorum” dememiştim ona? İçim içimi yerken sorularla, ailesinin ve arkadaşlarının anlattıklarını dinledim günlerce onun hakkında… Devam etmiş o her koşulda, dinmeyen muhabirlik heyecanıyla… Öğrencileri göz yaşlarıyla devam ederlerken onun vedasını sunmaya ve habere, ben de uzaktan öğrencisi olarak devam etmeliydim hayalimin peşinden gitmeye… Muhabirlik nasıl bırakılabilirdi ki zaten? Evet ben de ara vermiştim, bu arada bir sürü hikaye biriktirdim… Değiştim… Gözlemledim… Öğrendim… Televiyonculuğu sevdiğime ve bu işi yapmak istediğime bir kez daha kesin karar verdim…

Bu satırlara gelene kadar eminim daha sade ve kısa yazmam gerektiğini çoktan geçirmiştir içinden ama, kaptırdım yine kendimi Meltem Acar Yücesoy’la kesişen yolumuza ve kimbilir daha nerelere varacağının heyecanına : ) Hem o söyledi yazmamı buluşmamızı blog’a …

İrfan Değirmenciyle yaptığımız heyecan verici programımızdan bir hafta sonra İzmir’e gittiğimde buluştuk yıllar sonra, aynı mekanda…

BJacy_1CIAAkjap

Mehmet Ali Birand’ı andık sevgi ve özlemle önce… Ben anlattım sonra uzun uzun geçen hafta İrfan Değirmenci’nin konuk olmayı kabul etmesinden duyduğum onur ve mutluluğu, yola devam deyince kamera ve mikrofonumun beni yine nawsıl bulduğunu, bu duyguların da etkisiyle programın başında ne kadar heyecanlandığımı ve İrfan Değirmenci’nin Birand’ın heyecanını hatırlatarak beni nasıl cesaretlendirdiğini, benim için kullandığı çok kıymetli cümleleri, temennilerini ve dileğimi…

Beni dinledikten sonra gitmez mi telefona eli !

‘İrfan merhaba, Kanal D Haberden Meltem Acar Yücesoy’ : )

O anki şaşkınlığımı ve heyecanımı tarif etmenin mümkünü yok sanırım, gülümseyerek dinliyorum bu keyifli konuşmayı öylece, ve bir cümle getiriyor beni kendime:

‘Kim var yanımda biliyor musun, Güneş Çanakkale Kampüs Fm’den… ‘

Az evvel anlattığım tanışıklığımızın hikayesini ona biraz anlattı ve yılların eskitemediği heyecanımı ve haber aşkımı… O da ne, telefon bana uzandı : )

Ve evet İrfan Değirmenci telefonun diğer ucundaydı… Geçen haftaki programımızın ilk dakikalarında öğrendiğim birşey varsa o da heyecanımı işime ya da o anıma pozitif anlamda yaymak, karşı tarafa başka sonuçlarıyla yansıtmamaktı ( bakınız bir önceki yazı, program videosunun ilk dakikaları : ) ve bunu deneyimlemek için de şahane bir fırsattı… Program ve sonrasını biraz konuştuktan sonra iletişimi koparmamak anahtar cümlesiyle kapattık telefonu… İçimden taşan teşekkürlerle devam ettik Meltem Acarla geçen haftanın ve bu telefon konuşmasının detaylarını konuşmaya sonra… ,

64145_562283037135444_1641569420_n

Çabuk demoralize olmama, heyecanın güzel ve gerekli olduğu ancak kontro altında tutulması gerektiği, bir hedef koymak ve bu hususta kararlı olmak ve o kararın doğrultusunda kendini geliştirerek yol almak ve bu bazen zaman da alsa, uzun da olsa yola devam etmek konusunda hem fikir kaldık, şahane tesadüflerle bana kıymetli cümleler fısıldayan bu üçlü telefon konuşmasında… Selam gönderdim içimden Simyacı’ya… Sarıldım haritamdaki yeni yollara…

Haberin ve televizyonculuğun bir aşk olduğuna ve bizim gibi onun heyecanını her daim yüreğinde taşıyanların ondan vazgeçemeyeceğini de konuştuk çok iyi anlayarak birbirimizi… Ancak ara verilebilirdi bizim yaptığımız gibi : )

Meltem Acar Yücesoy da ara verdi… Dünyalar güzeli Zeynosunu büyütüyor İzmir’de şimdi… Kahvemizden sonra okuldan birlikte aldık Zeynep’i… Esmer güzeli, nasıl sevimli, zeki, ve dilli 🙂 Şimdiden annesinin kulaklıklarını alıp ben haber okuyacağım diyormuş, bana poz vermedi ama papatyaları çok sevdi… Meltem ACar’da muhabirliği hayatının her alanında sürdürenlerden, iki saatlik kahve sohbetimizde bile müthiş bir enerjiyle telefonda neler halletti, ayrıldığımızda da yoğun programı devam edecekti… Zaten mümkün olamaz aksi…

Radyo programında konuşurken nelere dikkat edersem daha iyi olacağı, ekranda nasıl giyinilmesi, hangi kitapları muhakkak okumam gerektiği konusunda birbirinden kıymetli ayrıntınlar verdi, benimle konuşurken telaffuzlarına bilhassa dikkat etti… Diyorum ya, o enerjisiyle, içtenliğiyle, iyi dilekleriyle, muhabir hevesiyle renk katar değdiği yere… Işıl Işıl gözleriyle… Benimkine de öyle… Muhabirlikteki ciddiyetini de yansıtır gerektiğinde, öyle bir “git” , “yap” derki, cesaretlendirir, özgüveninin sesini yükseltir… Çok özeldir…

Hikayemizin kalan kısmına gelince…
Hazinesine giden yolun ayrıntılarını paylaşırken ve ipuçları verirken, bir de kıymetli bir anahtar verir kendi hazinesini bulmak ve çocukluk hayaline, dolayısıyla kendine varmak isteyen Güneş’e…
O da cesaret, enerji, heyecan ve kararlılıkla; içinde parlayan dileğinin peşinden devam etmek üzere koyulur yola…
Bu kez o kapıdan geçmek üzere, elinde anahtarla…

Ve yıllardır gitmek istediği ‘merkezin’ bahçesindedir bir gece…
O da bir daha ki sefere : )