Category Archives: Ceyl’an Ertem Röportaj

Ceyl’an Ertem: “Hep ötekiler için söylüyorum aslında… Hastayım o çarpmaları vurmaları aşmış, güçlü tavra…”

Standard

Konser başlamıştı geldiğimde
Ceyl’an Ertem ve o gece ona eşlik edecek ‘şahane’ müzisyen arkadaşları
Ediz Hafızoğlu, Murat Çopur,Ercüment Orkut ve Cenk Erdoğan aynı sahnede…
Herkes çoktan girmiş müziğin an’daki sihrine,
İçeri girer girmez beni de kattı havada asılı  müthiş ‘ahenk’ peşine…ceylanutopyalar
Ne zaman geldim en arkadan, gözlerimi, kulağımı ayırmadan bu kadar öne?
Ceyl’an Ertem; adeta müzik çizdi o gece bize…
Bir oyun çıkardı aynı zamanda; konusu sen, ben, o; biz işte…
Müzisyen arkadaşları da dahil olmuşlar onun şarkılı ‘pandomim’ine,
biz de öyle…
Sesler, sözler, sessizlikler, mimikler
duygular, notalar, vuruşlar, enstrümanlar…
Gidenler, yitenler, özlenenler, beklenenler…
Herşey iç içe, herkes birlikteydi;
Son bakıştaki o gözler kaldı yine aklımızda, yaktı içimizi,
Onlarda ve Ege’de bıraktık kalbimizi…
Ceyl’an Ertem, şarkısını söylerken büründüğü karakterlerin renklerini, isimlerini saçtı üzerimize müzisyen arkadaşlarının bu paylaşıma eşsiz eşliğiyle…
Hiss’ettik, soluk’landık, kaidesi, şekli, kaybedeni, öteki olmayan
Ütopyalar kadar güzel düşten de mor bir hikayede…
Zaten bu şarkıyla başlamamış mıydı onun hikayesi de?

ceylan-ertem_50610

Daha çocukken düştü, nasıl olsa gelmeyecek diye çoğumuzun çoktan vazgeçtiği o “vapurun” peşine; hayallerine…
Müziğiydi pusulası bu sefer’de…
Şairler, söz yazarları, müzisyenler, tiyatrocular, şehirler yazılıydı yanından ayırmadığı seyir defterinde
O da not düştü kendi kelimelerini onların üzerine…

Anima’daki kızıl rastalı, rockçı “el kadar kız”dı, müziğiyle büyüdü;
“Cadı Avı”yla bu kez kadın müzisyenlerin hikayelerinin peşine düştü.
Çocukken 100 yaşına kadar yaşaması için dua ettiği, büyük hayranı olduğu Sezen Aksu’ya ne kadar hayran olduğunu henüz söyleyemedi ama onun şarkılarını söylüyor yürek yüreğe, ‘hayranlarıyla’…
Güç veriyorlar ona, o da onlara…

Onun sesi de değdi Ortaçgil şarkılarına, Erkan Oğur’un gitarina…
Çok sevdiği, beğendiği müzisyenler kattılar renklerini Soluk’a
Bu sefere çıkmadan önce, odasında hayallerini besleyen ‘platonik aşkları’ ve aynı şeylerden beslenip aynı yöne baktığı müzisyenlerle birlikte serüveninin bu safhasında…
Bütün bunlara bakınca, Ferhan Şensoy’un da dediği gibi, ne olabilirdi ki ikinci albümün ismi
“Ütopyalar Güzeldir” den başka?

Ceyl’an Ertem’le buluştuk; birlikte “Ütopyalar Güzeldir” dedikten sonra…
Biraz hastaydı ama ne konserde hissettik, ne de yaparken keyfine doyamadığımız röportajımızda…
Her cümlesine farklı bir anlamla eklenebilen, rengarenk  “falan” ları ve hikayesinin, enerjisinin cıvıltısını taşıyan kahkahalarıyla süslendi anlattıkları…

DSCF6164

Hayallerden Gezi’ye, ötekilere, ‘alternatif’ müzikten 3. albümde yer alacak Mabel Matiz düetine…
İsmini yazarken an’ı neden ayırdığına, sosyal medyaya, tahammül edemediği şeylere, vazgeçemediklerine, hayatındaki renklere gelince, hepsi sohbetimizde…
Menajeri Toprak Mete Açıkgöz’e, Kampüs FM Program Sorumlusu Osman Cevizci’ye, fotoğrafları çeken programcı İsmet Gören’e, Akın’a ve Sinem’e çok teşekkür etmeliyim öncesinde
Ve  Ceyl’an Ertem’e…
Güç verdiniz röportajınızla ve sonrasındaki o çok kıymetli “Devam” la…
Hikayeler devam edecek biz her sabah ‘Ütopyalar Güzeldir’ diye uyandıkça !

Ceyl’an Ertem, hoş geldiniz : )İkinci kez Çanakkale’desiniz… Konsere başlamadan önce hasta olduğunuzu söylediniz ama biz hiç hissetmedik:) Siz de müzisyen arkadaşlarınız da muhteşemdiniz. Biz nasıl gözüküyorduk sahneden, nasıldı Çanakkale dinleyicisiyle tekrar buluşmak?

Çok mutluyum, çok sevmiştim bu şehri ilk geldiğimde…  Çanakkale çok güzel, dinleyici kitlesi de öyle; çok tatlı ve ilgili… Denize yakın şehirlerdeki insanlarda bir hoşluk oluyor : ) Zaten İstanbul dışına çıktığımızda daha farklı bir dinleyici kitlesi ile karşılaşıyoruz. İlkinde sevgili Behzat Üvez’le gelmiştik Çanakkale’ye. Behzat Abi’yi geçen yıl kaybettik. Bugün bu sokaklarda yürürken onu hatırladım. Buradan da, onun ruhuna, sevgiyle… Yoluma devam ediyorum şahane müzisyen arkadaşlarımla şimdi de… Sesimi yitirmiş olmamı hiç huysuzlukla karşılamadı bu gece dinleyici de… Hep beraber söyledik şarkıları ve sayelerinde konseri atlatmış oldum böylece ben de…

Şahane vakit geçirdik biz de… Çok teşekkür ederiz hem konser için hem de size göre giden, bize göreyse sapasağlam yerinde duran sesinizle bu röportajı yaptığımız için : )
Anima’dan hatta daha geriden, Sakarya’dan alırsak başa hikayeyi; hüznü, neşesi, kahkahası eksik olmayan çok kadınlı bir ailede, içinde müziğiyle büyüyen kız, hayallerini doğduğu şehre sığdıramayınca kalkar İstanbul’a gelir peşi sıra…  2000’de rastalı, kızıl saçlı, tatlı rockçı kadın müzisyendir Anima’da. Barana ile devam eder yola… 2010’da ilk solo albümü “Soluk” çıkar, sevdiği müzisyen dostları yanında, arkasında… Müziğiniz mi büyüttü sizi, siz mi müziğinizi?

O klişe hikayeye ben de sahibim; müzisyen olacağım çocukluğumdan belliymiş çok… İstanbul’a gelmem gerekti, çünkü Adapazarı’nda gerçekten hiçbir şey yok ne yazık ki…  Türkiye’de kadın caz şarkıcısı olmak istediğinizde eğitim alabileceğiniz bir okul da yok. Salon, konser mekanı çok az… Ben o kırmızı saçlı kızken bir gecede dört buçuk saat sahnede şarkı söyler, şimdinin parasıyla elli lira alır ama yine de buna çok mutlu dönerdim eve… Zor zamanlar geçirdik, şu anda da hiçbir şey kolay değil ama zorlukları olduğu kadar aynı zamanda neşesi, mizahı, iyimserliği de bol bir memleket ya… Onların hepsini ben de içimde taşıyorum bir müzisyen olarak ve belki de bu yüzden böyle bir gelişme, büyüme oldu. Ama hiç bilmiyorum, belki 5 sene sonra  tekrar saçlarımı kırmızıya boyayıp punk söylemeye başlayabilirim:) Kendimle ilgili hiç bir garantim yok, ben bile bilmiyorum bir sonraki adımımı… Umarım da öyle olur, 50 yaşında tekrar bir grupla sahnede coşuyor oluruz : )
Gelecek ne gösterir bilmiyorum ama müzik benim için bir dışa vurum; terapi… O olmasa yaşayamam muhtemelen… Fotoğrafla da nefes alırım ama sahnede yaşadığım o an’ı yaşamıyor olsam, benim için çok zor olurdu hayat…

1471888_10152071428304596_1977848295_n

Az önce sahnede izlediğim kadınla şu an karşımda oturan kadın arasında öyle fark var ki : ) Ne oluyor size o ‘an’ sahnede, kollarınız ayrı, bedeniniz ayrı vuruşlar, hareketlerle eşlik ediyor ritme… Mimikleriniz müziğe… Teatral bir şov da mı izliyoruz anlattığınız hikayeyle? 

( Gülüyor ) Aslında hiç teatral değil, çünkü bunu kurgulamıyorum. Hatta sahneden indiğimde ya da konserlerle ilgili yapılan yorumlarda, ne kadar deviniyorsun sahnede, kendini kaybediyorsun diyorlar. A aa, hadi yaa hiç öyle hissetmiyorum diyorum ama sonra kendimi videolarda izlediğimde ben de çok şaşırıyorum sahnedeki halime… ‘A aa ne yapıyorum ben’ diye ama müzisyenliğin, belki de çok insanın bu duruma özenmesinin en büyük nedenlerinden biri o haz an’ı zaten, o kendini kaybediş… Başka hiç bir katalizöre ihtiyaç duymadan o hale getirebiliyorsa seni müzik, o zaman bu iş olmuştur bence… Dediğim gibi çok şaşırıyorum o halimi gördüğümde ben de ama sonuçta orada bir hikaye anlatıcısısın aynı zamanda. Bir kadını anlatıyorsun, mesela Bergen… Diyor ki ‘Tanrım, kötü kullarını sen affetsen ben affetmem.’ Evet, orada bir isyan var ve ben bunu poz vererek anlatamam. O kadın neler yaşadı?
Sanki benim yüzüme kezzap atılmış ya da benim mezarım demir parmaklıklar ardındaymış gibi hissetmem gerekiyor ki o şarkıyı söyleyebileyim. Onun içine girince de bu hisle; zaten annemin hayalindeki kızı olmuyorum sahnede : ) Annem başka türlü hayal ediyor beni hep sahnede, saçlarını müthiş savuran, poz duruşları falan ama değilim öyle: )

O yorumları ben de okudum, merak da ettim acaba ne oluyor Ceyl’an Ertem’e, ne bekliyor bizi diye ama az önce canlı izlediğimde ben de girdim hikayenizin içine ve hepsi bütünleşti bende… O yorumları sizi sadece ekrandan izleyerek yapanların bir kez sahnede izlemeleri gerekiyor bence…  
Anima’dan ayrıldıktan sonra hakkınızda yapılan yorumlarda cazla devam edeceğiniz beklentisi var. Soluk’da caz var evet ama türkü de var, rock da, arabesk de… İlk albümde söylemeyi seçtiğiniz “kategorisiz” şarkılarla, sevdiğiniz belki de hayalinizi kurarken etkilendiğiniz müzisyenlerle hikayenizi anlatıyor olmak da bir ütopya mı özellikle içinden geçtiğimiz bu ‘müzik diliminde’?

Hayalim hep bir grubum olması ve birlikte 60 – 70 yaşına dek müzik yapmaktı. Grubum dağıldıktan sonra küçük bir panik yaşadım. Sonra da İstanbul’da çok uzun süre sevgiyle izlediğim arkadaşlarımın, dev müzisyenlerin kapılarını çaldım ve bu şarkıyı, renklerini bence sen çok şahane anlatırsın dedim. Beni kırmadılar, 40 müzisyen hiç bir maddi beklenti olmadan ilk albümde çaldı. Onlara yıllardır her zaman teşekkür ediyorum, buradan da sevgiler… Gerçekten çok büyük bir hayalimi gerçekleştirmiş oldum, yıllarca platonik aşk yaşadığım bir sürü insanla bir gecelik ilişki yaşamışım gibiydi hepsi. (gülüyor)
İlk albüm… Çok amatör her şey, çok deneysel ama çok seviyorum o albümü… İkinci albüm biraz daha oturaklı… Sahnede birlikte çaldığım müzisyenlerle, daha küçük bir kadroyla yaptığımız bir albüm oldu. Bunlar hep günlük ama, dediğin gibi senin de az önce, mutlaka canlı dinlemeliler. Çünkü albümler, bakın ben böyle şarkılar yazdım, bunu anlatıyorum diyor ama canlı performanslar kesinlikle başka… Hem çalan müzisyenlerin şahaneliğine tanık olmak için, hem de benim anlatıcılığım daha farklı oluyor.

Gelelim”alternatif müzik” meselesine… Yekta Kopan ve Sevin Okyay’ın NTV Radyo’daki Köşe Bucak programında Jehan Barbur konuktu; şöyle bir tespitte bulundular: Gitarı distortiona bağladıklarında rock, parçada uzun bir gitar solosu varsa caz, işin içinden çıkamadıkları kaliteli müziğe alternatif diyorlar diye… Siz ne dersiniz bu işe?

Müzikoloji okudum ama bu müzikal terimlere, kategorilere falan çok daralıyorum. Olacak iş değil! Yazdığın hikayenin içinde öfke varsa rocktan yararlanıyor olabilirsin ama cazdan da birşeyler alabilirsin … “Alternatif” ama neyin alternatifi, kimin alternatifiyiz biz, ne oluyor?
Çok sevdiğim bir müzisyen, “Kategori karmaşasından ayrı davranalım.” der.  “Peşine düştüğüm en önemli şey; fiil olmak, isim değil.”  Bu muhteşem bir felsefe… “İsim değil, fiilim.”
Hiçbir şeyin ismini, sıfatını sevmiyorum. Ben caz müzisyeni değilim, rock müzisyeni  de; bunlar hiç kolay şeyler değil… Özellikle “rockçı” sıfatını o kadar gerçekten hiç ilgisi olmayan insanlara yakıştırıyorlar ki… Çok uzun zamandır twitter da yazıyorum, Yekta da oradan cilveleşir benle hep… Rock müzik gerçekten distortionlı bir gitar değildir. O bir tavırdır, duruştur, hikayedir ve bir felsefesi vardır. O kadar kolay değil  ya da caz da öyle bir müzik değil… Müzik hakkında herkes çok kolay konuşup yorum yapabiliyor. Bir resim sergisinde resmin karşısına geçip  bu kadar kolay atıp tutan yoktur mesela  ya da bir tiyatro oyununda ama müziği herkes bilir. Aslında bilmek, bilmemek de değil… Ben akademileri, okulları da çok desteklemiyorum, evet gidin diye… Bu çok içsel bir şey…  Bu bir oyun , bir hikaye anlatıcılığı… “Ben güfteyi seslendiriyorum” der Müzeyyen Senar, şarkıcıyım demez… Bunlar çok önemli şeyler ama imaj her şeyin önüne çok geçer oldu.  O tavırlar… “MTV’yi açalım abi, ne yapıyorlar bizde yapalım” falan… Bunlar yalan! Beni en çok bu yalan tavır kızdırıyor; samimiyetsizlik… Pop müziği aşağılamamak lazım mesela pop çok zor bir müzik. ( a’ları inceltip alaycı bir abartıyla) “Caaazz” diyorlar. “Caz”. Anladın mı? Hiç biri aşağılanacak ya da yükseltilecek müzikler değil…
Louis Armstrong’un bir sözü; “İyi müzik vardır, kötü müzik vardır, iyiyi dinlerim.” diye. Evet abi, tür dinleme, lütfen iyi müziği dinle. Dediğin gibi şu anda yayınlanan  bir sürü albümde birçok arkadaşımın müziğini ben de tanımlayamıyorum. Bir süre sonra birileri bunu tanımlamaya çalışacak ve tanımlanacak. Ama şu anda  alternatif müzik grubu dedikleri gruplar da hiçbir şeyin alternatifi değil. Çok dikkat edilmesi gerekilen bir mevzuu bu yani…

DSCF6085

Şiir müziğinizin içine nasıl girdi ve nasıl anlatırsınız müziğinizin şiirini?

Çocukluğumdan beri günlük tutarım, şiirler yazarım. Berbat şiirlermiş ama! Şu anda  bana 10 yaşında bir çocuk gelse, şiirlerimi oku dese, ayy çok kötüler derim : ) Annemler, babaannemler sağ olsun , aa süpersin, çok iyisin falan deyip benim önümü kesmemişler de yazmaya devam etmişim.
 Sezen Aksu, Mazhar Alanson, Aysel Gürel gibi çok iyi şarkı sözü yazarları, şiiri ve hikayeyi severler. Çok dinledim onları zamanında ve bunun öneminin  farkındayım. Şu anda saçma sapan herhangi bir şarkıyı dinlerken bile, bu ne anlatıyor derim. Önce kulağıma o sözler çalınır hep. Onun dışında Edip Cansever’e aşığım. Şu an yaşıyor olsaydı, kapısında yatıyor olabilirdim. Turgut Uyar da aynı şekilde… Bütün o  2. yeni akımı, onların o ölmeme günü… O masada, onlara içki servisi yapmak isterdim. Muhteşem insanlar… Son dönemde de çok iyi şair arkadaşlarımız var, onlara da bayılıyorum. Şiir benim için çok önemli, müzisyenlerden çok şairlerden etkilendim diyebilirim. Şiirin içindeki müziğe zaten aşığım. Bir müzisyen müziği anlatamıyor bir şair kadar. Edip Cansever der ki; “yere dökülen bir un sessizliği”… “Göğe bırakılan bir balon sessizliği”.. Sessizliğin bu kadar güzel tanımları… Başka bir şiirinde der ki; “iki balığın birbirine sürterken çıkardığı sese benzedi mutluluk”… Görülen ama duyulamayan bir sese… Sessizliği bir müzisyen böyle anlatamaz. Bana deseler ki görülen ama duyulamayan bir ses ne olur, bilmiyorum. Şiirlerin içindeki o müzik ve hikaye, müzikle ilgili ipuçları; ses, sessizlik… Şiir okumak lazım… Bence müzisyen dediğin o filmi, o oyunu izleyecek, o resme görecek, o şiiri okuyacak zaten. O zaman olacak bu iş. Sadece bir odanın içinde oturup saatlerce o enstrümanı çalarak müzisyen olunmaz.

tumblr_mz3885gSH61s826eso1_1280Bundan birkaç ay evvel, sevgili Mabel Matiz’di karşımdaki ve bu anlattıklarınızdan sonra daha iyi anlayabiliyorum nasıl böyle şahane bir dostluk kurabildiğinizi şimdi… Beslendikleriniz, bakış açınız o kadar aynı ki… (Gülümsüyor Mabel’in adını duyduğu gibi:)
Geçen gün Mabel yine Çanakkale’deydi ve bir dinleyici ondan “El adamı” nı istedi, o da ama Ceyl’an yok ki dedi : ) Müziksiz mırıldandı biraz ve “bir dahakine” dedi, “beraber geldiğimizde” Var mı böyle bir turne fikri birlikte?

(Gülüyor) Mesajlaşıyorduk “Yaa, off şu bizi ayıran konserler” diye : )
Çok yoğunuz, görüşemiyoruz. Dedik ki,  o zaman beraber bir turne yapalım da hem beraber gezmiş oluruz, hem de her gün görüşürüz ve çok eğleniriz. Sonra, bir dakika biz bunu ciddi ciddi yapsak mı dedik : ) Belki hakikaten birlikte bir turne yaparız. Çok güzel olur o zaman işte, bütün o şarkıları beraber söyleriz. Onun dışında da benim 3. albüm için bir parça yazdı ve hediye etti. Düet yapacağız 3. albümde.

İşte bu şahane bir haber!
Sabırsızlanıyorum düet için de, ikinizi aynı sahnede dinlemeye de : )

Çocukken Sezen Aksu’nun şarkılarıyla odasında hayaller kuran kız da artık müzisyen… Onun şarkılarını da yorumluyor hata “Sezen Aksu Tribute” da… Toplayıp cesaretinizi gidebildiniz mi yanına, söyleyebildiniz mi onu ne kadar çok sevdiğinizi Sezen Aksu’ya : )

Gitmedim yaa : ) Yani ne olacak bilmiyorum, seviyorsan git konuş bence diyen çok da… (Gülüyor)
Şöyle bir şey var; Bülent Ortaçgil’i de çocukluğumdan beri  çok seviyorum mesela ve tanışmak için hiç uğraşmadım. O çağırdı beni bir gün, tanıştık ve oldu bu iş… Hayatın su gibi akmasını ve kimsenin yol üzerindeki karşılaşmalar için çok uğraşmamasını seviyorum galiba… 
“Sezen Aksu Tribute” Sezen Aksu’yla tanışmak, onunla bir ilişki kurmak için yapılmış bir şey değil; tam tersi, Sezen Aksu’nun çocukluğumdan beri bana ettiği yardımlara bir selam duruşu… Zor günler yaşıyorsunuz ve bir gün bir müzisyen size yardım etmeye başlıyor. Çok yanımdaydı, eminim birçok insanın da öyle… Ben de dedim ki; bir gün onun şarkılarını söyleyeceğim. Bir kereye mahsus bir konser olacaktı, insanlar çok sevdiler, biz de çok eğlendik derken bir kaç yıldır çalıyoruz bu projeyi… Hadi artık deyip yanına gideceğim bir gün ama (sesini incelterek) “Ben sizi çok seviyorum biliyor musunuz, böyle şeyler yapıyorum” değil… Zaten çocukluğumdan beri uzaktan çok teşekkür ediyorum ona, bir takım özel günler olur ya… Dedem; “Hadi dua et Ceylan, bu gece ettiğin dua kabul olurmuş” derdi. Allah’ım inşallah Sezen Aksu 100 yaşına kadar yaşar derdim ben de, dedemler de “ayy” diye çeker giderlerdi odadan : ) Tişörtlerini giyer dolaşırdım sokakta, öyle bir hayranlık… Böyle özel bir şey yaşıyorum çok uzun zamandır kendi içimde, Sezen Aksu’yla bile paylaşacakken çekiniyorum. Eminim ona bin tane insan gidiyor ve süper cümlelerle böyle anılarından bahsediyor. Ben içimdekilerin hepsinin toplamını ifade edebileceğim bir cümle bulamadım ona hala…       

Doğru zamanını bekliyordur belki bu buluşma da… Sezen Aksu’ya deliler gibi hayran olan o kızın da artık hayranları var… Az önce sahneden yaydığınız enerji çok samimiydi, sosyal medyada da sürdürüyorsunuz gözlemlediğim kadarıyla bu iletişimi… Siz hayranlığınızı ifade etmek için o çok özenli cümleyi ararken, dinleyenleriniz nasıl cümleler kuruyor size?        DSCF6096

Arkadaşım olarak görüyorum onları,  “şimdi aranızdan geçeceğim ve sahneye gideceğim” falan gibi bir durum asla olmayacak muhtemelen benim müzik hayatım boyunca 🙂  Çok iyi hissettiğim dinleyiciler var, çok tatlı, özenle yaklaşan… Az önce bir hediye geldi, onun gibi küçük küçük, hatta kendilerinin yaptığı, yazdığı el işi her şeyi saklıyorum. Bir yandan da  twitter, facebook, instagram biraz o aradaki mesafeyi kaldırıyor ve bazı insanlar beni her gün orda gördüğü için, yolda yürürken bir anda ‘Ceylan naber yaa’ falan gibi gelebiliyor. Ben hayran olduğum kişiyle tanışırken derin bir nefes alıp sonra yaklaşırım her zaman. Bazen ucu kaçabiliyor ama onun dışında çok şahane bir tayfayız ve bu büyüyor. Bu paylaşımı yaşadıkça, büyüdükçe çok mutlu hissediyorum kendimi ve buradan çok teşekkür ediyorum hepsine…

İçinden geçtiğiniz şehirler ne bırakıyor sizde, değebilmek hikayelere müzikle, sözlerinizle?

Uçağa binemediğim için hep karayolu ile gidiyorum. o zaman yoldaki bütün değişimi bire bir görüyorsunuz; insanlar, hayvanlar, kırlar, dallar 🙂 Bu tabii ki çok şey katıyor, bir sürü fotoğraf çekiyorum. insanlarla ilgili mevzuya gelince de, ne kadar çok arkadaşım var , hissi oluşuyor. Odamda kendi kendime korku, neşe, acı ya da aşk içinde yazdığım sözleri beraber söylüyoruz. Ne şahane bir his, kelimeye çok zor dökülesi bir şey… Bununla ilgili çok iyi hissediyorum. Çünkü bence bu memlekette müzisyen olmak büyük enayilik… Bunula ilgili ne zaman düşsek, tökezlesek o insanlarla bir konserde bir araya geldikten sonraki gece, buna devam etmek lazım, bir yandan da bir o kadar güzel hissi geliyor. Devam etme gücü veriyorlar. Hep yazıyorum onlara; güç verdin… Dün dinlemeye başladım seni diyor, boşver diyorum, geç olsun ama güçlü olsun 🙂 

Kesme işaretiyle kullanıyorsunuz isminizi… Ceyl’an Ertem için ne anlama geliyor ‘an’?

An’ı vurguluyorum aslında ismimde… ‘Ceyl’ kavim demek, ‘an’ da yarın ölecekmiş gibi yaşamamız gerek ya… Ne olacağını bilmiyoruz,  her zaman buradan hareket etmek gerekiyor bence… Tabii hayallerimizi kuralım yine, planlar olmak zorunda ama yarın ölecek olsam bunu yapar mıydım, yapmaz mıydım? Neye pişman olurdum, bunları düşünmek gerek… Kendime hatırlatıyorum aslında, bu bir imaj ya da artistlik değil !

Hayal’et, hiss’et… Seviyorsunuz sanki kesme işaretini…

Onlar da oyun ya işte, bir takım kelimelerin bir araya gelişi, o oyunları seviyorum.

DSCF6118Biraz da kelimelerinden yola çıkarak tanıyalım mı Ceyl’an Ertem’i? 
Zaman ilaç mıdır, yoksa kalbini yaran yoran bir bıçak mı? Çözebildiniz mi?

Bilmiyorum ben de ama, tecrübe : ) Bir dönem “bıçak”; zaman, sonra da “ilaç” oluyor. Yapacak birşey yok, sürekli göğsünde bıçakla mı dolaşacaksın yani, çıkarıp atıyorsun : ) Her şey zamanla geçiyor. Nazım der ya bir şiirinde karısına; beni asarlarsa çok üzüleceğini söylüyorsun kalbimin kızıl saçlı bacısı, 20. asırlılarda en fazla bir yıl sürer ölüm acısı… Zaman… İlaç, yapacak bir şey yok.  

Anima’da söylediğiniz bir şarkıda geçen içinde yaşamaktan çok mutlu olduğunuz dünyadan,  Ütopyalar Güzeldir’deki ‘Ne olursan ol gelme, kötüysen yok gelme’ sözlerine değişen ne?

Anima’nın şarkısının sözlerini başka bir arkadaşımız yazdı. ‘O kadar mutluyum ki şimdi kusabilirim’ şarkının adı 🙂  Sonsuza kadar içinde yaşayacağımız bir dünyamız var aman ne harika derken aslında orada dalga geçiyoruz, orada bir ironi var. Video klibinde de öldürülen hayvanlardan hava kirliliğine dek bir sürü imaj görünür.

‘Ne olursa ol, gelme’yi geçen seçimlerden sonra yazmıştım. Mevlana’ya büyük saygı duyuyorum ama ben o kadar ermiş biri değilim.(Gülüyor)
Mevlana din, cinsiyet, ırk, bunlar hiç umurumda değil, sen gel diyor. Bu önünde eğilesi, muhteşem bir felsefe…  Ama ben ‘kötüysen gelme’ demek istiyorum çünkü herkese kucak açamıyorum artık, öyle biri değilim. Sokakta hakkını aramak için yürüyen, belki astımlı, kalp hastası insanları tekmeleyen, gözüne biber gazı sıkan polise ‘Ne olursan ol, gel’ diyemiyorum. Türbanlı arkadaşlarımıza ‘gel’, mini etekli arkadaşlarımıza da ‘gel’ ama… Ona gel, ona gelme yok, bunu diyorsan sonuna kadar savunmak zorundasın.  Beni üzen, kötü, ne yaptığını bilmeyen insanlara kucak açamadığım bir gündü şarkıyı yazdığım gün…  Gezi sürecinden sonra tekrar içim açıldı ama, çiçeklendim. Umarım o ruh kaybolmaz

“Bu bardak dolsun” da bu süreçte mi geldi?1010166_10151670146154596_1028960177_n

“Bu bardak dolsun, dolsun hadi çocuk
“kim karışır diyorsun, çok doğrusun çocuk.” diye bir şarkı yazdım alkol yasaklarından sonra… 3. albümde yer alacak.
Gezi sürecinden sonra çıkacak albümleri çok merak ediyorum, kim bilir neler dinleyeceğiz. Sanatçılar bütün o dolduklarını şu anda üretiyorlar. Yaşananların hepsi şarkı olup dolaşacak. Resme, heykele, ‘ucubeler’e bakıp rahatsız oluyorlar. Niye sanatçılardan sürekli rahatsız olup hedef gösteriyorlar? Çünkü biliyorlar ki, gelecek. Onların yerinde olsam bizi çok ciddiye alırdım. Hiç ciddiye almıyor tavrındalar ama asıl şu andan sonra korkmalılar bence… Mizah dergilerinden nasıl inanılmaz işler çıktı, şimdi çok ciddi şarkılar, oyunlar yazılıyor. Asıl bundan sonrası çok daha  tarihe kazınacak.

Peki kırılır mı istisnalar kaideler var oldukça?

Biraz LGBT mevzusu için söylüyorum ‘İstisna’yı, aslında hep ötekiler için söylüyorum.
“Üzülür istisnalar kaideler var oldukça, kırılır istisnalar kaideler var oldukça.”
İstisnalar kaideyi bozar bence… Ama üzüle üzüle, kırıla kırıla… Yine de o şarkıda,
“Aniden yürür içinden denizlere tüm gemilerin,
Ne oldu gülüm ölürken, yenilenir hep heveslerin” diyorum bir yandan ve bunu da çok seviyorum.
Çünkü o kadar itilip kakılıp,  öteki öteki denilen bütün o ‘üstünler’ , bence gerçekten çok güçlüler. Çok alışıklar o çarpmalara, vurmalara, bunu aşmışlar. Zaten o tavra hastayım, bayılıyorum.

“Ekim, kasım aralık, pencereler bulanık. Eyvah o gelmekte” Bugün Çanakkale’de öyle,
twittera da yazdınız; Çanakkale pusunla karşıladın bizi diye… Kışı sevmez misiniz?

Kışın hastasıyım ben; yazın çok agresif oluyorum, kışa bayılıyorum. Biraz şununla dalga geçiyorum o şarkıda; “Ayy, depresyona girdim, hep kış yüzünden” Aslında alakası yok. Sen yazın tatilde o derdi kafanın arkasına atmışsın, kış gelince bütün karanlığıyla ortaya çıkmış. Biz seviyoruz kışı 🙂 Kış çocuklarıyız…

Aslında bütün bu konuştuklarımızın, şarkı sözlerinizin, müziğinizin, hayallerinizin ve geldiklerinizin toplamı sanki “Ütopyalar Güzeldir” ismi… Şarkının size geliş hikayesi de ütopya gibi değil mi 🙂 Nasıl bir enerjiyle söylediniz o şarkıyı yıllarca, size neler hissettirdi ki hem albümünüzde yer aldı, ikinci albümünüze yakıştı, hem de sizi ve hikayenizi bu kadar anlattı? 

‘Ütopyalar Güzeldir’ Ferhangi Şeyler oyununda Ferhan Şensoy’un şarkısıdır. Babam O’nun büyük hayranıdır, ben de öyle… Çocukluğumdan beri evde, arabada hep Ferhangi Şeyler’in tiyatro kasetini dinlerdik. Hatta çok komik, Ferhan Şensoy’la bir fotoğraf çektirdim yan yana, kitap imzalattım, ‘Ütopyalar Güzeldir’i sahnede söylediğimden bahsettim.  Fotoğrafı gösteriyorum, babam: “Photoshop bu!” Baba dedim, işte yanında zıplıyorum Ferhan Şensoy’un. İnanmıyor, babam için öyle bir adam yani : )

316007_10150395886109596_556537994_nBir gün kızı Müjgan Ferhan Şensoy dinliyor benim söylediğim yorumu, twitter’dan yazıyor bana, arkadaş oluyoruz derken babasına sordu. Ben hayatta gidip Ferhan Şensoy’a söyleyemem, çok huysuzdur zaten, ben şarkıyı söylüyorum deyince ‘Nee!’ dese, kaçarım yanından : ) Kızı rica etti, baba bak Ceylan çocukluğundan beri bu şarkıyı dinliyormuş, babası da senin hayranınmış, şimdi büyüdü, şarkıcı oldu ve Ütopyalar Güzeldir’i söylüyor, albüme koyabilir miyiz diye… O da bu hikayeyi çok seviyor aslında; ‘Vay be, ben bir oyuna şarkı yazıyorum, bir adam yıllarca dinliyor, küçücük çocuğu ezberliyor falan…Verdi şarkıyı : )
Aslında albümün adı Edip Cansever şiirinden bir dize olacaktı. Onun iznini beklerken albümün tamamını dinledim ve ‘Ütopyalar Güzeldir’ olsa ne güzel olur ama bunu hayatta Ferhan Şensoy’a soramam dedim. Menajerim aradı, sordu ve “Başka ne olacaktı ki” diye bir cevap geldi : ) Biz havalara uçtuk tabii…

İnsanlar gezi sürecinde de her tarafa “Ütopyalar güzeldir” yazdı. Okulda sıralarına, tahtaya, sevgilisiyle içki masasında peçeteye… Bütün o fotoğrafları biriktiriyorum. Çıktılarını alıp Ferhan Abi’ye hediye edeceğim. Aslında onun o güzel hikayesini bir şekilde ben devam ettiriyorum gibi şu anda…  Çok güzel bir şarkı, çok şahane bir şey anlatıyor.  Hiç bir zaman gelmeyecek olanı… O vapur belki hiç gelmeyecek ama, ütopyalar güzeldir yani : )
O yüzden umudumuzu hiçbir şeyle ilgili hiçbir şekilde kaybetmememiz gerekiyor. Bin kere yere devrilebiliriz ama bize hiçbir şey olmayacak. Her gün ütopyalar güzeldir diye uyanıyoruz biz…