Murathan Mungan’ın ‘Sesler, yüzler, sokaklar’şiirinin
hiç unutulmayacak dizesi onların müziği…
İstediğimiz başka türlü bir şey’in,
denizden, çimen yeşilinden tarifi…
Bazen dans ederek şehri dolaşan bir çapkın dilenci
yağmurun küçük elleri
gördüğümüz her güzellikte o kadar sevdiğimiz resmi…
Her şey binip gitmeden uçurtmalara,
biz büyümeden, o kirlenmeden daha;
demir alan dünya, vira vira…
Kanadı göçmen buluta takılan telli turna…
Yıllardan, yollardan sonra şarkılar söyleyen çocukların
günebakan düşleri; denizlere çıkan sokaklarda…
Tak ettikçe canımıza maskeli balonun sahte yüzleri;
Hayat yenilesin diye bizleri, sığındığımız çemberin dışı, içi…
Buğdayın Türküsü’nden Şimdi ve Sonra’ya; her dem yeni…
Derya Köroğlu, yıllardır hikayelerimize ve yakın geçmişe tanıklık eden o şarkıların değişmeyen sesi
LP, kaset ve CD biçimleriyle 37 yıla yayılan 17 Yeni Türkü albümünün kartonetlerdeki değişmeyen ismi…
Grupta bazı yüzler değişti; şimdi Erkin Hadimoğlu, Serdar Barçın, Furkan Bilgi,
Sezer Alemdar ve Bahadır Tanrıvermiş’le devam ediyor yoluna Yeni Türkü , yıllardır bildiğimiz gibi…
Ne zaman duysak içinden kurtla kuzunun, şekerle balın,
denizle balıkların, güneşle ayın geçtiği müziklerini,
Çengelköy masal olur; en sevdiğimiz oyunlarımıza, çocukluğumuza götürür bizi…
Herkesin bir Yeni Türkü şarkısı ve her Yeni Türkü şarkısının
kendi masalımızda ortaya çıkacağı bir zamanı vardır.
Hiç bitmeyecek bu yol arkadaşlığı;
eski bizi şimdiki bize anlattığındandır.
Şarkıları zamansızdır…
Umut, coşku, heyecan, aşk her masalın sonuna yakışır.
Aradığın; başka türlü renkte, tattadır.
Masalların kahramanları da vardır, anlatıcıları da…
Yol bu ya; karşılaştık evvel zaman içinde Derya Köroğlu’yla
Eyvallah dedik tükenmeyen umuda, yediveren hayata,
maskeli balolara, tesadüflere ve şarkılara…
Şahane bir röportaj düştü gökten elma niyetine sonunda : )
Hani derler ya ‘dört gözle’… İşte öyle bekliyorduk Yeni Türkü’yü Çanakkale’ye… Hoşgeldiniz, iyi ki geldiniz…
Çok teşekkür ederiz, hoşbulduk. Çanakkale benim eski göz ağrımdır.
Öyle mi, Ankara’yı özel zannediyordum Yeni Türkü’nün ve sizin geçmişinizde. Nasıl başladı ilişkiniz bu şehirle?
Çanakale de özeldir; dedemin yıllar önce gümrük memuru olarak çalıştığı, annemin ilkokula gittiği şehir… Ailemiz burada, ahbaplarımız çok… Hatta sırf bu nedenle Geyikli’de 10 dönüm bir zeytinliğimiz vardı. Çanakkale ile hatıralarımız eskidir. Bozcaada’yı da hayatımızdan hiç eksik etmeyiz.
Harika, bir kez daha çok mutlu oldum Yeni Türkü’nün hikayesine bu şehirde konuk olduğuma… Derya Bey fakülteden mezun olduktan sonra mimar olarak devam etseydiniz; ne yağmurun küçük ellerini çizebilir, ne de değdiğiniz hayatlara bu kadar duygu bırakabilirdiniz. 37 yıl oluyor grup kurulalı ve siz başından beri içindesiniz.’Başka türlü bir şey’ midir Yeni Türkü’nün tadı, rengi?
(Gülüyor) ODTÜ mimarlıktan mezun olduktan sonra ekonomi masterı yaptım. O anlamda meslek hayatım biraz karışık ama müzik başından beri hep var. İlk gitarımı anneannem hediye etti. Bu çok özel bir şey, şanslıyım… Ailede herkes bir enstrüman çalar, şarkı söyler. Türk Sanat Müziğine büyük bir düşkünlük vardır. Meğer bizim dört kuşak ötemiz; Klasik Türk Müziği bestekarı Hacı Arif Bey’miş. İtiraf ediyorum, bunu sonradan keşfettim. Öğrendiğimde müziğe çoktan başlamıştım. O dönem dünyada barış için muhalif, büyük bir hareket vardı; barış ve aşk vardı. Müzik de bu duyguları dile getirmenin bir aracıydı. ‘Music is love’ dedik biz de : ) Çok önemli bir şey o şevkle başlamak; hiçbir zaman ticari bir kaygımız olmadı. Bizim müziğimizi kimse dinleyemedi başta. Yukarıdan aşağı yasaklar vardı ülkede ve müzik de yasaktı. Özel televizyonlarla özgürlüklerin biraz daha açılmasıyla birlikte, ki neredeyse 90’lara gelmiştik, insanlar bizi tanıdılar. Nasıl başladıysa öyle gidiyor aslında, biz de yolumuzu saptırmadan devam etmeye çalışıyoruz aynı ruhla…
Biz de devam ediyoruz kendi yollarımıza Yeni Türkü’nün müziğini kata kata… Bir kez daha dönecek olursak başa, gruba bu ismi şair Yaşar Miraç’ın verdiğini biliyoruz da İnti İllimani’niye bir öykünme de var değil mi kuruluşunuzda?
Var tabii : ) Sanatın ve müziğin özünde evrensellik olmalı ama bastığınız topraklar da çok önemli. Hem ulusal bir karakteri olan hem de bütün dünyayı bilen, ona ulaşmaya çalışan bir tavrımız oldu. 70’ler, üniversite, muhalefet, sol hareket… O dönem dediğiniz gibi Şilili müzik grubu İnti İllimani çok etkilemişti bizi… Müziklerini, Venceremos’u herkes bilirdi. İnti İllimani çok derin bir gruptur; onların akımı da yeni şarkı akımıdır. Biz orada bir ortaklık bulduk. Yaşar Miraç bize yeni türküler yazdığını söylerdi, Yeni Türkü diye bir gazete çıkarırdı. Bizi tanıdıktan sonra, Yeni Türkü esas sizsiniz deyip ismimizi verdi, biz de seve seve kabul ettik. Aynı kavramı, kendi topraklarından çıkıp daha güncel sözlerle, güncel müzikle iç içe yoğurmak ve yeni bişeyler yaratmak… Yeni Türkü buradan geliyor işte. Dolayısıyla öyle bir yol çakışması oldu İnti İllimani ile… Çok özeldir bizde…
O çakışmadan sonra yol hikayeleriniz arasında da benzerlikler sürdü aslında… İlk albümünüz Buğdayın Türküsü 1979’da çıktı ve 12 Eylül döneminde yasaklandı. Tam 33 yıl sonra yeninden yayınlandı, üstelik dönemin tanıklığını yapan bir DVD ile; Can Dündar imzalı… Nasıl bir tesadüf ki, bu kez de Gezi Direnişi vardı.
Artık tesadüf mü diyelim, yoksa eskilerin dediği gibi, tarih tekerrürden ibaret mi… Evet, bir takım tekrarlar olduğu doğru hayatta, ama daha başka bir düzeyde oluyor. Bizim dönemimizin direnişiyle Gezi Direnişi’nin hem paralellikleri var hem de farklılıkları… Bir kere Gezi çok barışçıl bir hareket, pasif direniş. İnsanlar çoluk çocuk, polisin sıktığı ilaçlı sular, gazlar altında inandıkları doğrultuda ortaya çıktılar, bir araya geldiler. Bunca barışçıl bir harekete rağmen korkunç şeyler yaşandı. Gezi, insani bir ruhtur; insanın en derin, en güzel duygularının ürünüdür ve hiç bir politik amacı da yoktur. Sadece insan olmak, bu dünyada insanca yaşamak isteyenlerin sesidir. Zaman zaman gerilemeler olacaktır ama bu ruh değiştirilemez, bastırılamaz.
Yeni Türkü şarkıları 80’lerde olduğu gibi Gezi Direnişi’nde de meydanlardaydı. Hatta 1988 yılında Yeşilmişik albümünde yer alan ‘Haydi Gel’ şarkısına, sosyal medyada Gezi görüntüleriyle bir video hazırlandı.
Bunu bilmiyordum.
“
Yeni Türkü’nün ‘her dem yeni’ kalışının sırrı sanırım bu zamansızlığı…
(Gülüyor) Haydi Gel, Meral Özbek sözleriyle benim bestemdir. Hatta o dönem için çok da karşılığını bulmadığını düşünmüştük, bak şimdi itiraf edeyim : ) Biraz reggae ruhu vardır o şarkıda… Reggae direnişin, muhalif olmanın, insani hayatı özlemenin dilidir. Haydi Gel’i de o havada yapmıştık. Çok sevindim doğrusu. Haydi ele ele, dalga dalga… Hakikaten o bir arada olmanın ruhunu çok barışçıl bir şekilde ifade eden bir şarkıdır o da…
Gezi sahiplenmiş şarkıyı yıllar sonra, söyleyecek misiniz konserlerde yine birlikte, o ruhla?
Düşünmedik, şu anda hazırlamadık ama tabii yapabiliriz.
“Hepimizin hayatında bir Yeni Türkü şarkısı vardır.” demişsiniz ya… Hem öyle, hem şunu da ekleyebiliriz sanırım üzerine; ‘Her Yeni Türkü şarkısının da bir zamanı vardır.’ ve bazı Yeni Türkü şarkıları da zamanı geldikçe, büyüdükçe açılır. Çocukken denizlere çıkan sokaklar, Deniz Gezmiş’e ulaşır günün birinde… Mamak’ın yollarında yankılanır sardunyaya yakılan ağıt ikindiyin saat beşte… Güzeldir yollarda olmak da, yıllardan sonra yanyana şarkı söylemek de ama biz büyüdük ve kirlendi dünya…
Ne güzel söylüyorsunuz… Sakın çıkma patika yollara, biz büyüdük ve kirlendi dünya… Murathan Mungan’ın dizeleri… Dediğiniz gibi bütün o sözler, herkesin dinledikçe, zamanı geldikçe daha iyi anladığı şeyler haline geldi. Bir yandan da üzülüyorum, çünkü biz çok daha başka şeylerle uğraşıyor olabilirdik. Tekrar bunları anlamak zorunda kalmıyor olabilirdik. Deniz Gezmişleri güzellikle anıyoruz… Keşke bu durumda olmasaydık. Esas büyük problem hala kişisel özgürlükler ve adalet… Adil olmayan bir dünyada yaşamak kadar insanı kahreden bir şey yoktur. Bu topraklara hakikaten tarafsız bir adalet gelmedikçe hiç kimse huzurlu olmayacak, dolayısıyla da bizim şarkılarımızın hep bir yeri olacak diye düşünüyorum.
O şarkılar göğe doğru söylenmeye devam ediyor konserlerde… Bu akşam üçüncü kez izleyeceğim sizi; Yeni Türkü konserinde gözünüzü sahneden ayıramazsınız ki… Derya Köroğlu gitarıyla hem şarkı söyler hem zıplar, Serdar Barçın yan flütüyle şahane sololar atar, Erkin Hadımoğlu klavye, Furkan Bilgi klasik kemençe başında büyük bir enerjiyle coşar : ) İyi ki o coşku var, başka bir dünyanın mümkün olduğuna dair umut, inanç artar.
O şevki, o umudu kaybetmemek çok önemli… Onun devam ettiğini , kendimde de yaşadığını gördükçe çok mutlu oluyorum. Aslında Gezi olayları nedeniyle de bir kat daha ağır anlamaya başladık dediğiniz gibi… Ben de öyle; idrakimiz arttı… O sözlerin, o müziğin hangi koşullarda çıktığını ve neye hitap ettiğini bir kez daha öğrendik.
Son albüme ismini veren Şimdi ve Sonra şarkısının içinde şiir var, Ankara var ve ‘sevmek bir halkı sevmekse, aşk o zaman sevmektir’ gibi, Yeni Türkü’nün şimdiye kadar taşıdığı ruhu kuşanıp sonrası için de hep bildiğimiz gibi devam edeceğini fısıldayan bir cümle var. 12 yıl aradan sonra çıkan bir albümde bundan daha güzel bir ‘yeni türkü’ olamazdı herhalde…
Evet, Şimdi ve Sonra o kadar acayip bir şekilde örtüştü ki… ‘Ankara’ Yılmaz Erdoğan’ın çok güzel bir şiiri… Ankara onun için de, Yeni Türkü için de önemli. O satır o kadar doğru tarif ediyor ki; sevmek, bir halkı sevmekse ancak o zaman aşk olur… Yılmaz ne kadar güzel hissetmiş. İnanmak zor aslında, o dönemleri yaşamış olmak lazım. O dize çok doğru anlatıyor, bir yandan eleştirel bir bakış da var; bu böyledir değil, o dönemin insanları bunu böyle yaşadı demek istiyor. Hakikaten de öyleydi… Bakarsanız Deniz Gezmiş’e, Sinan Cemgil’e, Mahir Çayan’a ve diğerlerine; bir an bile tereddüt etmeden, bu halk için, ülkeleri için kendilerini feda etmiş, ölüme gitmiş insanlar… Böyle bir fedakarlık düzeyini şu an artık kimse düşünemiyor, herkes çıkarlarının peşinde… Sol idealler her zaman çok yüksek ideallerdir. Bunlar dünyada da henüz gerçekleştirilemedi ama insanlar o idealler için yüreklerini, hayatlarını koydular. Onların, şarkılarımızda anlamlı bir şekilde yaşamaları bizi çok gururlandırıyor.
Biz büyüdükçe kirlenen dünyada değişmeden kalan bir şey varsa o da Yeni Türkü’nün müziği… Yan flüt ya da klasik kemençe duyunca o Yeni Türkü hissi ve tabii ki grubun sesi… 35 yıl dile kolay; diskografiye bakınca albümlerinizin satış formatlarından bile görmek mümkün müzik piyasasındaki gelişimi… Dijital müdahaleler, benzer içi boş cümlelerle gittikçe kirlenen günümüz müziğinde, Yeni Türkü nasıl kalabildi hem yeni hem de bildiğimiz gibi?
Yeni Türkü’yü kendi kişisel kaprislerimize feda etmedik ve hep elimizin üstünde tuttuk. Gruba yeni birisi katıldığı zaman, bak Yeni Türkü böyle bir şeydir, biz buna hizmet edeceğiz dedik. O yüzden de Yeni Türkü, dediğiniz gibi kirlenmeden kalmaya çalıştı mümkün olduğunca…
Siz grubun değişmeyen sesisiniz ama yıllar içinde hem grupta hem kişisel hem de yakın tarihimizde sesler, yüzler, sokaklar epey değişti… Şarkılarınızdan geçen nice dize, hikaye hala şairlerin mi, artık Yeni Türkü müziğinin mi yoksa yıllardır hayatımıza dahil ettiğimizden bizim mi?
Çok kişinin emeği vardır… Bir müziğin, bir ruhun ortaya çıkması için belli bir dönemde sosyal ve toplumsal arka planın oluşması gerektiğine inanırım. Bizde de öyle oldu. Belki ben baştan sona bunu temsil eden kişi oldum, kimse de bunu yadırgamadı : ) Sözler, müzikler, şairler, grupta emeği olan arkadaşlarımız… Bu profille devam ediyor Yeni Türkü…
Televizyon programı da bu profili özetlemiyor muydu; Her Şey Dahil, Elektrik Hariç… Çok güzeldi ama bitti…
Maalesef… TRT müzik kanalı böyle bir hamle yapmaya çalıştı ama kolay değil hakikaten Türkiye’de bir şey yapmak…
Yeni Türkü’nün müziğiyle ve bize anlattığı hikayelerle hayatımızdaki seslere, yüzlere, sokaklara eşlik edişinin dışında bir anlamı daha var aslında, özellikle de benim kuşağımda; Süper Baba… Fiko, İpek, Deniz, Zeynep, Çengelköy, gittikçe özlediğimiz aile ve dostluk ilişkileri, naif sevinçleri, üzüntüleri sizin müziğinizle yer etti belleğimizde… Ve bir diğer kült dizi; Kaygısızlar… Muzip, eğlenceli, keyifli…
Yeni Türkü’nün kişiliği ile örtüşüyor sanki her iki dizi…
Kaygısızlar’ı da hatırlıyorsunuz : ) 90’lı yılların başında ilk diziler ve filmler için yapılan müzikler, özgün müzik denen türe aittir. Bu sonra bir tarz haline geldi, biz de onun içindeydik. Başından beri vardı o rüzgar müziğimizde, enstrümantal bir parçam vardı mesela Buğdayın Türküsü’nde… İlk kez ‘Ferhunde Hanım ve Kızları’nın müziklerini yapmıştık. Çok güzel, yaşayan bir diziydi… Ardından Kaygısızlar; Gani Müjde ve ekibinin.. Derken Süper Baba geldi… O dönem Yeni Türkü, dizi müziklerine damgasını vurdu.
Yeni Türkü orkestrasına son zamanlarda yine diziler, yeni isimler eklendi, Galip Derviş… Sonra Rıza ve Deniz : ) Nasıldı Yalan Dünya’nın sezon finali?
Çok eğlendik : ) Gülse Birsel ne kadar verimli bir insan, ne kadar güzel yazıyor. Galip Derviş de büyük olaydı : )
Klarneti Galip Derviş mi çaldı; yoksa Serdar Barçın arkadaydı da o da mış gibi mi yaptı ?
Öyle bir şeyler oldu, ama bekliyoruz, çalacak : )
İçindeymişik, yeşilmişik, sazmışık… Can Yücel’in dizeleri; en yeşil anlarda Yeni Türkü notalarıyla birden mırıldanmaya başladığımız, doğanın kendiliğinden fon müziği… Yeni Türkü yıllardır çevre mücadelesine destek veriyor özellikle de festivallerde… Termik santrallere, HES’e karşı mücadele büyüyor gittikçe… Bir şey söylemek ister misiniz bu konuda Kazdağlar’nın yakınında, Çanakkale’de?
Bu konuda devamlı söylüyoruz düşüncelerimizi… Başta Soma, yaşanan bütün felaketler, ileride olabilecek bir nükleer santral felaketinin ne boyutlara varacağını gösteriyor. Dünyada Soma’daki gibi bir felaket yaşanmıyor. Türkiye’de yaşanıyor olmasının altında büyük bir özensizlik, insan hayatına önem vermeme gibi temelden sakat nedenler var. Bu sakatlık üstüne bir de nükleer santrallerin kurulması, Kazdağları’nın kaybedilmesi… Kalbimizi oyuyorlar. Her şeyi sattığında, zaten sana bir şey kalmamış olduğunda uyanacaksın; iyi sandığın günlerin hiç de iyi bir gelecek oluşturmadığını göreceksin...
Peki ya bu maskeli balo ve sahte yüzleri?
Maskeler konusu… Maskeli Balo yazıldığında, bu boyutlarda maskeler olacağını bilmiyorduk valla… (gülüyor) Şu andaki durumu sözlerle tanımlayamaz hale geldik, akılla açıklanabilecek hiç bir şey kalmadı. Maskeler düşmüyor. İnsanlar birbirini maskelerle mi görmek istiyor ne? Türkiye çok hörgüçlü, tuhaf bir deve haline geldi ve devenin doğru hiç bir yeri yok. Artık öyle bir yerdeyiz. Yaşananlar mizahı bile geçti. Mizahçılar ne yazacaklarını şaşırıyorladır artık herhalde… Her şey büyük kandırmaca.. Büyük maskeli balo…
İyi ki müzik var, iyi ki Yeni Türkü var ki her şeye rağmen ‘eyvallah’ diyebiliyoruz tükenmeyen umuda, hayata… İlham veriyor mu bu büyük maskeli balo size, yeni hikayelere, dizelere? Yeni albüm için bir 12 yıl daha bekletmeyi düşünmüyorsunuzdur bizi inşallah…
Artık inşallah demeyi de öğrendik : ) İnşallah maşallahla idare etmeyeceğiz tabii ki, daha kısa aralıklarla bir şeyler yapacağız. Artık albüm değil de, arada iki üç parça yapmaya döneceğiz. Günü için bir şey söylememiyorum ama 2014’ü geçirmeyiz herhalde. Henüz ortaya çıkarmadığımız film müziklerimizi de düzenlememiz gerekiyor ama uygun bir zaman da bulamıyoruz ki… Kafamız dolu, bir felaketten bir felakete sürükleniyoruz. İnsan bu durumda bir şey yapma gücünü doğrusu kolay bulamıyor, ama ceplerimizdekileri de bir an önce boşaltacağız.
Türkçe’ye çok dikkat ettiğinizi ve etrafınızdaki kullanım hatalarını yakalayıp düzeltmeyi sevdiğinizi okumuştum;
az önce benim inşallahımda olduğu gibi… Bunda AnaBritannica Ansiklopedisi’nin veri tabanını hazırlamış olmanızın mı bir etkisi var, yoksa sözlüklere olan sevginizin mi : )
Ben obsesif, takıntıları olan bir insanım : ) Zaten sanatçılarda vardır mutlaka böyle şeyler… Geçmişimde matematik, fen eğitimi olunca her şeye biraz daha bilim doğrultusunda yaklaşmaya alıştım. Sözlüklere de çok düşkünüm. Evimde
70 – 80 sözlük çeşidi vardır; matematik terimlerinden Fransızcaya… Benim bir yeğenim var o benden beterdir. Şimdi söylemeyim adını ama ‘connecting people’ diye bir reklam sloganı vardı ya, onunla ‘correcting people’ diye dalga geçer yabancı eşi : ) İnsanları düzelten bir yeğenim var. Bu hep bir şeyleri doğru yapmaya çalışmak kaygısından, yoksa vallahi kötü bir niyetimiz yok : )
Dilerim heyecandan çok hata yapmamışımdır röportaj boyunca… Derya Köroğlu muhteşem bir sohbetti.
Bu röportaj benim için çok özel, gerçekleşmiş bir hayal ve inanılmaz kıymetli… Çok teşekkür ederim.
Grubun diğer üyeleri şu an soundcheckte. Onları dahil edemedik söyleşimize… Son olarak, her şey yolunda değil mi Yeni Türkü’de?
Türkiye’de işler ne kadar yolunda gidiyorsa, bizimki de o kadar yolunda diyelim. Çünkü hakikaten hep badireler yaşıyoruz ama Yeni Türkü yoluna aynen devam ediyor. Çok güzel sohbet ettik. Çok teşekkürler, Çanakkale’ye sevgiler…
Teşekkür etmek istediğim çok isim var bu röportajda… Başta Yeni Türkü’ye ve Derya Köroğlu’na… Beraber büyüdüğüm şarkılarına, hikayeme kattıklarına… Nasıl özel, kıymetliydi benim için bu buluşma, eğer Yeni Türkü gelmeseydi ben gidecektim artık yanlarına röportaja :)) Bir kocaman teşekkür aylar önce Yeni Türkü’ye nasıl ulaşabilirim diye düşünürken tesadüfen twitter da tanıştığım ve enerjisiyle desteğiyle bu buluşmanın gizli kahramanı diyebileceğim sevgili Ayşe Hadimoğlu’na… Ve grubun basın danışmanlığını da üstlenen Erkin Hadimoğlu’na… Soundcheck yaptıkları için grubun diğer üyeleri bulunamadı söyleşi esnasında ama müthiş keyifliydi öncesinde tanışıp sohbet etmek onlarla…
Kayısı Şöleni içi Yeni Türkü’yü şehre davet eden Kepez Belediyesi’ne, Emine Metin’e ve Özgür Başaran’a,
Osman Cevizci’ye de çok çok teşekkürler…
Ve Süper Baba’ya…
Çengelköy’den ve Yeni Türkü’dendir ; biz büyüdükçe kirlenen dünyada umut edip iyi kalabiliyorsak hala…