Monthly Archives: Mart 2013

şarkılardan yelken yüzdürdük Burhan Şeşen’le “gündoğarken” :)

Standard

Bayılırım içinden yelken, deniz, gemi geçen şarkılara… Kendi içine döndüren, hayal ettiren, umut veren, mutlu eden, her daim içindeki denizde yüzdüren, gülümseten, gitmek için “hadi” diyen, kalmak için “bekle ve güven”…

Denizi olmayan kenttlerin birinde büyüdüm ben… Kağıttan yaptığım gemimi bir gün denizimde yüzdürmeyi hayal ederken, şarkılarıydı denizin kokusunu getiren… Melodileri, sözleriydi dalgalarda yelkenime üfleyen, dost sesleriyle keyifle seyrime eşlik eden denizime giderken… Gizli köşelerine hayallerimi kazıdığım teknemde pusulamı bekleyen…

Yelkenim indi denize… Bir tatlı seyrüseferde…

Ne güzel bir sürpriz ki, denizden uzak o şehirde hayal ede ede büyürken, yelkenimi denize açmayı sabırsızlıkla beklerken, “Gündoğarken”; bana ondan sesler, kokular, haberler taşıyan şarkıların sahibiyle tanışıyorum bir başka şehirde, içinden deniz geçen = ))

Nasıl heyecanla tuşluyorum elimdeki numarayı … Telefonun ucundaki ses tanıdık… Aynı hatta yıllardır dinleyip eşlik ettiğim, aşkı anlatan, usul usul inandıran, sabırsızlandıran o şarkılardaki tonla… Güzel melodilerin içinden geçtiği notalardan bize çoğalan, sözleri yüreğimize, ruhumuza dokunan İlhan Şeşen, Gökhan Şeşen ve Burhan Şeşen trio’sunda… :=)

Kaset ve teyp vardı o zaman daha… Çok çok sevdiğim şarkılarını defalarca dinlerdim, hele ki “mest” eden “best of” kasetlerini başa sara sara… Kaset kartonetlerini aşındırırdım sözlerini takip ederken, kulağıma gelen türlü türlü enstürmanların ne olduklarını okuyup ayırmaya çalışırken… Grup Gündoğarken’in; “Yaşı gruptan küçük” olan dinleyicilerindenim ben… Esmeyi rüzgardan öğrenenlerden… Usul usul içine dönüp kendini keşfetmeyi, sevmeyi, hayal etmeyi, umut etmeyi, devam demeyi, karaya çıkana kadar dümeni yitirmemeyi iyi niyetli şarkılarından bilenlerden…

Burhan Şeşen de Gündoğarken’le yıllara dayanan bu tanışıklığımdan, şarkılarının hayallerimin ve enerjimin yükselen halinin değişmez fonu olduğundan haberdarmış gibi, geri çevirmedi röportaj talebimi… Aklımda soracağım sorular, kulağımda şarkılar, kahvem ve durduramadığım gülümsememle , sabırsızlıkla ve heyecanla bekledim telefondaki o çok aşina, hatta dost sesin röportaj için verdiği saati…

Gündoğarken şarkılarının denizinden geçen “yelken” madem benim için bu kadar önemli ve biraz da sihirli… O halde sohbetimize ve Burhan Şeşen’e kocaman teşekkürlerime bir yelken eşlik etmeliydi :=)

dscf5234

Bu arada bir kocaman teşekkürü de Kampüs Fm’in program sorumlusu Osman Cevizci’ye etmeliyim, aynı zamanda arkadaşı olan Burhan Şeşen ile iletişimimi sağladığı ve elime tutuşturduğu için ses kayıt cihazını :=)

Burhan Şeşen, ağabeyi Gökhan Şeşen ve Gündoğarken’in diğer üyeleriyle verecekleri muhteşem “müzik ziyafeti” öncesinde soundcheck esnasında yanıtladı şarkılarının enerjisinin peşinden dalıp çıkardığım sorularımı… Nezaketle, gülümsemeleriyle ve yıllardır hiç değişmeyen o bildik sesi, şarkılarından da hepimize geçen içtenliğiyle… Sevgili Burhan Şeşen’le şahane bir renk daha katıldı “Güneş Enerjisi” ne :=))

Burhan Bey, hoş geldiniz Çanakkale’ye… Ben bugün  buraya  gelirken, üç neslin, aynı anda konser afişinize baktığını gördüm. Aynı karede…

(Gülüyor) Ne güzel…

Çok isterdim o anın fotoğrafını çekip gösterebilmeyi size de, güzeldi… Grup Gündoğarken ile kaç nesil yetişti?

2013 yılı, 30 sene oldu… Bazen konserlerde soruyorum karşımdaki ufacık çocuklara, gençlere; siz nereden biliyorsunuz bu şarkıları diye… Anne babamızdan duyduk diyorlar, doğrudur… Üçüncü nesilden emin değilim ama en az iki nesil garantidir bence Güneş…

Sizinle beraber büyüyen nesil belki biliyordur Grup Gündoğarken’in hangi şarkılarla bu kadar yol aldığını duygularımızda, hayatımızda ve kendi müzikal yolculuğunda … Biz söz ve müziğinize sonradan dahil olanlar pek bilmiyoruz bu “zamansız” sözlerin buluştuğu ilk anları notalarla  … Biraz anlatır mısınız?

Sülaledeki ilk profesyonel müzisyen amca… (İlhan Şeşen) 1971 yılında ilk kırkbeşliğini çıkardı. Gökhan ve ben o zaman Ankara’da öğrenciyiz… Gökhan lisede, ben ortaokuldayım… Çok etkilendik, çok hoşumuza gitti amcanın ses tonu ve şarkıları… Zaten Gökhan’da eskiden beri müziğe karşı bir ilgi ve yetenek vardı..  Bende öyle bir şey yoktu… Hatta beni mandolin kursuna göndermişti babam, mandolini bırakarak kaçmıştım. Hiç sevmemiştim herkesin aynı ezgiyi çalmasını… Yıllar sonra gitara merak saldım. Üçümüz buluşur, oturur; yemeklerden sonra şarkılarımızı çalardık birbirimize… Uzakta olsak da sözlerimizi gönderirdik. Aslında Gündoğarken 1983 yılında kuruldu ama birbirimizi tanıdığımızdan beri müzik muhabbetimiz vardı. İlk konserimizi 1982 yılında BCG adıyla Hodrimeydan Kültür Merkezi’nde verdik. Amca Bursa’da avukattı. Onu da çağırdık, geldi. Levent Kırca o konseri izliyor ve bir oyun teksti veriyor. Kadıncıklar… Amca önemli bir kara vermek zorunda kaldı, avukatlığı ve çocuklarını Bursa’da bıraktı. Gündoğarken’e öyle bir girdik. İyiki de girmişiz diye düşünüyorum. Amca da bence aynı fikirdedir. Yoksa hepimzin içinde bir ukte olarak kalacaktı müzik… Gökhan mühendislik ben sinema televizyon okudum. Alaylıyız… Zaman zaman bazı üzüntüleri, pişmanlıkları oldu ama iyi ki bu yola girmişiz diye düşünüyorum.

Kesinlikle, iyi ki girmişsiniz bu yola… Bir amcanın iki yeğeniyle birlikte müzik yapması durumu, pek de alışık olduğumuz bir aile tablosu değil galiba… Nasıl bir evdi? Peki ya şarkıların üretim süreci? Nasıl böyle aynı duygularda buluşulabildi?

Gökhan ve ben aynı evde oturduk 7 sene… Amca da hemen yakınımızdaydı zaten… Öyle şarkıları beraber yapma durumumuz yoktu. Bazen tiyatro müzikleri, müzikaller oluyordu… O zaman oturup onları birlikte çalışıyorduk. Hepimiz şarkılarımızı ayrı ayrı yapıyoruz ama mesela bir şey eksik mi kalmış? Bir solo, bir söz… Onları beraber tamamlardık. Hepimiz oturalım da üç kişi bir anda bir şarkı üretelim diye bir şey olmadı, hepimiz tek tek ürettik ve onun üzerinde o şarkıları beraber işledik.

Müzik mi sevdi sizi bu kadar çok, yoksa siz mi müziği? Nedir aranızdaki ilişki?

Müziği tabii ki çok seviyoruz. Babam kaptan pilottu. O yurt dışına gittiği zamanlar bavullar dolusu plaklar getirirdi. Ankara’dan İstanbul’a taşınma sürecinde, 70’li yılların ortasında benim en büyük dostum müzik oldu. Ankara’daki mahalle kavramı İstanbul’da yoktu. O dönem çok ciddi müzik dinledim. Fonda bir müzik değil ama, oturup arkadaşlarımla, perdeleri kapayıp çok ciddi müzik dinleme durumum oldu. Ondan sonra şarkıları üretmeye başladım. Öncelikle hakikaten iyi bir dinleyici oldum. Müzik ve söz zaten bir arada gelen bir şey Grup Gündoğarken’de… Öyle oturup da ayrı ayrı bir şarkı sözü, şiir yazdığımız yok denecek kadar azdır. İkisi bir arada geliyor. Hakikaten biraz çalışmayı da gerektiriyor. Bazen gece yarısı uyanıpta gecenin üçünde dördünde de şarkı yazdığım oldu. Denir ya, ilham gelir diye…  Ne derseniz deyin o gerçekten geldiği zaman çok kırılgan, kaçırmamak lazım. Sürekli gözlemci olmak lazım… Şarkı yazmanın en önemli rollerinden biri de herkesin baktığı gibi bakmayacaksınız. Bir de iyi kitaplar okuyup iyi filmler seyredeceksiniz mutlaka. İlham öyle boş boş gezerken gelecek bir şey değil, zaman zaman o da olsa, yetmiyor. Mutlaka ilişkide olması lazım diğer sanat dallarıyla da şarkı yazan insanın..

Şarkı sözleriniz biraz doğadan da mı besleniyor? Ben bayılıyorum mesela içinden yelken, deniz, sahil, dalga geçen şarkılarınıza… Umut veren sözler,şarkılar değil mi onlar aynı zamanda?

Zaten öyle olması lazım, umut verici… Hüzünlü şarkılarımız da var ama hiçbir zaman arabeske kaçan, umutsuzluğa yelken açan sözler yazmadık. Buna dikkat ediyoruz. Hüzün ayrı, umutsuzluk ayrı birşey… Bence de, bizim şarkılarımız içinde belli bir umudu her zaman taşır, ve hep de öyle olacak…

Aşk da taşıyor şarkılarınız, bahar da… Aşık olunca mı yazarsınız daha çok şarkılarınızı? Peki biz, aşkı kendi kendimize, içimizde yaşarken mi dinliyoruz sizi, yoksa onunla beraber dolu dizgin mi ya da beklerken mi aşkı? Aşk ve Gündoğarken şarkılarını nasıl konumlandırıyorsunuz?  

Tabii bizim şarkılarımızı kimler dinliyor onun açıkçası pek araştırmasını yapmadık ama bizim üretme sürecimize bakarsanız, çok mutlu olduğumuz anlarda değil de ayrılık zamanlarında daha çok şarkı ürettiğimizi görüyorum ben, kendi adıma konuşursam…  Bir de her yaşanan şarkının birebir bir hikayesi yok. Herkes diyor ki bunu nasıl yaşadınız da yazdınız. Bazıları hakikaten yaşanıp yazılıyor, bazıları da tamamen hayal mahsülü olarak yaşanıyor. Sizin de dediğiniz gibi herkes bizi sanki aşkı çözmüş,bir aşk gurusu gibi görüyor ama öyle bir şey yok… Hala bizim de çuvalladığımız, tökezlediğimiz anlar oluyor duygusal ilişkilerde konusunda… Öyle yani =)) (gülüyor)

Aşk gurusu durumumuz yok diyorsunuz ama, bizim son zamanlarda başka gurularımız var :=) Hakkını verenleri bir kenara koyarsak; kendini sevmek, affetmek, özgür bırakmak ve hayatı teşekkürlerle yaşamak çerçevesinde dolaşan demeçleriyle engel olunamaz bir akım yaratanlar… Sizin şarkı sözleriniz zaten umutla bütün bunlardan bahsetmiyor mu? Bana kalırsa siz yıllar evvel çözmüşsünüz bu durumu! Bir Grup Gündoğarken bakışı,duruşu,enerjisi var, diyelim mi :=)

Son zamanlardaki kişisel gelişim furyası birazcık amacını aştı, çok haklısın. Kimse kusura bakmasın ama bana saçma geliyor açıkçası ve baktığımız zamanda en çok tiraj yapan kitaplar, filmler hep bunlar … Bizim olumlu bir enerjimiz olduğunu düşünüyorum. Öyle çok “secret” durumu değil belki ama hem pozitif insanlarız hem de biraz psikolojiye meraklı olduğumuz için herşeyin arkasında başka bir anlam olduğunu biliyoruz.

Peki siz de öyle mi yaşıyorsunuz? Şarkılarınızdan bize geçen duygularla?

Benim mesela övündüğüm en önemli şeydir; hiç kavga etmedim hayatım boyunca. O kadar siyasetin içinde oldum, futbol oynadım yıllarca, hiç kavge etmedim, kimsenin canını acıtmadım o anlamda… Birşey olduğu zaman bunun bir sebebi var dedim ve herşeyi barış yoluyla çözmeye çalıştım. Bu durumun az çok şarkılarda da hissedildiğini düşünüyorum.

Yoğun turne programınızda ülkenin doğusunu da batısını da Anadoluyu da geziyorsunuz ve belki de Grubun yaşından küçük dinleyicilerinizle beraber şarkılarınızı söylüyorsunuz… Gittiğiniz şehirlerde nasıl karşılanıyorsunuz, nasıl bir kitleyle karşılaşıyorsunuz?

Doğudaki şehirler, batıdaki şehirlerden daha çok kucak açtı, ilgilendi. Özellikle Iğdır… Bu turnedeki en kalabalık izleyici Iğdır’daydı. Herhalde diğer şehirlerde doymuşluk var, birçok sanatçı dostumuz gidiyor, konserler veriyor… Erzurum’da, Kars’da, Iğdır’da pek konser olduğunu tahmin etmiyorum ne yazık ki… Herhalde onun içinde daha bir ilgileniyorlar. Doğu ile batı arasında ayrım yapmak istemem ama kişisel olarak, doğudaki dinleyici daha mutlu etti… Daha saygılı; hem dinleme adabı hem de misafirperverlik anlamında… Bu arada çok enteresan bir kitle var dediğiniz gibi, bir şarkımdan bahsediyorum, 70’li yıllarda yazdığım, Sarmaş Dolaş… Kimse daha doğmamış, herkes söylüyor ama :=)

Son zamanlarda “piyasa müzik” tabir ettiğimiz, aynı sözlerle aynı müziklerle “oluşturulan” o otomasyon şarkılar “Pop” ise, Grup Gündoğarken şarkıları ne? Ya da pop müzik sizin yaptığınızsa, peki ya bugün heryerde çalınanlar? Hala farklı enstrümanları bir arada kullanıp, müzikal kimliğinizi koruyor, duruşunuzu değiştirmiyorsunuz… 

İçimizden gelen şeyleri yapıyoruz ve dinlemeyi sevdiğimiz müzikler var… Mesela drum & bass dinlemediğime göre, müzikteki aranjeleri de drum & bass şeklinde yapamayız zaten… Akustik müziği, akustik aletleri daha çok seviyoruz. Gitar, keman, mızıka, perküsyon… Klavye çok sevmiyoruz, iyi çalınmazsa şarkı sözlerinin üzerini örttüğünü düşünüyoruz. Bir de sözleri öne çıkaracak aranjmanlar yapmaya çalışıyoruz. Bizim sözlerimizin, müziğimizden daha önemli olduğunu düşünüyorum ben eğer öyle bir karşılaştırma yapılırsa, onun için de o sözlerin anlaşılması lazım… Sek aranjmanlar yapıyoruz o yüzden…

Radyo programımda Grup Gündoğarken şarkısı çaldığımda, ben de çok mutlu oluyorum, dinleyenler de o anda… Sarmaş dolaş dedik az önce mesela… Biz sizi çok seviyoruz… Bu kadar geniş bir dinleyici kitlesi tarafından, hala bu kadar sevilmeyi, dinlenmeyi siz oradan nasıl yorumluyorsunuz? Bir Gündoğarken tarzı, akımı, müzikal anlayışı mı var ?

Müzikal anlayış… Yüzde yüz ben de katılıyorum. Bundan da önemlisi, şarkılarımızın iyiliği kötülüğü tartışılır ama içtenliği tartışılmaz. Bence insanlar o içtenlikte kendilerinden birşeyler buluyorlar ve biz onların hislerine aslında tercüman oluyoruz. Bana sorarsan herkesin içinde bir yaratıcılık var ama onu açığa çıkarmak için biraz kendini deşmek lazım… Biz o kendini deşenlerdeniz.

Sinema, televizyon programcılığı, gazetecilik, diziler ve müzik… En çok hangisinde kendinizi gerçekleştiriyorsunuz?

Sahnede en çok… Bir de fotoğraf çekmeyi çok seviyorum. İyi bir fotoğraf setim var. Bu turnede de yanımda… Sürekli fotoğraf çekiyorum. Cep telefonumla da çekiyorum, onları sürekli instegram ve twitter’da paylaşıyorum. Arkadaşlarımla ve takipçilerimle fotoğraf ve bilgi alışverişi yapıyoruz.

Şeşen'in objektifinden :)En çok sahnede olmaktan keyif alıyorum. Evde çok sevdiğim dostlarımla olup onlara şarkı söylemekten de çok daha büyük keyif alıyorum. Özellikle yeni şarkılarımı… Çünkü bu tür yerlerde çok yeni şarkılarımızı çalamıyoruz. Bir de özel merakım, babam emekli kaptan pilot demiştim, ben de Atlas Jet’in sanal pilotuyum. İnternette uçuş yapıyorum. Bir de onu çok seviyorum, kafamı çok rahatlatıyor. Çok kişiye de söylemedim bu huyumu. Uçmayı çok seviyorum…

Çok teşekkür ederim benimle paylaştığınız için bu özel ilginizi… Hem televizyon programı yaparken hem de turneleriniz kapsamında bir çok şehir, üniversite gezdiniz… Çanakkale, nasıl bir şehir sizin için? 

Ben Çanakkaleyi çok sevdim. İlk konserimizi 1997 yılında verdik burada ve o zaman şaşırmıştım, gecenin ikisinde genç kızlar tek başlarına sokaklarda geziyorlardı. Dedim ne kadar modern, güzel bir şehir… Bir de Bozcaada sevdalısı olduğum ve hep Çanakale üzerinden gittiğim için Bozcaada’ya, bende Çanakale hep olumlu, tebessüm ettiren bir şehir izlenimi verir bana… Sadece Çanakkaleyi değil yakın çevresini de çok severim. Çanakkaleyi ve Çanakkalelileri de ayrıca…

Şarkılarınıza deniz mi sinmiş? Aşk, bahar, umut,ada, dalga, deniz, yelken… Bir kaptanlık sinmiş sanki o şarkılara da :=)) 

(gülüyor) Ne mutlu bize o zaman bunları hissettiriyorsak dinleyiciye, ne kadar mutlu bize… Bunlar bilinçli mi bilinçsiz mi bilmiyorum. Mesela Bülent Ortaçgil’in şarkılarında hep bir “oyun” sözü geçer. Kendi sözlerime baktığım zaman ya “deniz” ya da “usulca” yı çok kullandığımı görüyorum. Hatta geçen gün Gökhan uyardı yeni yazdığım bi şarkıda yine mi usulca var diye, baktım hakikaten öyle :=)  Bazı söz yazarlarının bazı simge lafları var, kendileri de belki onu açıklayamaz, bendekilerden biri de deniz olsa gerek…

Bir çok programda yeni albüm için 2013 Nisan demişsiniz…  Az kaldı :=)

Ben demedim, ben demedim, Gökhan dedi… ( gülüyor) Zaten bu ara turneden albüm yapmaya fırsatımız yok ama sanıyorum Mayıs ayında üniversite şenliği döneminde bir boşluğumuz olacak. Şarkılarımız hazır zaten… İnşallah mayıs ayında stüdyoya gireriz diye düşünüyorum.

“Yağmur ol kızım” nasıl bir şarkıdır öyle… Bir babanın kızına emanet edebileceği duygular  bu kadar mı naif, içten anlatılır…  

Kızım 1998 yılında doğdu. Doğduktan kısa birsüre sonra yine işten geldim bir gece yarısı… Baktım Türkan Şoray ve kızı Yağmur bir tekrar programda, televizyonda… El ele oturmuşlar, tiyatro izliyorlar… Çok etkilendim. Hem kızım yeni doğmuştu hem de bir anne kızın hala el ele oturup tiyatro izlemesi beni çok duygulandırmıştı. Yani Yağmur Ol Kızım, hem benim kızımla; hem de Türkan Şoray’ın kızıyla arasındaki ilişkiden çıktı. Sonra Türkan Hanım’a çaldım o şarkıyı… Yağmur’la Nazan Şoray da vardı. Ağladı Türkan Hanım, çok duygulandı. Ona hemen sözlerini yazdım hediye ettim. Bence de o çok özel ve güzel bir şarkıdır.

Şarkılarınızdaki duyguların rotasına girersek şimdi eğer, bir gün bir yelkenle açılıp gidebilir misiniz herşeyi bırakıp, yoksa zaten başından beri konuştuklarımız ve şarkılarınızla, kendi yelkenlinizde bir seyirde misiniz halihazırda?

Hayal gücüm olduğu kadar, sorumluluk hissim de fazlasıyla vardır. Kendime çok dikkat ederim mesela… Hiçbir zaman “Aman bana ne ya” demem…  Ailem, dostlarım konusunda sorumluluk hissim çok yüksektir. Çeker giderim diye hüç düşünmedim hayatımda… Bundan sonra da zannetmem düşüneceğimi….

İyi ki varsınız, sözlerinizle, sesinizle, müziğinizle hayatımızdasınız… Bitirirken bu keyifli sohbeti, son olarak nasıl anlatalım Grup Gündoğarken’i ?

Gündoğarken müzikal bir anlayıştır. Akustik müzik… Sözlerin önemli ve önde olduğu, vokal ağırlıklı…  Mutlaka bu tarzı izleyen gençler dinlemeye devam edeceklerdir bizi… Sanma ki bu pop müzik hep böyle gidecek, son zamanlarda alternatif isimler oldukça geniş dinleyici kitlesi buluyor. Şarkılarımızdaki o duygular gençlere de geçsin diye, devam ediyoruz biz de şarkılarımızı yapmaya ve söylemeye…

JEHAN BARBUR “UYAN” DEDİ,MASALLARDAKİ GİBİ…

Standard

Eskiden, hala çocukken ve basit bir oyunda gülerken okuduğum masallarla koşmaya başladım hayallerimin peşi sıra…
Öyle çarçabuk, aniden, birden büyümek hiç yokken aklımda…
Büyürken benimle geldi inandığım masalım da…
Zamanı gelince açıldım ben de denizime, güzel tesadüfler ve vazgeçmeyen bir hevesle…
Tut vira!.  Masalımın kahramanlarıyla tanışmaya ve onlardan biri olmaya…

Yol aldıkça masalımdan çıkıp kendi hikayemi yazmaya başlamışken,
korktuğum rüzgarlardan mıdır, benden midir yoksa başka birşeyden midir bilmem,
çevirdim dümenimi sakin bir limana…

Belki de çocukluktan kalan o küçücük hikayenin ardından artık gidemediğim için dalmıştım ben de uykuya… Aklımda yarım kalan masalımla…
Hayat durmadan dayatmıştı, sormadan bana…
İyisi mi uyumaktı, gözlerimin mahmur kalması, kirpiklerimi güneşin ısıtmaması pahasına…

Ben uyurken Jehan Barbur girdi rüyama… Masallar,hayaller dedik madem; masal perisi gibiydi, sihirli değneği elinde, ucunda yıldızıyla…
Önce o dupduru sesiyle, kendi hikayesini anlattığı cümleleriyle içinden gelen melodisinin şahane ahenginin her defasında bana başka şeyler söylediği şarkılarıyla dokundurdu yıldızını omuzuma…

O en naif, usul , sakin, güven veren gülümsemesiyle tek bir masal, tek bir hikaye, tek bir hayal, tek bir kahraman, tek bir şarkı, tek bir yol olmadığını anlattı bana…
Tek bir hikaye yazılır, bir hayal kurulur, bir kahraman olur sanırdım oysa…

‘Uyan, anlayacak, anlatacak çok hikayen var aklında… Şermin gibi geç kalma hayata…

Hayat dayatmazsa bulamazsın ki saklı halini, göremezsin gerçek rengini …
Dayatsın ki sök at yanlış kendini…

Kelimesiz geldiğin fikirler yol almaz, dönüşmeden, değişmeden gün olmaz, çare bulunmaz, soluklanmaz zaman…

Yorma olmayacaklara kendini, yol bu! Alır gider seni beni büyütmeden uzaklara… Uyan…’

Uyandım… Tek bir masal, tek bir kahraman olmadığını anladım. Hayallerinin peşinden, içindeki notaların izini takip ederek hiç bilmediği bir şehirde kendi hikayelerini arayan, yazan, kendi yolunda kendine varış gezginliğini  usul usul anlatan , bu dünyanın sevgilisi “küçük kadının” şarkıları kulağımda; yaşanmamış ama yaşanacak onca hayal peşinden koşmak için yeni bir masala başladım…

Onun şarkı sözleri yazının girişi… Jehan Barbur’un anlattığı hikayelerin, benim hikayemle örtüşen cümleleri…Her gün kulaklarımıza takılan onca “alternatif” şarkının yanında sözleriyle müziğiyle,enerjisiyle gülümseten,nefes aldıran, fark yaratan “kadın ozan”; onu seve seve takip eden dinleyicilerine şöyle anlatıyor kendini: Şarkıcı,besteci,söz yazarı,hepsi ya da hiçbiri…

Jehan Barbur geçtiğimiz hafta Çanakale’de iki muhteşem konser verdi…
Bloguma ve bana da, müthiş bir enerji !
Gördüğüm rüyada omzuma dokunan, usul usul uyan diyen “yıldız” gerçekten karşımdaydı yeniden yazmaya başladığım hikayemin başında…
Öyle şanslıyım ki…

DSCF5181

Önce konser kulisi…

Bembeyaz güllerle kaplı şirin elbisesi, ilk saniyede salondaki herkesi içine alan enerjisi, canlı canlı dinlerken daha da güzel, daha da billur sesi, şarkılarını söylerken kendini kaptırıp her bir notayı her bir heceyi resmettiği, bayıldığım mimikleri, “Ben hikayelerimi anlatacağım, eşlik eder misiniz?” deyişindeki samimiyeti, ekibiyle arasındaki o müthiş, muzip enerjisi…

Rüyamdaki masal perisi gibiydi, sihirli değneğin ucundaki yıldız, kendisi 🙂 Şarkılarını söylerken neşesiyle, sevinciyle, bazen uzaklara gidişiyle, vücut diliyle tuttu kalbimizden, duygudan duyguya, yoldan yola taşıdı o gece Jehan Barbur bizi… O kadar beyazdı, o kadar saftı ki sesi, sözleri, ve tabii ki enerjisi,  sahneden taştı, hepimizi sardı, yıkadı, pakladı içimizi…

Uyanmışım iyi ki…  Peşinden koşacak yeni hayallerim var şimdi…
Yazmaktı ilki, işte bloğum “güneşin enerjisi” : )
Aynı zamanda radyo programımın da ismi
Bakalım kimleri, hangi hikayeleri katacak yoluma ikisi…

Ve  saatlerce dinlediğim, gülümseyerek, cümlelerinden etkilenerek kendi yol hikayesine, kendine varış gezginliğine uzaktan eşlik ettiğim, yakından tanımayı, konserine gitmeyi, tanışabilmeyi çok istediğim  Jehan Barbur’la röportaj da yapabilmekti bir diğeri… Fikri bile bana inanılmaz bir enerji verdi ! Heyecanla röportaj talebim için mail attım konser öncesi, Jehan Barbur’un menajeri sevgili Eda Bilgin’den cevap geldi hemen, bu kadar ulaşılabilir olmalarına inanamadım, muhteşem bir ekipler…

Bir daha hissedemem dediğim o tanıdık röportaj öncesi hazırlık hevesinde; duyguların, şarkıların izinden kelime avına çıktım, birazdan okuyacağınız sorularımı hazırladım .

Kuliste bu fotoğrafı çektirirken, “yanıtlayacağım sorularını” dedi ya gülümseyerek bana, zıpladım sevinçten havalara ! Peki peki iyi ki yaptım değil mi röportaj Jehan Barbur’la, ne çok anlattım böyle başında !  Kendisi dedi bana gülümseyerek, “içinden gelen sesi dinle” diye, gerisi aramızda…

DSCF5184

Son zamanlarda öyle alışmışız ki kafa tutmaya hayata şarkılarla.. Hayal kırıklıklarımızın, pişmanlıklarımızın, hırslarımızın hesabını; yüksek sesten notalarla, sorumluluğunu üzerimizden en çok da”ona” atarak kendimizi temize çıkarıp herşeyden hesap sormaya… Ya da egolarımızı ihya eden cümlelerin digital seslere özenle yerleştirilmesiyle oluşan, duygudan yoksun, birbirinin aynı yapay ritimlere kaptırıp avunmaya… Hayıflanıp oyalanmaya, hatta çıkamadıkça işin içinden gizli bir keyif almaya, kendimizden kaçmaya… İşte biz böyle geçirirken zamanımızı “uykuda”, bir kadın ozan geliyor ve usul usul “uyan” diyor… Hem de anlattığı masallarla… Gittikçe yayılıyor anlattıkları kulaktan kulağa, bu noktadan kulak versek ona ?

Kulak veriniz elbet..Veriniz ki benim de anlatmaya gayret ettiklerim kendine bir yol bulsun, camınızı tıklatsın, içeri girsin. Siz onları hemence kabul etmeyiniz ama. Ben de öyle kolayca hayatınıza girmeyeyim. Düşünüp, tartın, hayatınızda bu şarkılar için bir yer açmadan evvel fazla lütufkar davranmayın. Davranmayın ki bu cam tıklatmalar bir uğraş sonucu sizde yer edinsin. Ben de mutlu mutlu o koltuğunuzda oturayım.

Hakkınızda yazılan yorumların ortak özelliklerinden biri de şu : Huzur veren, masalsı, melek tınılı, enerjik, duru, güzel ses… Şarkılarını tertemiz notalarıyla söyleyen, saatlerce dinlenesi, büyüleyen… Ben bir şey eklemek istiyorum bunlara katılıp: Dinlerken kendimden geçip uyuşmuyorum. Büyüleniyorum ama unutmuyorum, kaçmıyorum. Aslında farkına varıyorum, kendime geliyorum, içime dönüyorum, düşünüyorum, bahanelerimden arınıp içimi kendi öz suyumla yıkıyorum… Sizin hikayelerinizi dinlerken, kendi hikayelerimizi mi yazmaya hevesleniyoruz?

Yazın elbet….Sanat sanattan beslenmeli. Ben nasıl ki bir fotoğraftan yahut bir tablodan veya bir filmden etkilenip yeni bir şeyler yazarak kendimi ifade etme ihtiyacı hissediyorsam sizler de yapın.  Üretiler, doğrulmuş her şey bir başkasını harekete geçirebilmek için var olma çabası veriyor zaten, uyuşturmak, onları tepkisiz kılmak için değil. Hep hareket için…

Sizinle ilgili yazılan köşe yazıları, bundan sekiz dokuz yıl önce hep “Bu ismi not edin bir yere” diye bitmiş… Hayallerinin peşinden kalkıp hiç bilmediği bir şehre gelen, içindeki müziği hikayeleriyle harmanlayıp bize de taşıran, gittikçe çoğaltan Jehan Barbur… Sahi kim öğretti size hayalinizin sesine kulak vermeyi? Sevemedikleri meslekleri, biraz “düzen” için seçen, mutsuz, tatminsiz halinin sebebine “hayat” diyen, üniversiteden sonra, hayallerinin okyanusuna açılmaya cesaret edemeyip, sakin bir limana demirleyenler… Aklı denizinde kalan “bizler” … Neydi etrafınızdaki sesleri bastıran, sizi bizden farklı kılan?

Birincisi : ben farklı değilim. Benden çok var bu hayatta ve herkesten çok. Kimse “tek” olma özelliğine sahip değil. Böyle düşünüp buna inanana üzülmeli. Kimse özel değil. Hepimiz birbirimizden farklıyız ama benzerlerimiz var. Diğer sorunuza gelirsek…Bu duyguyu bana kimse aşılamadı. Bu bendim, yani yaşamayı dilediğim hayatı seçip onun peşinden gitmeye yeminliydim. Hayat bir armağan..  Şu an bildiğim kadarıyla tek şans verildi bize. Umarım değildir ama bildiğimiz bu şimdilik. Dolayısıyla mümkünse ben bu hayatı içimin bana fısıldadığı gibi yaşamak istiyorum. Mutlu olmak için…

Ve Bülent Ortaçgil… Müziğinizde, hayatınızda, albüm kararınızda, bizim de kendi hayatımızın notalarında gitarıyla, sözleriyle bizi bize anlatan sorduran , “zamansız” ozan… Dalyan Deltasını son albümünüze eklediniz… Ortaçgil’in “kadın sesi değen” şarkılarından Canım Yanmaz’ı sizden dinlemeye doyamıyorum. Canınız yanmasın diye sizin açılmadığınız denizin var mı? Ya da tut vira tut, hadi yallah diyip o denizde usta bir kaptan olmak mı?

Ben hala canımı yakmakla meşgulüm. Canımın yanmaması için henüz erken. Daha çok yanacak o can. Yanmadan evcilleşmez iflah olmaz biliyorum.

Kendinizi ifade etme şeklinizin hikayelerinizi anlatmak, şarkılarınızı söylemek olduğunu söylüyorsunuz ya… UYAN, HAYAT ve SARI… İstanbul’a gelen kadından, hayatımızdaki, kulaklarımızdaki yeri rengarenk olan kadının, değişimi, evrimi, dönüşümü nereye gidiyor şimdi? Şarkılarınızla anlattığınız hikayelerinizin rengi, bürünür mü “SARI” ya? O şiir, buna işaret midir?

Ne yazık ki tüzelden ziyade özeli anlatıyorum hala, zira bir dolu düğüm bir dolu çıkmazım var. Nesnelim ve ne zaman öznele dönüşürüm bilmiyorum. Kadını, kenti, hayatı değil insanlığımı, şehirlerimi ve hayatımı yazıyorum. Bir şekilde aynı hayatları yaşayan insanlar olduğumuzdan dokunuveriyor dirseklerimiz de ortak bir payda da buluşuyoruz işte. 

 Şarkılar kristallerden mi? Bizim ışığımızla dinlerken o anki, ya da sizin yorumunuzla her daim değişen renkli… Kendi hallerindeyken billurdan, sizinkiler gibi Her seferinde farklı renklerde dinliyorum bende sizinkileri. Herşeyi çarçabuk tüketmiyor muyuz artık? Sıkılıyoruz , kendimizden bile, yeniyi arıyoruz … Sesiniz her seferinden farklı bir “bize” anlatıyor hikayeleri, ruhumuza dokunuyor… Müziğiniz mi eşlik ediyor hikayenize, yoksa sözler mi takılıyor notaların peşine, biz de hikayen(m)ize… Nedir bunun simyası?

Karşı taraf için bu nasıl oluyor bilemiyorum ama ben müziğimle hikayemi aynı anda yazıyorum . Anlatmayı dilediğim hikayenin hep bir müziği oluyor ve beraberinde geliyor ikisi. Konuşurken bile kelimelerimin kendi içinde bir melodisi var ya da ben deliyim gaipten sesler duyuyorum.

 Eskiden şarkınızın klibi de masalsı değil mi? Geçmişten bir hediye gibi! Anneniz ileride bu hikayelerini anlatacağınızı bilmiş de klibin çekimine başlamış sanki Bence olamazdı daha güzeli!… O balkondan denize bakan küçük Jehan, hangi denizlere açılmayı hayal ederek büyüdü? Aniden mi büyüdü öyle, birden bire? Ve yıllar sonra bu kez klip çekimi için gittiğinizde o eve, geçtiğinizde o çocuğun yerine, ne hissettiniz? İstediğiniz gibi büyütebilmiş misiniz onu? Hala gülümser mi, dürbün yapar mı gözlerini, büyürken var mı bırakamadığınız halleri ?

Kısaca cevap veriyorum. Orada ne görüyorsanız o işte. Değişen hiçbir şey yok. Evet hala eliyle dürbün yapıyor Jehan. Nanik de yapıyor bakma!

Bir röportajınızda, kahraman yaratma halinin, özgürlüğü kısıtlayıcı bir şey olduğunu söylemişsiniz. Masallardan hikayelerden bahsettik ya… Peki masal kahramınınız kim ya da siz hangi masalın kahramanı olmak isterdiniz?

Ben Gündüz Vassaf’ın söylediği şeye itimat ediyorum. Kahramanlarımın hepsini öldürdüm.

Siz ruhumuza dokunuyosunuz, bir yandan da size yakından bakmamıza izin veriyorsunuz… Sevdiğiniz, etkilendiğiniz yazarları, şarkıcıları telaffuz ediyorsunuz… Ben merak ettim mesela Gündüz Vassaf’ı, benim hikayeme katacaklarını… Bayılıyorum kelimlerle çizdiğiniz resimlere… Baktığın yeri değiştirdikçe ,oynattıkça, farklı şekiller gösteren oyuncaklar vardı ya, öyle:) Blog yazmaya devam ediyor musunuz? Ben okumaya çalıştım ama ulaşamadım yazılarınıza…
Blogumu kapattım çünkü yazdıklarımın artık sanal bir sayfada tükenmesini istemiyorum. Onları bir kitap haline getirmeye çalışıyorum şu sıralar. Bu proje ne zaman gerçekleşir bilemiyorum.

Sorularımı hazırlarken saatler kaldı sizi sahnede izlememe, heyecanla bekliyorum! Sahne enerjinizin müthişmiş, öyle diyorlar 🙂 Nasıl gözüküyoruz peki eşlik ederken size? “Ben yazarken öyle düşünmemiştim, onu demek istememiştim” diyor musunuz, bozuluyor musunuz böyle olunca, yoksa izin mi veriyorsunuz hikayelerinizin farklı hayatlardan, duygulardan geçip çoğalmasına?

Bir kere siz şarkılarınızı, yazdıklarınızı paylaşmaya, açığa çıkarmaya karar verdiğinizde müdahelenizden çıkmışlardır artık.  Onların etkileri şöyle olmalı diyemez, kontrol edemezseniz, herkes her sözü her melodiyi kendi algı süzgecinden geçirip o şekilde yaşayacaktır.  Yerine duruma göre değişiyor. Bazen gönlümdeki yerini buluyor bazen de işte söyleyip iniyorum sahneden. Her dinleyici kitlesinin enerjisi ve tepkisi farklı. Bazen iş olarak da bakmak gerek ki duygusal olarak zedelenmeyin.

Siz enerjinizi nerden besliyorsunuz? Her ne kadar siz gün içinde kızabilen, sinirlenedebilen biri olduğunuzu ifade etseniz de, sahnedeki Jehan Barbur’u biliyoruz biz ve çook sakin, hiç kızmaşmış, herşeyin karşısında naif kalabilirmiş gibi geliyor, ya da olsa olsa şarkısını söylermiş:) Yorgun hissedince, ya da kırgın, ya da yapamazmışsınız gibi gelince, kimden, neyden destek ararsınız? Egoyu aşıp öze varmaktan bahsetmişsiniz, bunun için ne yaparsınız? Hiç mi dikilmez karşınıza egodan iç ses?

Ben tüm bunlardan bahsederken, bunları başarabildiğim için değil başarabilmeyi arzuladığım için bahsediyorum. Benim de egom boyumdan büyük. Erdemli olmaya, egomu törpülemeye, az istemeye gayret ediyorum. Sinirlenip kızma meselesine gelince, işte o zaman sinirlenip kızıyorum. Tepkimi gösteriyor hiçbir şey sakınmıyor hatta kırıcı oluyorum. Daha çok içki ve daha çok sigara içiyorum. Yararlı olacakmış gibi ama nerdeeee…En yakın dostumu arayıp dile geliyorum, bazen kocama ya da anneme sığınıyorum ama en iyi gelen şey yine sahne. ya da sokağa kendimi atıp uzun uzun yürümek. Benim öfkem sinirim kendimden büyük ne yazık ki! Enerjimi yaratarak topluyorum yahut sevdiklerimle bir araya gelerek ve tabii uyuyarak..

Size de menajeriniz Eda Bilgin ‘e de çook teşekkür ederim. Röportaj talebimi ilettiğim mailimde de bahsetmiştim ona… Ben rotamı kırdığımdan beri, vardığım sulara taşımaya çalışıyorum “kendimi gerekleştirdiğim”i inandığım, beni besleyen hayallerimi… Yeniden şekil vermeye çalışıyorum, büyütmeye, evirmeye… Müthiş bir enerji, güç verdiniz bloğum “Güneş Enerjisi” ne de, hayalleriyle enerjisinden yeni hikayeler yazmaya karar veren Güneş’e de 🙂 İyi ki çıktınız yoluma Jehan Barbur, şarkılarınız , hikayeleriniz eşlik edecek gülümsememe, ben de yazmaya devam ettikçe… Eklemek istediğiniz bir şey varsa, ya da sadece söylemek, onu da bayıla bayıla dinlerim ve gerçekten çoook teşekkür ederim…

Bizler teşekkür ederiz. Hayatınızda bir şeylere vesile olabilirsek ne mutlu bize… Yolunuz hep açık olsun.

Şarkılarıyla beni uykumdan uyandıran Jehan Barbur’un, peşine düştüğüm ilk hayalde yazmaya başladığım hikayemin içinde olması benim için öyle kıymetli ki… Tekrar çok teşekkür ederim röportaj talebimi kabul ettiğiniz, beni neyin mutlu ettiğini bana gösterdiğiniz,  turnedeyken sorularıma yanıt verdiğiniz, “Hayallerinin peşinden git.” diyerek, röportaj fikrimin iyi ki arkasından gitmişim dedirttiğiniz için…  Güç verdiniz, şahane bir enerji…  Uykuya dalmadan önceki canlı renklerim geri geldi…

Ayrıca menajerleriniz Eda Bilgin ve Koray Soysal’a da çok teşekkür ederim. Onlarla, müzisyen arkadaşlarınızla muhteşem bir ekipsiniz… Dinlemelere doyamadığım ilk konserinizden sonra, ikincisi için de unutamayacağım bir hediye verdiniz…

Benim için, dinleyicileriniz için, müzik için, hikayelerimiz için çook özelsiniz…İyi ki hayatıma değdiniz…

Ne mutlu bana ki yol arkadaşım oldu Jehan Barbur’un müziği, kelimeleri…
Müziğiyle, hikayesiyle, sözleriyle, enerjisiyle, son olarak bütün içtenliği ile cevap vererek röportaj talebime, içimden gelen şarkının sesine; yıldız tozundan üzerime serpti…
Masallardaki gibi…