Category Archives: Yeşil Haberler

İklim değişikliği ile mücadelede kadınlar en önde

Standard

Kaz Dağı ve yöresinde iklim değişikliği konusunda çalışan sivil toplum kuruluşlarının bir araya gelip yenilenebilir enerji kaynaklarının üretimi ve kullanımında birlikte yol almaları amacıyla yürütülen Birlikte Yeşil Enerjiye projesi kapsamında kurulan İklim İçin STK Ağı, bu kez iklim değişikliği ile mücadelede kadının rolünü konuşmak için toplandı.

Projenin yürütücüsü Kazdağı Doğal ve Kültürel Varlıkları Koruma Derneği‘nin Küçükkuyu’daki dernek binasında yapılan yapılan dördüncü yüz yüze buluşma toplantısına Ayvalık, Gökçeada, Bozcaada, Edremit ve Çanakkale’deki çevre örgütlerinden yaklaşık 70 kişi katıldı.

Heinrich Böll Stiftung Derneği Proje Koordinatörü Menekşe Kızıldere’nin konuşmacı olarak katıldığı toplantıda, iklim değişikliği ve  toplumsal cinsiyet eşitliği ilişkisi, adalet mücadelesi ve kadınlar, iklim değişikliği mücadelesinde kadınların öncülüğü konuları tartışıldı.

İklim değişikliği, iklim ekonomisi ve enerji konuları üzerinde çalışan Menekşe Kızıldere,  dünyanın her yerinde adalet mücadelesinde kadınların sesinin daha güçlü çıktığını söyleyerek bunu iklim mücadelesi üzerinden örneklendirdi:

“Ekoloji mücadelesinin kitleselleştiği olayların başında sayılan, 1700’lü yıllarda Hindistan’da yaşanan ağaca sarılma eyleminin başında kadınlar vardı. O dönemin hükümdarı ağaçları kesip sarayına odun yapmak istiyordu, bir kadın çıktı ve ağaca sarıldı. Donald Trump’ın ABD Başkanı seçilmesinden sonra kadınlar sokağa çıktığında dile getirdikleri konulardan biri de iklim değişikliğiydi. Kadınların sesi iklim değişikliği mücadelesinde çok güçlü ve önemli.”

Doğa doğadır, kadın da kadın  

Menekşe Kızıldere, doğaya ve kadına annelik üzerinden rol biçilmesini eleştirdi:

“Doğayı ‘ana’ olarak görüp sürekli üretebilen ve tüketilebilir kabul eden erk düşünce var. Doğanın ve kadının ne olacağına kimse oturup karar veremez. Doğa doğadır, kadın da kadındır. Doğanın ‘analık’ gibi üretkenlik üzerinden bir rolü yok. Doğayı analaştırıp üretkenlik üzerinden yüceltme arzusu var fakat doğanın limitleri var. Doğanın limitlerinin verdiği tepkilerden biri de iklim değişikliği.”

İklim değişikliğiyle mücadele, toplumsal cinsiyet eşitliği olmadan düşünülemez’

İklim değişikliği ve toplumsal cinsiyet eşitliği ilişkisi üzerine son yıllarda artan çalışmaların, cinsiyet adaleti olmadan iklim adaletinin olmayacağını savunduğunu anlatan Menekşe Kızıldere, gender – washing yanıltmasına da dikkat çekti:

“Genelde çok uluslu büyük şirketlerin kullandığı “Green – wash” diye bir yöntem var, yeşil yıkama. Bir projeye hem sosyal sorumluluk ayağı katarlar, hem de çevre ayağı. Müthiş çevre projesi gibi gözükür ama aslında çevreye bir katkısı yoktur. Toplumsal cinsiyette de bu durum var, gender – washing diye biliniyor. Vitrine kadınları koyup, kadınlara rol vermeyip, kararların yine erk tarafından alınması, önemli tehlikelerden biri.”

“İklim değişikliğinde artık geri dönüşü olmayan noktaya geldik. İklim değişikliğini durduramayız, sadece adaleti sağlayabiliriz artık. Adalet için de eşitlik gerekli. İklim değişikliği mücadelesinde de adaleti kadınlar sağlayacak. Gezegeni kadınlar kurtaracak.”

Yerel mücadelede de kadınlar hep önde 

Toplantının forum bölümünde, iklim değişikliği ve kadın ilişkisi yereldeki mücadeleden örnekler üzerinden konuşuldu.

Kısacık Altın Madeni ÇED toplantısı

Kaz Dağları’nın Evciler, Güzelköy, Koşuburnu köylerinden Çanakkale’nin Çan ilçesindeki Karadağ ve Dondurma köylerindeki altın madeni mücadelesinde, Çırpılar termik santrali ÇED toplantısının protestosunda kadınların öncü ve etkili olduğu anlatıldı.

Çırpılar Termik Santrali ÇED toplantısı

Karadağlı kadınlar Çanakkale’de altın madeni eyleminde

Son toplantı 8-9 Nisan’da Küçükkuyu’da 

İklim İçin STK Ağı’nın son yüz yüze buluşma toplantısı “İklim Değişikliği ile Mücadalede Strateji Planı Önerileri” başlığıyla 8-9 Nisan‘da Küçükkuyu’da dernek binasında yapılacak. Şükrü Kaygusuz, Özgecan Kara, Ümit Şahin, Mert Altıntaş ve Ayşe Bican’ın da katılacağı toplantıda grup çalışmalarıyla, projeye dahil olan tüm STK’ları kapsayan ortak bir strateji planı çıkarılacak.

Derneğin enerjisi artık güneşten

Birlikte Yeşil Enerjiye projesinin İklim için STK Ağı’nın kurulmasının ve yüz yüze buluşma toplantılarının yapılmasının yanı sıra hedeflerinden biri olan yenilenebilir enerji üretimi için kooperatif gibi örgütlenme modellerinin kurulmasının teşvik edilmesi yolunda da ilk adım atıldı. Kazdağı Doğal ve Kültürel Varlıkları Koruma Derneği’nin çatısına, 3 kW’lık güneş paneli kuruldu. Derneğin aydınlatma, ses, elektronik cihazları için ihtiyaç duyduğu enerji artık bu panellerden sağlanıyor. Panelin bir benzeri, Küçükkuyu Belediyesi anaokulunun bahçesine de kurulacak.

( Bu haber, 30.03.2017 tarihinde Yeşil Gazete ‘ de yayınlanmıştır. )

Kazdağı STK’ları iklim için buluştu, ‘Birlikte Yeşil Enerjiye’

Standard

Kazdağı Doğal ve Kültürel Varlıkları Koruma Derneği’nin yürüttüğü “Birlikte Yeşil Enerjiye” projesinin hedeflerinden biri olan iklim değişikliğiyle birlikte mücadele için, Kazdağı ve yöresindeki sivil toplum kuruluşları bir araya geldi. Proje kapsamında, iklim değişikliği konusunda çalışan STK’lar arasında bir ağ oluşturmak üzere planlanan yüz yüze buluşmaların ilki, derneğin Küçükkuyu’daki binasında, Çanakkale, Edremit, Bozcaada, Akçay, Altınoluk ve Ayvalık’ta çevre konusunda çalışan sivil toplum kuruluşlarından yaklaşık  50 kişinin katılımıyla gerçekleşti.

İklim için STK ağı

Birlikte Yeşil Enerjiye projesi, iklim değişikliğiyle mücadele eden STK’lar arasında ağ oluşturarak farkındalık yaratmayı, yenilenebilir enerji üretimi ve kullanımı konusunda bilinç yükseltmeyi amaçlıyor. Birleşmiş Milletler Kalkınma Projesi – Küçük Hibeler Fonu tarafından desteklenen projenin ortakları arasında Küçükkuyu Belediyesi, Ege ve Marmara Çevre Belediyeler Birliği, Genç Troya Derneği ve Yeşil Düşünce Derneği yer alıyor. Proje kapsamında oluşacak İklim İçin STK Ağı ‘nın katılımı ile yapılacak yüz yüze buluşma toplantılarında, iklim değişikliğine neden olan etmenler, örgütlenme ve savunuculuk, sivil itaatsizlik, kadının mücadeledeki rolü başlıkları konuşulacak. Nisan ayının ortasında son bulacak toplantılardan  ortak bir strateji planı çıkarılacak.

stk

Projeyle ilgili diğer ayrıntıları, Kazdağı Doğal ve Kültürel Varlıkları Koruma Derneği Başkanı Süheyla Doğan anlattı: “Yenilenebilir enerji kaynakları ve enerji verimliliği, alternatif enerjiler konusunda bir çalıştay yapacağız ve derneğimizin bahçesine, model olması açısından güneş enerji sistemi kuracağız. İnternet sitemizden İklim İçin STK Ağı’na dahil olan tüm STK’ların iletişim bilgilerine, projeyle ilgili gelişmelere, yüz yüze buluşmalardan çıkacak sonuç kitapçıklarına ulaşılabilecek.”

Projenin diğer hedefi, enerji kooperatifçiliğine özendirmek

Süheyla Doğan, sözlerine şu çağrıyla devam etti: “İklim İçin STK ağını genişletmek için özellikle doğa koruma konusunda çalışan STK’ları projeye davet ediyoruz. Birlikten güç doğar. Projenin, enerji kooperatifleri ile ilgilenenleri mevzuat hakkında bilgilendirmek, bununla ilgili engeller ve nasıl aşılabileceği konularında çalışma yapmak, yurt dışında enerji kooperatifleri yerel yönetim uygulamalarını ziyaret edip inceleyerek, bu bölgede de bir enerji kooperatifi kurmanın adımlarını atmak hedeflerine birlikte ulaşalım istiyoruz.”

stk-suheyla-dogan

(Süheyla DOĞAN)

Proje kapsamındaki yüz yüze buluşmaların ilki, “Kazdağı ve Yöresinde İklim Değişikliği’ne Neden Olan Etmenler” başlığı altında, İklim Bilimci Prof. Dr. Murat Türkeş, Ziraat Mühendisi Hicri Nalbant, Doktor İlhan Pirinçciler’in konuşmacı olarak katılımıyla gerçekleşti.

İklim değişikliğinin olumsuz etkilerini, Kazdağı dengeler

Prof. Dr. Murat Türkeş, Kazdağı ve yöresinde gözlenen ve beklenen iklim değişikliğini, bölgenin coğrafi koşullarını, bugünkü ekosistemini, toprak – su dengesini, sıcaklık, nemlilik, yağış rejimlerini haritalarla destekleyerek açıkladı: “İklim değişti, kışlar çok ılık ve az yağışlı, yazlar çok sıcak, bazen çok yağışlı oldu. Kazdağı ve yöresi, iklim değişikliğinden çok etkilenecek alanlardan biri. Buharlaşma, yağıştan fazla ve bu da yıllık su açığı olduğu anlamına geliyor. Bu bölge bir kış yağış almazsa kuraklık iki yıl sürebilir. Yaz kuraklığı da düşünülünce bir damla su bile çok yaşamsal ve önemli. İklim değişikliği Kazdağı’nı olumsuz etkiler. Kazdağı’nın üzerinde yaptığımız bütün olumsuzluklar da Kazdağı’nın olumlu etkilerini en aza indirger. Kazdağı bir bütün halinde korunursa iklim değişikliğinin olumsuz etkilerini dengeler. Altın madenciliği, termik santraller ve ağır sanayi, bu dengeyi bozuyor. Kaz Dağları’nın metalik madenciliğe ve termik santrallere verecek suyu yok.

(Hicri Nalbant – Prof. Dr. Murat Türkeş – Dr. İlhan Pirinçciler)

Lapseki’nin kirazı, şeftalisi, termik tehdidinde

Ziraat Mühendisi Hicri Nalbant, yöredeki tarımın iklim değişikliğinden nasıl etkilendiğini anlatırken, Çanakkale ve çevresinde planlanan termik santrallerin tarımsal üretime verdiği zararlara dikkat çekti: “Karabiga bölgesine 18 bin megawatt termik santral kurma çalışmaları var. Bir kısmı planlandı, bir kısmı ÇED aşamasında. ÇED iptalleri için davalar açmaya ve mücadeleye devam ediyoruz. Termik santrallerin baca gazları çok uzak mesafelere yayılıyor. Asit yağmuru olarak ormanların, su kaynaklarının, tarım alanlarının üzerine yağıyor. Termik Santrallerden enerjiyi dışarıya dağıtan yüksek gerilim hatları, tarım alanlarının, meyve bahçelerinin üzerinden geçiriyor. Çanakkale’nin tarımı bundan etkilenmeye başladı. Lapseki’de dünyanın en değerli nektarini, şeftalisi, kirazı üretiliyor. Çiftçiler para da kazanıyor bu topraklardan ama şimdi, kendilerine göre iyi paralarla, köprü inşaatı için topraklarını satmaya başladılar. Çanakkale’de tarımı bekleyen bir diğer büyük tehdit de bu, tarım toprakları hızla el değiştiriyor.

“Çan halkı kirli hava soluyor”

Birlikte Yeşil Enerjiye projesinin destekçilerinden olan İda Dayanışma Derneği’nin yönetim kurulu başkanı Dr. İlhan Pirinçciler, temiz hava en önemli insan haklarından biridir diyerek kirli havanın iklim değişikliği ve insan sağlığı üzerine etkilerine değindi: “Çanakkale Yenice’ye, Karabiga’ya, Çan’a yapılmak istenen kömürlü termik santraller bize uzak diye kimse düşünmesin. Çanakkale, neredeyse yılın tamamı rüzgar alan bir boğaz kenti. Santrallerde yılda 3,5 milyon ton kömür yakılacağı ve çıkacak küllerin en az 50 kilometre alana uçuşacağı gerçeği düşünülürse, bu hava kirliliği, hipertansiyon, migren, kalp damar hastalıkları, kronik nefes hastalıkları ve psikolojik sorunlara sebep olacaktır. Çan Termik Santrali bunun en somut örneklerinden biri. Raporlar, Çan’da yaşayan insanların yılda en az 270 gün kötü hava soluduğunu gösteriyor.”

İklim için STK Ağı’nın diğer yüz yüze buluşma toplantıları konuları ve konuşmacıları şöyle:

Gönüllülük, Sorumluluk, Örgütlülük: Uygar Özesmi – 25 Şubat Cumartesi ( Çanakkale)

Şiddetsiz İletişim, Sivil İtaatsizlik, Savunuculuk: Eylül Özyürek, Pınar İlkiz – 11 Mart Cumartesi (Ayvalık)

İklim Değişikliği ile Mücadele ve Kadının Rolü: Menekşe Kızıltepe – 25 Mart Cumartesi – (Küçükkuyu ya da Bozcaada)

İklim Değişikliği İle Mücadele İçin Strateji Planı Önerileri: Ümit Şahin, Mert Altıntaş, Güneşin Aydemir. 8-9 Nisan- (Küçükkuyu)

(Bu haber, 20.02.2017 tarihinde Yeşil Gazete ‘de yayınlanmıştır.)

 

Bu bahçeye çocukların eli değdi! Toprağa üreterek mutlu olmanın sevinci, bereketi sindi

Standard

Şehrin içinde bir okul bahçesi… Tenefüs ziliyle sınıftan fırlayan çocukların neşeli sesleriyle doldurmasına, beton zemininde top ve birbirlerinin peşinden koşturmalarına aşina olduklarımız gibi… Bu bahçeyi diğerlerinden ayıran özelliği, içinden sevgi, emek, heyecan, merak, iş birliği geçen  “organik tarım çalışmaları” köşesi.

dsc_1676

Çanakkale Şinasi ve Figen Bayraktar Ortaokulu‘nun rehber öğretmeni Gülşah Çırnaz’ın bir süredir aklındaydı griye bakan okul bahçesinin yüzünü öğrencilerle birlikte yeşile döndürme fikri. Teknoloji Tasarım Öğretmeni Tülay Pehlivanlı‘nın derste çocuklarla birlikte, yedikleri bir meyveyi çekirdeğinden üretmeyi deneyeceklerini duyunca, bu iki fikir acaba birleşebilir mi, dedi. Destek alınca başladı toprak, tohum ve çocuğun okulda buluşma hikayesi…

kurek

Okul bahçesinin bir kenarında üzerini ot ve molozların kapladığı boş bir alan vardı. Çocuklar eline kazma küreği aldı, Çanakkale Belediyesi’nin de yardımıyla otlar ve moloz yığını temizlendi, ortaya tertemiz toprak çıktı. Toprağın analizi yapıldı, ekilen tohumlar tutardı!

dsc_0994

Tohumların organik olmalıydı. Gülşah Öğretmen, İl Tarım Müdürlüğünü aradı, süreci anlattı. ‘Çok güzel  fikir, biz de böyle bir okul arıyorduk.’ cevabını alınca bundan sonrası birlikte planlandı. Hangi ürünler dikilecek, nasıl yetişecek? Çocuklar haberdardı okul bahçesinde organik tarım yapacaklarından. Tüm sınıflardan gönüllü öğrenciler toprağı çapalayarak işi öğrenmeye koyulmuştu çoktan. Tohumların toprakla buluşma vakti geldiğinde heyecanla ‘bahçenin’ başında toplandılar.

dsc_1065

Bu işte herkesin eli var

Toprağa keçi gübresi karıştırıldı. İl Tarım Müdürlüğü yetkilileri ve ziraat mühendisleri, çocuklara tohumların nasıl ekileceğini, nasıl sulanması gerektiğini anlattı. Organik tohumlar ve fideler çocukların ellerinden özenle, sevgiyle toprağa karıştı.

cocuk

Marul, roka, maydanoz, tere, soğan, salatalık, karpuz, çilek, fasulye, börülce ve patlıcan. Şimdi geriye güzelce ve yeterince su vermek, gün gün nasıl büyüyeceklerini izlemek, bahçeyi bürüyecek yeni otları gözlemek kalmıştı.

buyume

Sosyal medya aracılığıyla bahçeden haberdar olup çocukları bahçede izlemek, anlatacaklarını dinlemek için okula gittiğimde, Hazirandı. Karşımda küçük alanı özenle bölümlere ayrılmış ve her birinde başka bir sebze büyüyen, bu haliyle kocaman gözüken bir bahçe vardı! Nisan ayında toprağa kavuşan tohumlar, fideler büyümüş, bahçeden toplanan kabaklardan yapılan mücverden bana bile düştü.

13445359_10154377850548777_6892279543285133157_n

Akşamüstüydü ve bahçenin sulanması gerekiyordu. Çocuklar ve Gülşah Öğretmenleri kocaman bir hortumla her bir kökü özenle suladı. Bir yandan okulun artık yaşayan yemyeşil bir bahçesinin olduğunu, çocukların sorumluluk aldığını, hatta sulama ve çapayı ilk zamanlar kendisi yaparken artık onların takip ettiklerini anlatan Gülşah Öğretmenin bu işten keyfi yüzüne yansımıştı. Bahçe fikrini ilk ortaya attıklarında okul yönetiminden çok destek aldıklarını ancak bazı eğitimcilerin “Olmaz bu iş, kırarlar, sorumluluk alamazlar, zarar verirler. Kendini boşa yorma” gibi yaklaştığını anlattı.

16684381_10154965484516585_5854840480077078514_n

İyi ki denediler, toprağı çok sevdiler

Tüm bunları çocuklara söyleyerek, onları ikaz ederek değil uygulayarak, yaşayarak görmeleri gerektiğine inanıyordu ve her şeye rağmen vazgeçmedi: “En kötü ihtimal kırarlar, tohumlar tutmaz, ürün vermez, böceklenir ama en azından denedik ve olmadı deriz. Denemeden olmadı demek bana çok mantıklı gelmiyor. Şimdi herkes çok mutlu, sonuçtan oldukça memnun. Bahçeyle ilgileniyor, fikir veriyorlar. Hatta bugün yedikleri mücverin bahçeden olmasına çok şaşırdılar.”

16681866_10154965479511585_8839109274931460652_n

Gittiğimde okulların son haftasıydı ve bahçelerinden bir süre uzak kalacak olmanın burukluğunu yaşayan çocukların nöbetleşe gelip sulamaya devam edeceklerini söylemeleri, emeklerini sahiplenmelerine kanıttı. Bahçeye okuldan olduğu gibi mahalleliden de ilgi vardı. Yoldan geçerken çocukları bahçede görüp izleyenler, böyle sulanmaz, bak çapa böyle yapılır diye eline alıp gösterenler de imecenin parçasıydı.

img-20160531-wa0010

Bahçenin küçük ellerinden Ece Su, Ege, Arda, Büşra, Muhammed, Egemen, Elif, Ahmet, Yaren ve Umut ile konuştuk üretmenin, toprağa değmenin, birlikte emek vermenin, ektiklerinin büyümesini izlemenin, yemenin ve tüm bunların okulda olmasının onlar için ne ifade ettiğini. Hislerini ve deneyimlerini öyle bir tarif ettiler ki…

16730682_10154965481126585_5198171758475741072_n

“Mutluluk geldi üstüme elim toprağa değince.”

“Roka ekerken çok eğlendim, tohumları saçtık toprağa, ezdik. Teyzem pazarcı, bizde de roka vardı. Nasıl olduğunu bilmiyordum, zormuş.”

“Babam köyde hep yapıyordu bu işleri, ben hiç yapmıyordum. Top oynuyordum, babam da elletmiyordu. Burada otları koparırken elim ilk defa toprağa eğdi ve çok mutlu oldum. Sulama ve çapa yapmayı öğrendim. Artık ona yardım ederim”.

dsc_1775

“Tükettikçe mutsuz olacağımıza ürettikçe mutlu olduk.”

“Bu etkinlik bütün okullarda yapılmalı. Ortaokulla ilgili güzel bir anımız oldu. Okula bir iz bıraktık. Beton duvarların arasında yaşayanlar, toprakla hiç tanışmayanlar var. Toprakla tanışmaları gerek. Anlayacaklar, toprak çok güzel bir şey.”

“Çocuklar bilgisayarda tarım oyunları oynuyorlar. Aslında bunları yapsalar daha çok hoşlarına gideceğine eminim. Özlerine dönmüş olacaklar. Geçmişte atalarımız böyle yaparmış, kendileri ekip kendileri biçermiş.”

16649299_10154965483996585_3597653270836208759_n

“Her zaman tüketici değil, biraz da üretici olmak iyidir.”

“Alırken para veriyoruz ya, çiftçiler daha çok paraya satmak isteyince biz de almıyoruz. Şimdi biz çok özen gösteriyoruz, satsak biz daha da çok paraya satarız, kıyamıyoruz.”

“Toprakla uğraşmak çok güzel bir duygu. Köydeki insanları anladık, onlarla empati yaptık. Hazır alınca çok kolay olduğunu düşünüyoruz ama zorluklarını da görmüş olduk.”

dsc_1965

“Bir canlının büyümesi, onu gözlemlemek heyecanlı.”

“Kendi ürettiğimizi yemek daha tatlı. Biliyoruz nasıl olduğunu, satın almaya benzemiyor. Bugün yedimiz mücver çok lezzetliydi. İlk başta, daha bu bahçe olmadan önce, ben fazla olmayacağını düşündüm toprağa değer vermeyenler varsa okulda diye. Bir ay sonra baktım bozulmamış, demek okulda saygı varmış.”

“Gülşah Öğretmenimiz ilk gelip söylediğinde dersten yırttık sandık, sevindik. Diktikten sonra güzelleşmesini sağlamak için toplandık, çalıştık. Herkes çok uğraştı. Böyle şeylerle ilgilenmek huzur verici.”

dsc_0015

 “Doğada olmak daha iyi oluyor, insan daha iyi öğreniyor.”

“Köyde çalışıyordum, alışkındım, çok özlemişim. Buradaki farklıydı, orada her yer ağaçlık tarla, burada arkadaşlarımızla yaptık ve betonların arasında.”

“Bitkilere nasıl davranacağımızı öğrendik. Onların  da bizim gibi duyguları olduğunu. Bir arkadaşımla tartışmıştım, birlikte bahçede iş yaptık, barıştık. Saygıyı ve sevgiyi öğrendik. Epey merak ediyorum büyüdü mü diye, gurur duyuyoruz. Devam etmek istiyoruz.”

dsc_0052

Çocukların birbirlerinin sözlerini tamamlayarak anlattıklarını kocaman bir gülümsemeyle dinleyen rehber öğretmenleri Gülşah Çırnaz, çocukların kendi aralarındaki iletişimin değiştiğine, sınıftan çıkmayanların sosyalleştiğine, bazı derslerde başarısız olanların bahçede ürettikçe kendilerini daha iyi hissettiğine, onlara farklı bir alan açılmasının önemine vurgu yaptı:

Toprağın birleştirdikleri

“Sınıfta birbirlerine bağırarak bir şeyler anlatırken bahçede, zarar vereceksin dikkatli ol, hortumu oradan taşıma böyle taşı, çapayı yanlış yapıyorsun şöyle yap gibi konuşmalar başladı. Bilenler bilmeyene gösterdi. Birlikte yapıldı her şey ve iletişim değişti. Benim için de öyle, onlara daha yakın hissediyorum kendimi, bizi toprak birleştirdi.”

toplu

“Çocuklar kendiliklerinden anlattı, özümüz toprak. Benim çocukluğum da toprağın içinde geçti. Dört duvar arasındaki eğitime karşıyım. Daha çok doğaya çıkmalı, toprakla iç içe olmalı. O anlamda da iyi geldi  burada toprağa dokunmak. Buna ihtiyacımız var. Çocukları da tohum gibi görüyorum, biz toprağın suyunu, güneşini ne kadar iyi verirsek, o da iyi ürün verecek. Çok klasik bir laf belki ama ne kadar doğru,  yaşayarak görmüş olduk. Amacımıza ulaştığımızı düşünüyorum.”

kolajj

Bahçe ilham versin herkese

Bu işin bir imece sonucu oluştuğunu, emeği geçen okul yönetimine, çalışanlarına, öğretmenlere, mahalleliye, köylülere, ziraat mühendislerine, belediyeye, il tarım müdürlüğüne ve öğrencilere teşekkür borçlu olduklarını ifade eden Çırnaz, bahçenin diğer okullara da ilham vermesini diledi: “Okul bahçelerine beton döküyorlar. Çocuklar betonda koşuyor, düşünce canları acıyor. Toprak alanlar artmalı okullarda. Biz yapabildik, umarım duyanlara umut verir bahçemiz ve onlar da yapabilirler ilkbaharda.”

se

Çocuklar bahçelerine geçtiğimiz kasım ayında kışlık ıspanak, roka, soğan, pazı ekti. Sabırsızlıkla baharı bekliyorlar şimdi. Kompost yapmak, kuşlar için ev boyamak, damlama sulama sistemi oluşturmak, takas şenliği, bahçenin ikinci bahar planları arasında. Çocuklar umut da ekecekler hepimiz için elleri değdikçe toprağa, tohuma… Sevgiyle, birlikte ve ulaşması temennisiyle kurda, kuşa, aşa..

(Bu yazı, 12.02.2017 tarihinde  Yeşil Gazete ‘de  yayınlamıştır.)

Altın madencilerini ‘Dondurma’ya niyetli bir köyün çok sesli hikayesi

Standard

Koza Altın’ın Çan’ın Dondurma köyü ve çevresinde altın madeni arama planlarını, Çanakkale Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğünün sayfasındaki ÇED halkın katılımı toplantısı duyurusundan öğrendikten sonra, bir akşam köye doğru çıktık yola. 2015’in Ocak ayında. Çanakkale’nin uzun yıllara dayanan çevre mücadelesinde çok değer verilir köylülerle yan yana olmaya. İlk kez gidiyordum ÇED toplantısı öncesi köy halkına altın madenciliği hakkında bilgilendirme toplantısına. İçim köyde neyle karşılaşacağımızın heyecanıyla kıvranırken, iki yanını çam ağaçlarının sardığı yolda kıvrıla kıvrıla ilerleyerek vardık Dondurma’ya. Haber vermiştik geleceğimizi muhtara.

Köye duyurmuş o da. Sunum için hazırlıkları yapmak üzere hep birlikte kahvehaneye girdik, selam verip oturduk masalarına. Çayımızı içerken bakındım etrafa, kahve doluyordu ancak hiç kadın yoktu. Nasıl olurdu? Muhtara sordum, “Kadınlar ne anlar altın madeninden” dedi, “Onlara haber vermedik ki. Zaten gelmezlerdi, biz anlatırız sonra.” O konuştukça içimden geçenler kafamın üstünden bir buluta çıksa da ünlem olup yağsa! Ne dediysem ikna edemedim köyün erkeklerini kadınları toplantıya çağırmaya. Hazırlıkları tamamlandı, sunum başladı bu esnada.

dondurma-kahve-1

Direniş olur mu hiç kadınlar olmadan?

Yırca termik santrale direnirken kadınlar en öndeydi zeytin ağaçlarının etrafında ama, Kaz Dağları ve komşu köyleri Karadağ da! Karadağlı kadınlar değil miydi birkaç ay önce “Altıncı şirket, Karadağ’ı terk et!” diye köylerinde düğünlü cenazeli eylem yapan, sonra Çanakkale kordonu yaz sıcağında ellerinde pankartları ve köylerinden getirdikleri eğrelti otlarıyla yürüyerek, sloganlar atarak dolduran? Köylerini altına değişmeyeceklerini cümle aleme duyurup, direne direne kazanan? Kim demiş, kadınlar mıymış anlamayan?

karadag

Karadağ köyünün kadınları altın madenine karşı

Seslenmek, ‘ünlemek’ demekti buralarda

Kızgınlık ve hayal kırıklığıyla karışık dolanırken köy meydanında, bir köşede durmuş neler olup bittiğini anlamaya çalışan genç bir kadın gördüm. Lütfiye. Yanına koştum, bir solukta anlattım altın madencilerinin köylerine geleceklerini ve mutlaka kadınlara haber vermemiz gerektiğini. Bundan sonrası benim için de Lütfiye için de anlatmalara doyamadığımız, her seferinde başka ayrıntısını çoğalttığımız bir masal gibi… Birlikte koşmaya başladık. Karanlık bahçelerden geçip vardığımız kapıları hızla tıklattık: “Yengee, altın madencileri geliyor, köyümüz elden gidiyor, koşuun” diye ünlerken, bizi çaya buyur etmek isteyen kadınlara, altıncılar gitsin de, sonra, diye söz verip çekirdek ve bisküvi başında toplandıkları tepsilerden kaldırdık. 

Döndüğümüzde köyün erkeklerine bilgilendirme toplantısı devam ediyordu ve biz karşıdaki küçük kahvede en az otuz kadın toplanmıştık. Nurcan, Azime, Ebru, Gülcan, Hacer, Melek Teyze… Onlar otururken bir koşu vardım karşı kahveye, usulca söyledim kadınlar geldi, onlar da altın madeni hakkında bilgilenmek istiyor diye. Sonra geri döndüm, önce köyün erkeklerini bir güzel şikayet ettim, sizin için, onlar ne anlar diyorlar dedim. Kahkahalar, itirazlar dolaşıyor, arada birbirimize tuttuğumuz alkışlar kopuyordu havada. Sobayı yaktık, çayı koyduk bu arada.

dondurma-4_o

“İnsan köyünden vazgeçebilir mi?”

Öyle güzel bakıyor, ilgiyle dinliyorlardı ki, haber yazmak için ÇED raporuna çalışırken aldığım notlardan aklımda kalan ne varsa aktarmaya çalıştım beklerken kadınlara. Şirket, beş yıl boyunca açık ocak işletmeciliğiyle, delme, patlatma yöntemiyle 30 hektarda 400 bin ton altın, gümüş ve kurşun cevheri üretecek, üretimden açığa çıkacak 840 bin ton ekonomik değeri olmayan kayacı proje sahasında depolayacak, Dondurma, Balcılar, Ahmetler, Ramazanlar, Karadağ köylerinin içme suları ve Biga Ovası’nı sulayan Bakacak Barajı da projenin etki alanında kalacaktı. Bizim kahvedeki hazırlıklar da tamamlanınca, Hicri Nalbant, tüm bunları ve Kaz Dağları’ndaki, Karadağ’daki altın madeni mücadelesini, kadınların en önde ve bir arada olmasının altıncıları bu güne dek engellediğini, şirketin köyü etkilemek için sunabileceği ihtimalleri, Çanakkale’deki çevrecilerin avukatlarla, doktorlarla her zaman köyün yanında olduğunu anlattı.

“Biz altın istemeyiz, köyümüzü terk etmeyiz, hep birlikte direnir, onları köyümüzden göndeririz.” sesleri arasında, alkışlarla, gözlerimizin içine baka baka, ÇED toplantısı günü meydanda olacaklarının ve tüm bunları yetkililere de anlatacaklarının sözünü alarak, yüzümüzde kocaman bir gülümseme çıktık oradan. Erkeklerin yanına vardım tabi köyden ayrılmadan “Hani kadınlar anlamazdı?” Haberin başlığı da çıktı:

“Madene karşı kadın dayanışması”

ÇED toplantısı için gün sayarken Ahmetler ve Ramazanlar köylerinin muhtarları da bilgilendirme toplantısı istedi. Kadınlara da haber verdik diyorlardı telefonda, bir daha yola çıktık içimizde bunu duymanın sevinci. İlk kez karşılaştığımız kadınlarla öyle içten kucaklaşmamızın, birbirimizi kalplerimizden, madene karşı doğayı ve yaşamı savunma hissinden biliyor olmamızın, güvenle, sevgiyle ellerimizi tutmamızın bilmem ki nasıl olur tarifi… İnsan doğduğu yerden, geçmişinden, suyundan vazgeçer mi? Onlar madenden vazgeçsin, dedi içlerinden biri.

ÇED toplantısına değil de düğüne gider gibi

Beklediğimiz gün geldi. Çanakkale’den büyük bir otobüsle koyulduğumuz yol, köye ilk gidişimizin aksine bitmek bilmedi. Köyün girişinde bir cümbüş, bir kalabalık. Sanki düğün yeri. Ahmetler, Ramazanlar, altın madeni direnişinde epey deneyimli olan Karadağ köylüleri de davulla, zurnayla, evlerinden kaptıkları tenekeler, düdükler, tepsiler, bastonlarla gelmemişler mi? Çoluk çocuk, genç, yaşlı herkes Dondurma’da. Kadınlar en önde, söz verdikleri gibi. Madenciler gitsin yeter ki!

10947524_10153059096306585_759045254_n

Pek şenlikli oldu girişimiz köye. Alkışlarla, kollarımızı havaya savura savura yürürken, köylülerin ‘Dondurma bizimdir, bizim kalacak’ sloganları karıştı davul, zurna, teneke seslerine. Çanakkale, Bayramiç, Biga, Küçükkuyu, Bozcaada,  Kaz Dağları çevresinden gelenlerle sığıştık meydana. Kalabalık buluşmanın niyetini, Aziz Amca anlatmıştı gün boyu elinden bırakmadığı pankartıyla.

10947869_10153059059191585_2144806723_n

Yetkililer çoktan girmiş kahvehaneye. Jandarmalar çevremizde, altın madeni istemeyen köylülerle birlikte biz de kahvehanenin önünde. Meydanı çınlatan “Altıncı şirket dondurmayı terk et”, “Madenci şirket, dışarı!” “Madeni dondurmaya geldik” sloganları anlatıyordu bu köyde altın istenmediğini. Çevre mücadelesinin emekçilerinden Hicri Nalbant sordu oradan köylülere, siz bu ÇED toplantısının yapılmasını istiyor musunuz diye. Alkışlarla hayır sesleri yükselince bu kez içeriye seslendi: ‘Halk bu toplantının yapılmasını ve köylerinde altın madeni aranmasını istemiyor. Lütfen gereğini yapın, toplantı yapılamadı diye tutanağı tutun ve köyü terk edin.’

14896_712651178854953_1394312771197575025_n

Görevliler bir süre çıkmayınca, dışarıda sloganların, teneke seslerinin dozu gittikçe arttı. İçlerinden birkaç kadın dayanamadı, birden içeri daldı. Tenekeler bu kez kulaklarının dibinde, altın madeni istemiyoruz, gidin, köyümüzü terk edin sloganlarıyla çınladı. Sobanın kapağı da açılmasın mı? İçeriyi yavaş yavaş bir duman sardı. Göz gözü görmez, öksürükten konuşamaz olduk da görevliler çıkmadı dışarı, kadınlar da. Doktor İlhan Pirinçciler yetkilileri hepimizin sağlığı için dışarı çıkmaları ve bu şartlarda zaten toplantı yapılamayacağı konusunda ikna edince attık kendimizi dışarı.

Böyle olur ‘Çanakkale Karşılaması’

Köylülerin toplantıyı yaptırmadığı, kadınlarla o ilk akşam toplandığımız küçük kahvenin önünde tutanaklara geçti. Yetkililer gitti, işte o zaman direnişten  şenliğe geçildi. Köy meydanı oldu yine düğün yeri. Tesadüf bu ya, onlar gider gitmez taktığımız oyun havalarıyla dolu CD’den “Hamamcı Teyze” şarkısı yükselmez mi? Altınlarım çalındı, bulamadım kısmında bir oynadık ki sormayın kadınlarla. Halaylar çektik davulla zurnayla. Çanakkale karşılaması bir düğünlerde oynanır bizim buralarda, bir de ÇED toplantısı yaptırmayıp, madencileri uğurladıktan sonra.

ÇED toplantısı zaferinden birkaç akşam sonra yine gittik Dondurma’ya. Söz verdiğimiz gibi, köyümüzden madencileri yolladıktan sonra birlikte içeceğimiz çaya vesile oldu sobadan çıkan dumanla kararan kahvehanenin duvarlarının boyanması da. Kadınlar ilk akşam toplandığımız kahvede yine. Sarılıyoruz özlemle. İsimlerimizle değilse de kollarımızın coşkuyla açılmasından, birbirimize ışıl ışıl bakmamızdan tanıyoruz hep birbirimizi. Yine bir telaşlı, heyecanlılar. Her zamanki halimize verip çok da merak etmiyorum, zaten karşı kahveden bekleniyormuşum.

Duvarlar tertemiz olmuş. Kahve ahalisi ÇED toplantısını nasıl yaptırmadıklarını konuşup dururken, o gün ortalığı dumana boğan sobanın üzerinde çaydanlık kaynıyormuş. Meğer oralarda içi oyuk ağaçların içine porsuk girdi mi, duman verirlermiş çıksın gitsin diye. Madem ki madenciler de altın aramak için köylerine gelmiş, kahvehanelerine kadar girmiş… Bu hikaye, Çanakkale’nin sözlü çevre eylemi tarihine geçip anlatılıp duracakmış köylerde.

Köylülerin kendi bilgilerinden, kendiliğinden geliştirdikleri eylemi şaşkınlıkla dinlerken Ebru, Sedef ve Lütfiye gelip çağırdılar beni geri. Işıklar sönmüş. Bir pasta ellerinde, mumu da üzerinde. Meğer doğum günüm olduğunu bilirlermiş de bizim geldiğimizi duyunca sürpriz yapalım, bizim kahvede toplanalım demişler. Ben hem ağlar hem güler, canım kadınlara sımsıkı sarılır fotoğraflar çekerken, onlar çoktan organize olup pastayı kesmeye, tabakları hazırlamaya giriştiler.

16507832_10154944264101585_6213972272952653717_n

Dondurma’daki bu direniş hikayesi, kadınların çocuklarıyla birlikte en önde oluşuyla, çevre köylerden gelenlerin dayanışmasıyla, köylülerin kararlılığı, cesareti, birbirlerine güveni, kendilerine özgü bir yöntemi ortaya koyma halleriyle  hepimize çok şey öğretti. Çanakkale’deki çevre mücadelesine umut, altın madencilerinin iştahını kabartan başka köylerdeki direnişlere, kadınlara da ilham verdi.

İDK toplantısı öncesi ses vermeli

Aradan tam iki yıl geçti. Bundan iki ay önce, projenin İnceleme ve Değerlendirme Komisyonu (İDK) toplantısının yapılacağı haberi geldi. Elden geçirilen ÇED raporu bin yedi yüz sayfaya çıkmıştı. Altın madenciliğinin toprağa, havaya, suya, yaşama nasıl da zarar vermeyeceği sayfalarca anlatılırken, bizim saatlerce anlatabileceğimiz ÇED halkın katılımı toplantısı günü sadece bir cümleyle, o da köylülerin bilgilendirilmek istemediği için toplantının yapılmadığı şeklinde yer almıştı. Dondurma köyüne doğru üçüncü kez yola çıkışımız da bu cümleye rastladı, madem ki şirket altın madeni istemeyen köyün sesini, tepkisini yok saydı, o ses İDK toplantısı öncesi Ankara’ya ulaşmalı, hatırlatılmalıydı.

Çanakkale’den İda Dayanışma Derneği ve Küçükkuyu’dan Kazdağı Doğal ve Kültürel Varlıkları Koruma Derneği‘nin öncülüğünde yüze yakın kişi buluştuk toplantıdan iki gün önce Dondurma’da. Gün yine dayanışma günüydü ve bizim de ihtiyacımız vardı yeniden buluşmaya, altın madencilerinin karşısında dostlarımızın yanında yer almaya. Özlemle kucaklaştık bizi bekleyen kadınlarla. Bulgur pilavı yapacaklardı ve akşam saati herkes işten döndükten sonra yine kahvelerde toplanılacaktı. Merak ediyorduk, yine kalabalık olacak mıydı?

Bahçelerden birinde kurulan ocakta bulgur pilavı ağır ağır pişerken, hazır gün ışığı varken biraz dolaşalım istedik. Köyde olduğumuz için aldığımız kokuları içimize çeke çeke yürürken, ağır adımlarla evlerine dönen sürülerinden topladıkları sütü kooperatife yetiştirme telaşındaki köylülerle pilavda buluşmak için sözleştik. Duvarlarda, köy çeşmesinde, hatta köyün girişinde Diren Dondurma, Defol Koza yazıyordu hala. Madeni dondurmaya niyetli bir köydeydik ne de olsa.

“Direştik, kazandık. Yine direşiriz”

Hava karardı, camiden anons yapıldı, bizim kahve yavaş yavaş dolmaya başladı. Birbirimizi iki yıl sonra yine görmenin tarifsiz mutluluğuyla sımsıkı sarıldıktan sonra pilavları koyup dağıtmaya giriştik, önceden pasta dağıttığımızdan bu konuda deneyimliydik. Aziz Amca bizi görünce iki kolunu yukarı kaldırdı, “Direştik, kazandık. Köyler bir araya geldik mi yine direşiriz, altın madencilerini istemeyiz, madene geçiş vermeyiz. Kadınlar bu köyde öndedir, erkekler de onlara dayalıdır” deyince yürekten alkışladık.

“Siz istemedikçe maden çıkaramaz kimse”

İda Dayanışma Derneği’nden Hicri Nalbant, “ÇED halkı bilgilendirme toplantısı günü deyim yerindeyse madencileri püskürtmüştük buradan birlikte. O günden bu yana hiç ses yoktu. Madeni işletmek üzere harekete geçecekleri öğrendik, biz de harekete geçtik. Hukuk kuralları içinde mücadelemizi sürdüreceğiz. İDK toplantısında ÇED olumlu kararı aldıkları takdirde dava açacağız. Maden ve termiklere karşı şimdiye dek altmıştan fazla dava açtık. Bu yöre istemedikten sonra hiç kimse buradan maden çıkaramayacak, bunu da böyle bilsinler” dedi.

Yine gelirlerse, yine göndeririz!

Mikrofon sonra kadınlara geçti. İki yıl önceki direnişi ve dayanışmayı hatırlamanın coşkusu, heyecanı hepimize can vermişti: “Kadını erkeği hep beraber olup yine madene karşı duracağız. Biz burada rahat ve huzurlu yaşıyoruz. Suyumuz, havamız tertemiz. Kimseyi istemeyiz, el birlik oldukça madencileri köyümüzden içeri sokmayız. Madene hayır diyoruz. Teneke çalarak, sobada saman yakarak gönderdik, gelirlerse aynısını yaparız.” Yeni ÇED raporundaki o tek cümleye de değindiler:

“Yanlış söylemişler.”

“İki yıl önce onları buradan davullu zurnalı gönderdik. Hep beraberdik. Ayrılmadık devrilmedik.  Acı biber yiyeceklerse yine gelsinler. Daha önce kovduk, sopalarla bastonlarla yine kovarız.  İş falan da istemeyiz. İşimiz yetiyor bize. Köyde bir şey kalmaz gelirlerse. Burası bize ait. Devam direnmeye onlar vazgeçene kadar, hep birlikte.”

İDK toplantısına ulaştırmak üzere 150 imza toplandı köyde. Kadınlar bizi kahvenin önünde toplanıp el sallayarak uğurladılar, yine gelmemiz, güzel haberler getirmemiz temennisiyle. 22 Kasım 2016’da Ankara’da yapılan İDK toplantısına o imzalar ve itirazlar ulaştırıldı. Toplantının yanıtını soran Kazdağı Doğal ve Kültürel Varlıkları Koruma Derneği Başkanı Süheyla Doğan şu yanıtı aldı: “Yapılan İDK toplantısında komisyon üyelerinin belirtmiş olduğu eksiklerin tamamlanması amacıyla süreç durdurulmuştur.”

Sürecin şimdilik durdurulmuş olması derin bir nefes aldırsa da Dondurma’ya, kimse tam rahatlamadı projeden vazgeçildiği açıklanmadığı için daha. Köy halkı üç, beş kişi kalsa da kararlı, gerekirse ağaçlara sarılmaya, madencileri köye sokmamaya. Çevre dernekleri ve köyün sıkı sosyal medya kullanıcıları da devam ediyor gözünü kulağını gelecek haberlerde tutmaya. Diren Dondurma! Hepimizin öyle ihtiyacı var ki beklediğin güzel haberleri alıp yeniden inanmaya, böyle kalabalık ve güzel olmana, devam edebilmek için umutlu bir hikaye anlatmaya…

( Bu yazı, 04.02.2017 tarihinde Yeşil Gazete ‘de yayınlanmıştır. )

Şubadap Çocuk’dan havaya, suya, toprağa ekoloji temalı çocuk şarkıları

Standard

Denizler mavi olurmuş, neden neden?
Mevsimler hep değiştirmiş, nasıl nasıl?
Ben anlamazsam anlatamam ki, bulurum yolumu dene, yanıl.
Ateş mi yakar, güneş mi batar, sorular dünyalar kadar.
Şubadap şubadap şubi, şubadap şubadap şubidap…

Bu sözlerin altına gitar, yan flüt, bateri döşeyin ve çocukların sokakta dans ederek, oyun oynayarak söylediği bir şarkı düşleyin. Adını bu şarkının nakaratından alan, Praksis Müzik Kolektifi‘nin çocuklar için çocuklarla birlikte müzik ürettiği Şubadap Çocuk grubuyla şimdiye dek karşılaşmadıysanız, 15 Nisan‘dan itibaren paylaşacakları ve bunun için heyecanla harıl harıl çalıştıkları ‘Gökyüzü Kimin?’ albümünü bekleyin. Bu esnada Şubadap Çocuk’a biraz yaklaşmak, hatta ‘Şarkıların tüm hakları çocuklara aittir.’ diyen grubun bu niyetine dahil olmak isterseniz, hikayelerine kulak verin.

kervan852244_6034028506347959496_n

Üç – Beş Ağaç Kervanı’ndan Çocuklara şarkılar

Ekoloji mücadelesini müzikle görünür kılmak, yaşam alanları için direnenlerin arasında ulaklık vazifesi yaparak halka dayanışma ruhunun gücüyle, yalnız olmadıklarını hatırlatmak için ‘Doğa talanına karşı bir sanat siperi’ şiarıyla yola koyuldukları Üç – Beş Ağaç Kervanı‘ndan tanıdığımız Praksis müzik grubunun çocuk şarkıları yapma fikri, kervanın duraklarından birinde doğdu.  Gittikleri her yerde konser öncesi balonlar, boya kalemleri, pantomim ve oyunlarla çocuklarla bolca haşır neşir oluyorlardı ama Mersin’in Tarsus ilçesi, Boğazpınar köyündeki çocuklarla HES’lere karşı şarkı yapınca, üstelik o şarkı suç unsuru sayılıp yargılanınca, çocuk şarkıları yapmaya devam etmek kaçınılmaz oldu.

dinonun şarkıları

HES yapmak isteyen şirket, Praksis’in Boğazpınarlı çocuklarla birlikte yazıp söylediği şarkıdaki “HES yapma boşuna, yıkacağız başına” sözleri hakkında tehdit ve hakaret içerdiği iddiasıyla  suç duyurusunda bulundu.  Altı yaşındaki çocuklardan oluşan Boğazpınar Çocuk Korosu‘nun şarkısı, yargılandığı davadan beraat etti. ÇED toplantılarının dillere pelesenk sloganını haykıran nakaratının önüne, direnişin sebebine göre zaman zaman “termik”, zaman zaman “maden” alarak çevre mücadelesinin marşı haline geldi.

hes

Rivayet o ki, bir gün Boğazpınar’da bir öğretmen sınıfta haydi bildiğiniz bir şarkıyı söyleyin dedi, çocuklardan biri şen sesiyle “HES yapma boşuna….” diye başlayıp bu hikayeyi duyanları gülümsetti.  Şarkı aldı başını gitti, Boğazpınarlı çocukların selamıyla Yırca’da zeytin nöbetinde, Artvin Cerattepe’de, Kaz Dağları’nda, İzmir’in uzak mahallelerinde söylendi. Böylelikle oluşan Şubadap Çocuk müzik grubunun bu şarkısını, ‘Bomba yapan bay bilgin, hiç oyuncak yaptın mı?” diye soran “Bilmiş Çocuğun Şarkıları”, dinazorun ağzından evrimi anlatan “Dino’nun  Şarkıları” albümleri izledi.

şubadappp

3. albüm geliyor: Gökyüzü Kimin?

Parklarda, sokaklarda, çevre mücadelesi alanlarında, köylerde, okul bahçelerinde söylenen, CDleri dağıtılan, internetten indirilen Şubadap Çocuk şarkıları şimdiye kadar yüz bin çocuğa erişti. Çocukların çevrenin, doğanın farkında büyümelerini, ona zarar veren herşeyi bilmelerini ve birlikte nasıl korumaları gerektiğini müzik ve oyunla öğrenmelerini çok önemseyen Şubadap Çocuk, yeni albüm için Doğa ve Ekoloji temasını belirledi. Tüm şarkıların sözleri pedagog, psikolog, tiyatrocular, eğitimciler ve yazarların elinden geçti, Praksis besteledi, çaldı, çocuklar söyledi.

pantomim

15 Nisan’dan itibaren elden ele, kulaktan kulağa, ücretsiz dolaşacak olan “Gökyüzü Kimin” adlı albümün hazırlıkları hızla sürer, son kayıtlar alınırken konuştuğumuz Praksis Müzik Kolektifi‘nden Serdar Türkmen, Şubadap Çocuk’un yeni  albüm heyecanını ve detayları paylaştı.

şubadap

Havaya, suya, toprağa çocuk şarkıları düştü!

Doğa ve Ekoloji temalı 8 şarkıdan oluşan ve Gökyüzü Kimin? diye soran albümde, diğerlerinde olduğu gibi yine çocuk sesleri yükseliyor, yer yer bu neşeye kuş cıvıltıları karışıyor.  Bu albümde enstrüman çeşitliliği ve müzikal arayış da ön planda. Rock türündeki şarkıların arasında ‘Irmaklar Özgür Akacak’ rap şarkısı göz kırpıyor. ‘Zeytin Ağacı’ adlı şarkı, Praksis’in zeytin ve termik santral direnişiyle simgeleşen Yırca’da ateş başında birlikte nöbet tutup şarkılar söyledikleri Yırcalı çocuklara armağanı. ‘Çekirdeksiz Domates’, GDO’lu gıdalarla,  ‘Su’, suyun ticarileşmesi ve pet şişelere hapsolmasıyla, ‘Sivrisinek’, ‘Kurbağa Korosu’ ekolojik döngüyle, ‘Dinleyin Paragözler’, doğaya göz diken sermayeyle alakalı. ‘Gökyüzü Kimin?’ şarkısıysa, hepimizin çocukken güle oynaya söylediği  “Baltalar elimizde, uzun ip belimizde” diye başlayıp devamında aslında ağaç kesmeyi tarif eden şarkıya “Dur, doğa bizim, hepimizin” diyen bir başkaldırı…

şubadapp

15 Nisan’da video klibi de yayınlanacak ‘Gökyüzü Kimin?’ şarkısını Seferihisar Çocuk Belediyesi‘nde müzik çalışması yapan çocuklar, ‘Çekirdeksiz Domates’i ise Bodrum’daki BBOM Mutlu Keçi İlkokulu öğrencileri seslendirdi… Seyyar ekipmanlarla giderek “olay yeri” diye tabir ettikleri çocukların yaşadığı yerlerde kayıt yapan Şubadap Çocuk’un hedefi, şarkıların 5 milyon çocuğa ulaşması. Çocuklar hayal kurarak, soru sorarak, farkına vararak, eğlenip zıplayarak şarkılar söyledikçe başka müzisyenlerin de çocuk şarkıları yapması, halkanın yayılması.

yırca675796585_980449284_n

Halk sponsorluğu ile çıkan albümün tüm hakları çocuklarda saklı

Praksis Müzik Kolektifi’nin albümlerinin öne çıkan bir özelliği de, copyleft yani tüm haklarının bir şirkete değil halka, Şubadap Çocuk albümlerinde ise çocuklara ait olması. Üzerinde şirket bandrolünün değil, çocukların parmak izlerinin kalması. Çocuk şarkılarına genelde ticari yaklaşıldığını ve bu alanda üretim yapılmasına toplumun ihtiyaç duyduğunu ifade eden Praksis Müzik Kolektifi, kendilerinin bu işi sadece üreteni, kaydedeni olduğunu söylüyor. Bu gönüllü ve kolektif çalışmanın bir parçası olmak isteyenleri, diğer albümlerdeki gibi halk sponsorluğu ismini verdikleri ortaklaşmaya çağırıyor. Çocuk şarkıları yaparken özgür olmak, dayanışmayı çoğaltmak için bu yolu izleyen grup, şarkıların tüm çocuklara ve herkese ait olduğunu her fırsatta vurguluyor. Yayınlandıktan sonra internetten ücretsiz indirilebilecek albümün kayıt ve çocuklara elden dağıtım masraflarına elinden geldiğince katkı koymak isteyeler, subadapcocuk@gmail.com, www.subadapcocuk.org adreslerinden gruba ulaşabilir.

cerenn890843974302016_5447319350927549953_n

Defansta Doğayı Sevdiğini Söyleme Günü Taktiği

15 Nisan’dan itibaren  internetten ücretsiz indirilebilecek olan albüm için heyecanlı geri sayım sürerken, yeni şarkılar çocuklarla sokaklarda buluşmaya başladı bile. Bir süredir “Doğayı sevdiğini söyleme günü” etkinlikleri düzenleyerek çocuklarla buluşan Şubadap Çocuk, pantomim, drama, müzik ve resim dolu aktivitelerle çocuklarla doğayı, onu korumayı ve hayallerini konuşuyor. Sorular sorup, cevaplarını birlikte arıyor. Sıradaki buluşma 10 Nisan’da İzmir’in Foça ilçesi, Demokrasi Meydanında. Gökyüzü kimin? albümünün şarkılarının da söylenip CD lerinin dağıtılacağı etkinliğe tüm çocuklar davetli. “Sermaye İzmir’in kuzeyine göz dikti ve biz de buralarda çocuklarla defans kuruyoruz” diyen Praksis, müzik üzerinden kuruyor taktikleri. Savunmanın gücünün kaynağı, oyuncularının sevgisi. Bu müzikli, renkli, eğlenceli ve doğaya iyi niyetli oyuna katılmak isterseniz, takipte kalıp seslerine el vermeniz yeterli.

“Tohumlar Kampüse” Çanakkale 18 Mart Üniversitesi’nde

Standard

Buğday Ekolojik Yaşamı Destekleme Derneği‘nin “Doğa Dostu Kent Bahçeleri – Tohumlar Kampüse” projesinin sekizinci bostanı Çanakkale’de kuruldu. Üreticilerden toplanan yerel tohumlar, Mersin Üniversitesi, Adana Çukurova Üniversitesi, ODTÜ, İTÜ Taşkışla, İzmir Yüksek Teknoloji, Ege ve Balıkesir Üniversitelerinden sonra Çanakkale 18 Mart Üniversitesi’nde toprakla buluştu.

bostan genel

En temel ihtiyacımız olan gıdanın kaynağından gittikçe uzaklaşmamız, yediklerimizin nasıl, ne şartlarda, ne kadar üretileceğinin kararını başkalarına bırakıyor olmamız noktasından sorumluluğu ele almak, üretim sürecine bir yerinden dahil olmak, toprakla kopan bağımıza ilmek atmak düşüncesinden yola çıkan Buğday Derneği, atalık tohumları özenle doldurdukları keselerle bir süredir kampüs kampüs gezip gönüllülerle birlikte bostan kuruyor. Bostanlara sadece bakla, kereviz, marul değil, ekolojik dönüşümün tohumları da iyi niyet temennisiyle saçılıyor. Proje ile, tüketimin yoğun olduğu şehirlerde tüketicinin dahil olduğu ekolojik çözümler üretilmesi,  yerel tohumların öneminin anlaşılması, sağlıklı gıda üretimi ve kurulacak doğa dostu bahçeler için sorumluluk alacak toplulukların organize olması hedefleniyor.

IMG_0791

Çanakkale 18 Mart Üniversitesi Terzioğlu Yerleşkesi’nde, Fen Edebiyat Fakültesinin arkasında boğaza ve çam ağaçlarıyla kaplı bir vadiye bakan Çomü Bostanı‘nın çoğunluğu öğrencilerden oluşan gönüllüleri de “Tohumlar Kampüse” çağrısının peşinde bir araya geldi. Proje koordinatörü Hakan Gönül‘ün Pan Görsel Kültür Derneği’nde verdiği teorik eğitimde, tohumun döngüsüne dahil olma sürecinden  kompost yapımına, ekolojik yaşama dair pratik bilgilerden tohumlara bostan ekibinin sahada ihtiyaç duyacağı bilgiler paylaşıldı. “Herhangi bir bitkinin tohumdan bir sonraki tohuma olan döngüsüne şahit olabilen insan, o tohumla birlikte doğanın ritmini, güneşi, rüzgarı, böceği, toprağı, suyu, atalarından kalan içsel bilgiyi, sevgiyi, aidiyeti tekrar hatırlayan şanslı kişidir.”  diyen Hakan Gönül, kişisel dönüşümün ve dünyanın geleceğinin de bu deneyimde saklı olduğunu ifade etti.

pan

Eğitimin ertesi günü bostan ekibi, keresteyi, çiviyi, çekici, kazmayı, küreği ele aldı, Çomü Bostanı’nın imeceyle doğuş hikayesi başladı. Beş gruba ayrılıp yükseltilmiş sebze yataklarını yapan ekip zemini tesviye edip sebze yatakları yerleştirdikten sonra bostana tonlarca toprak taşıdı.

bostan devam

Yükseltilmiş sebze yataklarını dolduran toprağın arasına gübre serpiştirilirken, bir yanda kompost yapılacak alan hazırlandı. Bostanı kurarken kullanılan ve ileride de lazım olacak alet edevatı saklamak üzere bir malzeme kutusu el birliğiyle yapıldı. Bostanda çalışırken dinlenmeye,  yeşerip ürün veren tohumların hikayesi eşliğinde çay içmeye, manzarasını keyifle izlemeye  bank görevi de üstlenecek alet kutusunun üstüne hem gölge etsin hem de yağmur suyunu saklasın diye bir çatı tasarlandı.

tohum genel

Ve bostanın ilk tohumlarının toprakla buluşma anı… Takasla sağlanan, üreticilerinden alınan yerel bakla, kereviz, pırasa tohumları önce hissetmek için avuçlara alındı, sonra “kurda, kuşa, aşa” niyetiyle toprağa saklandı. Marul, dereotu, lahana, ıspanak gibi kışlık tohumlarsa çimlendirildikten sonra bostana ekilmek üzere bostan ekibinin çalışırken içtiği çayların bardaklarına ekildi. Tohumların can suyunu yağmur verdi.

tohum

Proje koordinatörü Hakan Gönül, “Herkes kendi tohumuyla kendi deneyimini yaşayacak. Bostan ekibindir, tohumlar ekibe emanettir. Çimlenen tohumlarımızı fide ekim şenliğiyle bostanla buluşturacağız. Umarım bostandan alacağımız tohumları da dönüm dönüm ekeriz.” Üniversitenin Çevre Topluluğu akademik danışmanı Coğrafya Bölümü Öğretim Üyesi Yardımcı Doçent Doktor Faize Sarış,”Ekip yıllardır beraber çalışıyormuş gibiydi. Herkes çok mutlu bir şekilde işin bir ucundan tuttu. Çok farklı bir paylaşım oldu. Bostan bize ait, hepimiz için özel bir alan oldu. Dileğimiz üniversitenin de bostana sahip çıkması ve hep birlikte genişletmemiz.” dedi.

IMG_0829

Tohumlar Kampüse projesinin Çanakale’ye de uğraması sürecinde rol alan Permakültür Çanakkale ekibinden Timuçin Şahin, “Bostanın kurulması hepimize umut verdi, evrileceğini düşünüyoruz. Üniversitede bostanın sürmesini sağlamaya devam edeceğiz, etkinlikleri takip etsinler.” dedi.

Çomü Bostanı’nın etkinliklerinden ve ilk tohumlarının büyüme hikayesinden haberdar olmak için, https://www.facebook.com/groups/comubostan

Tohumlar Kampüse ile Buğday Derneği’nin diğer proje ve etkinlikleri için http://www.bugday.org

 

 

Mülteci Çocuklar İçin Örüyoruz

Standard

Fotoğraflarda görüyoruz onları… Acıya, korkuya, ölüme, hasrete, açlığa, susuzluğa, soğuğa, kanlı, yıkık sokaklara şahit, bedenlerine büyük gelen yorgun bakışlarını… Bilinmezliğe yürür birbirine yetişemeyen minik adımları. Ailelerinden biri ya da bir yakınları yanlarındaysa, sıkıca bağlanır ona hayata tutunur gibi avuçları. Diğerinde ya arkalarında bırakamadıkları bir eşya, bir yastık mesela, küçük bir çuval, battaniye, oyuncak, hayalini kurdukları yeni hayatlarına savaştan kaçırdıkları… Taşıdıkları yük ağır gelir de belli eder halleri çocuk olduklarını. Ele verir gözlerinden belli belirsiz geçen ışıktaki umut ve çocuk olmalarındandır toza bulanmış minik elleri ile soluklandıkları yerlerde oyun kurmaları.mülteci 22                                                                                  Fotoğraf:Deniz Pirinçciler

İçinden facia, mülteci, bot, dram geçen haberlerden biliyoruz onları… Elimiz titreyerek tıklıyoruz son dakika diye önümüze düşen, Ege’nin soğuk sularına karışan sonlarını. Rakamlar açıklar mı savaştan kaçıp denizde boğulan, insanlığın kaçta kaçı? Kıyıya vuran küçük bedenlerin sessiz çığlığı yayılıyor kıyılardan dünyaya, simge oluyor da yaşananlara, yetmiyor durdurmaya. Çaresizlik ve öfke vuruyor kıyılarımıza.

mülteci 1

                                                                                        Fotoğraf:Deniz Pirinçciler

Küçük bir kızın saç örgüsü kesiliyor sonra, pembe tokası ile ucunda… Kalmalı doğduğu topraklar gibi kıyının bu tarafında… Ağırlık yapmasın diye o küçük kıza, olur da bindiği bot batarsa… Canları turuncu yeleklerine emanet, bir de uzun pazarlıklarla ulaşılan, taşıyabileceğinden çok daha fazlasını yük (!) olacakları o basit, yamalı, ilk kez binecekleri lastik bota. İnsanlığın en vahşi öyküsünün tam ortasında, doğup büyüyemedikleri topraklardan çok uzakta, uyku vaktini beklerler kuytularda. Karanlık çökünce, hayaller fora dört bir yanı denizlerle çevrili umuda…

bot

                                                                                                Fotoğraf: DHA

Sokaklarda rastlıyoruz onlara… Kaldırımlarda. Daha güvenli olur diye muhtemel, o lastik botun ortasına oturtulmadan önceki karşılaşmalarımızda. Kayboluyor yüzlerinde hikayelerini ve bekleyişlerini taşıyan izler, yanlarından geçip gittikçe hızla… Sıradanlaşıyor, görünmüyor telaşlı kalabalığımızda… Belki de bir yerlerde tesadüf etmiş, gülümsemiş, sohbet etmiş ya da hiç farketmemişizdir. Kanıksadığımızdan, hatta önümüze çıkıp hatırlattıklarından sanki onlar sorumluymuş gibi kızıp uzaklaştığımızdan teğet geçmişizdir. Hatırlarız o son dakika haberini içimiz titreyerek açıp, denizin ortasında savaştan barışa taşıyacağına inanarak bindikleri botun devrilişini izlemeye dayanamayınca. Bir şey yapamamanın huzursuzluğuyla…

IMG-20151209-WA0013

İzmir’de Karşı Bisiklet adlı grup da her gün Konak’da, Basmane’de, artık her yerde rastladıkları mültecilere teğet geçmek değil, durup umuda yolculuklarına iz bırakmak ve barışı çağırmak niyetiyle işte tam da bu noktadan çıktı yola…  Başına # koyup, Mülteci Çocuklar İçin Örüyoruz dediler bu niyetin adına… “Çevre kirliliğine, nükleere, savaşa, ırkçılığa, trafiğe, orman ve kültür talanına KARŞI BİSİKLET !” olagelmişti mottoları birlikte pedal çevirmeye başladıklarından bu yana.

Çocukları ısıtmaya iki yün yetiyorsa… 

Gruptan Gamze Sürücü’nün anneannesinin, iki yaşındaki torunu Ekin’e, kazak örmek için iki yün istemesiyle doğdu kampanya. Madem ki iki yün ve biraz emekle bir çocuk ısınabiliyordu, mülteci çocuklar için de yapılabilirdi bu soğuk havada. “Mülteci halklarının acil ihtiyaçları dışında ortak bir duygu yaratmak, barışa ve kardeşliğe olan inancımızı çoğaltmak,bu soğuk kış günlerinde çocukların yüzünü biraz güldürmek, içlerini biraz olsun ısıtmak için kazak, yelek, bere, eldiven gibi kışlık giyecekler örüyoruz” çağrısı kulaktan kulağa yayıldı, büyüdü dayanışma…

karşıbisiklet5

Önce Karşı Bisiklet grubu ve yakınları örmeye başladı. Mülteci çocuklar için örüyoruz kampanyasını duyan, savaşa karşı barışı haykırmanın imeceyle üretime dönüşmüş haline kendi imkanınca bir ilmek attı. Örgü bilmeyen ya da zamanı olmayanlar yün, şiş aldı. Annesine, teyzesine, anneannesine, örebilen komşusuna, evde olan tanıdıklarına götürüp, onları giyecek çocukların hikayesini de anlattı. Balıkesir Üniversitesi’nden bir grup öğrenci harçlıklarını yolladı. Minik minik, rengarenk, sevgiyle örülmüş kazaklar, bereler, atkılar böyle ortaya çıktı.

karşıbisiklet2

Yeni yıla birlikte girdiler

Kısa sürede iki çuval örgü giysi toplandı. İzmir’de mültecilerin sorunları ve ihtiyaçlarıyla ilgilenen Halkların Köprüsü Derneği ile işbirliği halinde süren kampanyanın ilk paylaşımı yılın son günü yapıldı. “O çocuklar çıplak ayaklarıyla yürüdükçe biz üşüdük. Yalnızca onların küçük bedenlerini değil, ötekileştirmeyle, vurdumduymazlıkla üşümüş insanlığımızı da ısıtmaya ihtiyaç duyduk. Onlar için ayırdığımız zaman ve emeğimizle düşünüldüklerini hissettirmek, ördüğümüz giysilerle ellerimizin sıcaklığını taşımak istedik.” diyen Gamze Sürücü gibi bu paylaşıma ortak olmak isteyen Karşı Bisiklet, Halkların Köprüsü Derneği, Siyah Pembe Üçgen Derneği ve üniversite öğrencilerinden oluşan bir grup, yeni yıla mülteci çocukların sıcak gülümsemeleriyle girdi.

945297_1660341027576191_8477368125836448623_n-1

Barışa ilmek atmak için örüyorlar

İki yıl önce “Gel savaşın tekerine çomak sokalım” sloganı ile İzmir’den Hatay’a barış için bisiklet turu düzenleyen, geçen yıl Suruç’daki mülteci çocuklar için giysi yardımı toplayan Karşı Bisiklet, herkesi mülteci çocuklar için, sevgi ve barışla, savaşa karşı bir ilmek atmaya çağırıyor. “Toprağın üzerine çizilen sınırlar, acıların hayatlarımıza karışmasına engel değildir. Savaşların en büyük mağduru olan çocuklar sokakta, insani şartlardan uzak dört duvar aralarında açken, üşürken ve hayalleri ellerinden alınmışken, herkesin yaşananların bir parçası olduğunu fark edip sorumluluk alması gerekir. ” diyen grubun amacı, giysi ihtiyacını karşılamaktan öte, bu bakışı yakalayıp kalıcı çözümler için mücadelenin çoğalması.

karşıbisiklet4

Ben ne yapabilirim? 

Sadece iki şiş ve iki yumak yünle dahil olabilirsiniz Mülteci Çocuklar İçin Örüyoruz dayanışmasına. Örgü bilmiyorsanız ya da zamanınız yoksa yün alıp gruba gönderebilir, toplanan yünleri örebilen tanıdıklarınıza ulaştırabilir ya da onlara hikayeyi anlatarak çocuklar için örmelerini isteyebilirsiniz. Kampanyayı çevrenizde duyurabilir, sosyal medyada paylaşabilir, kadın dernekleriyle, topluluklarla iletişimi sağlayarak dayanışmayı çoğaltabilirsiniz. Şimdiye dek toplanan örgülerin hepsi çocuklara ulaştı. Ķış daha yeni başlıyor ve daha çok örgüye, yüne ihtiyaç var. Dahası savaştan kaçan çocuklarla sevgi, emek, dayanışma, barış, umut renginde küçük anlar paylaşmaya… Gözlerinin içine bakıp hayatlarına dokundukça, belki bir kazakla ya da sadece sarılarak, ruhumuzun da onlarla birlikte ısınmasına…

 #Mülteciçocuklariçinörüyoruz projesine dair gelişmeler ve duyurular 

 facebook.com/karsibisiklet hesabı üzerinden paylaşılıyor.

Kampanyaya katılmak isteyenlerin örgüleri ve yünleri İzmir’de bırakabileceği, farklı şehirlerde yaşayanlar için  posta adresleri

CİNATI KAFE: 1469. Sk. No: 3 Alsancak/İzmir

KIRMIZI KAFE: Kıbrıs Şehitleri Cad. 1448 sokak No:7 Alsancak/İzmir

Detaylı bilgi ve iletişim için karsibisiklet@gmail.com

Ayrıca Halkların Köprüsü Derneği mültecilerin giysi, eşya, erzak, ilaç gibi ihtiyaçları için malzeme toplanmaya ve dağıtmaya devam ediyor.
http://www.halklarinkoprusu.org

Haber: Güneş Dermenci

Yeşil Gazete

YIRCALI KADINLAR KÖMÜRÜN İSİNE SABUNUN MİSİYLE MEYDAN OKUYOR

Standard

Soma’nın Yırca köyünde, köyün hemen girişinde, bahçe içinde, yüksek merdivenli, tek katlı bir ev. Az ötede bacası tüten termik santralde yanan kömürlerin atıklarını kül barajına taşıyan kamyonların tozunun dumana karıştığı bozuk yolda zeytin ağaçları ve kömür bantları boyunca tıngır mıngır ilerlerken, üzerinde silinmeye yüz tutmuş “Zeytin Nöbeti” yazan ok işaretini biraz geçince, solda. Başını heybetli bir kavak ağacı tutan ilk sapakta. Bahçesini çeviren tellerde asılı bezde, güneşten solmuş kumaş parçalarıyla yazar “Köyünü Unutma”. Merdivenleri çıktıkça alelacele çıkarılmış bir sürü terlikle aralık kalmış kapının ardında şen kahkahalara heyecanlı konuşmalar karışıyor, mis gibi kokular yayılıyorsa, yaşasın, demek ki o gün üretim var! Hemen içeri girmeli, sevgi dolu bir kucaklaşmadan sonra işe girişmeli. “Sabun Evi”nde yapacak bir şey illa çıkar.

7f3a09f2-82d3-4d51-9bd6-d0a69177da7d

                                                                               (Fotoğraf: Ayşegül Ersoy)

Önceden kesilen sabun bazları yavaşça eritilir mikrodalga fırında. Göz, arzu ettiği tonu bulana ve oranına alışana dek renkler karıştırılır usulca. Sıcak sıcak kalıplara dökülür, kokusu katılır kararında. Soğuyana dek sabırla beklenir, o arada iki çift laf edilir, çay demlenir. Soğudu mu kalıptan çıkarılır, renk renk, çeşit çeşit sabunlar masaya dizilir. Aşık kuşlar, zeytin dalı, kar tanesi, üç güllü, çifte gül, akvaryum, papatya… Kadınlar kalıptan çıkan sabunu neye benzetir, ne ad koyarlarsa… Şu günlerde en çok geyik, kar tanesi, noel baba. Kutuları yapılır, sabun gözüksün diye penceresi yapıştırılır bir yandan da. Hazırdır sipariş artık kargolanmaya. Günün sonunda, “Kömürün İsi”, bir kez daha “Sabunun Misine” dönüşür kadınların mutlu yorgunluğunda…

yırca çiçek

Zeytin nöbetinden sabun üretimine…

Soma’nın ikinci kömürlü termik santralini yapmak için Kolin şirketinin altı bin altı yüz altmış altı zeytin ağacını kestiği Yırca köylülerinin direniş hikayesi, şirket köyü terk edince bitmedi, sabun üretimine evrildi. Kolin, termik santrali Yırca köyünde yapmaktan vazgeçti ancak katlettiği binlerce zeytin ağacıyla birlikte hem köylülerin onları yetiştirmek için verdiği onca emek, hem de geçim kaynakları yitti. İlk termik santral yapılmadan önce her yer yemyeşil tütün tarlasıyken, kömürlü termik santral yüzünden yıllar içinde taşa kesen toprakta artık tütün yapamaz olan köylüler, ölmez ağacın küle, dumana gelmeyen meyvesini keşfetmişti. Termik santralin koyu gri gölgesine diktiği zeytin ağaçlarını sabırla yetiştirdi. Geçen yıl, hasat vakti… Ancak köylüler bu kez zeytinliklerinde değil, dikenli tellerin ardında kalan ağaçları kesilmesin diye karşısındaki damda nöbette, geceleri ateş başında bekleyişteydi.

Bu hale sebep olan, termik santral projesi için zeytinliklere verilen acele kamulaştırma kararının iptali için Greenpeace’in avukatları ile birlikte Danıştay’a açtıkları davaya yürütmeyi durdurma kararı verildiği haberini alacakları gün, sabaha karşı şirket iş makineleriyle binlerce zeytin ağacını yerle bir etti.  Köyün en yaşlı direnişçilerinden Emine Sezer, o anı, aktivist sokak fotoğrafçısı, yönetmen Kazım Kızıl‘ın “Ölmez Ağaç – Yırca Direnişi” belgeselinde, “Zeytinlerin çıtırtıları kulaklarımdan gitmiyor. Ağaçlar yıkılırken insan gibi ağladı oğlum.” diye tarif edecekti. Dava kazanıldıktan sonra, adını “Zafer” koyduğu ilk zeytin fidanını elleriyle dikti.

emine teyze

Sabun üretimi de Yırcalı kadınların hayatına bu süreçte girdi. Zeytin ağaçları kesildikten sonra geçim kaynaklarını da kaybeden köylüler, zamanında çok yaptıkları gibi, mevcut termik santralin yaktığı kömürlerden çıkan atıkların döküldüğü kül barajında, nam-ı diğer “Kömür Dağı”ndaki“açık hava madeninde” kazma sallayıp, sağlam kalan kömürleri canlarına pahasına bulup, çuvalını 10 TL’den satma “sonuna”  bu yeni yolu çizdi: “Kömürün İsi, Sabunun Misi”

DSC_1662

Onlar buldular bu ismi. Çünkü Yırca köyünde, Sabun Evi’nde sabun üreten 34 kadının elleri kömürün karasından çıktı, beyaza kesti. Kiralanan o yüksek merdivenli, tek katlı ev, köyde “Sabun Evi” diye anılalı, odalarını rengarenk sabun kalıpları dolduralı, sabunun kıvamını deneyen, rengini birbirine danışan, aksiliklerle başa çıkmayı, birlikte sorumluluk ve karar almayı öğrenen kadınların sesindeki güven, o eve hayat katalı, hummalı geçen üretim günleri sonunda işleri eriştirmenin telaşı ve huzuruna karışan ya yeni sipariş gelmez de sabun işi biterse endişesi arasında bir yıl geçti. Bazı sivil toplum kuruluşlarının girişimi ve desteğiyle başlayan projede, “sabuncular” ve “sabun işi” birlikte gelişti.

11879817_10153566073296585_397429763_o

Sabunlar ve hikaye Alaska’ya kadar gitti!

Bir zeytin ağacı çeşidi ve köylerinin adından doğan “Yasemin – Yırca” markasının sabunların yolu bu bir yılda nerelere düşmedi ki? İstanbul’daki büyük otellerden Çanakkale’ye, Kazdağları’ndan Ekofest’e, Bozcaada Ekolojik Belgesel Film Festivali’nden üniversitelerin öğrenci kulüplerine, fuarlara, belediyelere… Hatta Amerika’ya, Alaska’ya! Başka hikayelerle buluştu hikayesi kulaktan kulağa anlatılıp, kurulan gönüllü tezgahlarda satıldıkça. Kasaya giren para kira ve masraflar düşüldükten sonra otuz dörde bölündü ay sonlarında. Farklı şehirlerden gönüllü sabuncular sabunları satarken, köye selam biriktirdi bolca. Hatta içlerinden biri, Sabuncu Kenan, geçtiğimiz günlerde Yırca’ya yerleşti. Kadınların sabun hikayesiyle katıldığı 2015 Bilgi Genç Sosyal Girişimci Ödülleri projesinde Yasemin – Yırca markası, ilk ona girerek ödül kazandı

04d28c99-2de4-4745-8dbb-7540b0641b90

Köyü mis gibi sabun kokutuyorlar (!)

Başına ilginç şeyler de gelmedi değil Sabun Evi’nin, mesela köyde termik santral kurulmasını isteyen bir grup, kadınları sabun üreterek çevreyi kirletmekten geçen yaz şikayet etti! Kanıt olarak da Sabun Evi’nin kapısından ancak bahçe kapısına kadar varabilen mis gibi sabun kokularını gösterdi. Sabun Evi’ne jandarma da gelince olanı biteni merak eden kadınlar durumu anlamak ve ne yaptıklarını anlatmak için gittikleri Soma Kaymakamlığından teşekkür belgesi ile döndüler köye. Köy meydanında yine hep birlikte yürüdüler teşekkür belgeleri ve içinden emek geçen mücadelelerinin sesi ile…

11973698_10153566074746585_171154342_o

Yıllarca Soma’daki termik santralin zararlarını gören, köylerinde yeni bir termik santral daha istemeyen Yırcalılar, kadınların ve dayanışmanın özne olduğu direnişleriyle nice çevre direnişine ilham, güç verdi, kendi hayatları da değişti. Yırcalılar, zeytinliklerine gelen, damın altında nöbet bekleyen, zeytinyağlı salçalarına ekmek banan, evlerinde uyuyan zeytin nöbetçisi misafirleriyle karşılıklı unutamayacakları bir deneyimi ve gönül bağını paylaşırken, onlara bir de söz verdi; “Bir sıkıntınız olursa, termik santral, altın madeni, gelir direniveririz gari!”

yırca masa

Yeni yıla özel sabunlar hazır

Sabun Evi’nin duvarları kadınların şen kahkahaları ile ısınıyor yine bu günlerde. Harıl harıl sipariş hazırlıyorlar yeni yıl hediyesi niyetine…  Noel baba, geyik, kar tanesi en çok ürettikleri modeller, kırmızı, beyaz ve yeşil ağırlıklı renkler… Kutusunda hikayesi, gideceğe yere varış yolculuğunda zeytin yeşili… Siz de kulaktan kulağa taşımak ister misiniz termik santral direnişinden sabun üretimine evrilen bu hikayeyi? İster bolca anlatın, ister onlardan sabun alın ya da toplu sipariş ayarlayın. Fırsat bulursanız mutlaka köye gidin, hikayeyi bir de onlardan dinleyin. Üretim günüyse sabun evinde birlikte çalışın.  Zeytinyağlı salçaya ekmek banmadan aman köyden ayrılmayın. Bu arada hangi şekilde sabun isterseniz, gönüllü sabuncuların sağladığı üç boyutlu yazıcıyla kalıp hazırlanır itinayla. Daha fazla bilgi almak için iletişim bilgileri https://www.facebook.com/yaseminyirca/?fref=ts ve info@gbtider.org adresleri.

yırca geyik

Sabun üretmek, direnmek demek

Meltem fırının başında sabun eritiyordur şimdi, Gülşen abla kutuların kenarlarını yapıştırır, yemekleri belki Fadime Abla, belki Hamide Abla yapmıştır. Firdes abla eriyen sabuna dikkatle renk karıştırır. Gençler çayı demler, bulaşıkları yıkar. Havalar soğudu, bir yandan sobada kömür değil ormandan topladıkları kar kırığı odunlar yanar. Güneş batar, sabun evinin ışıkları yanar, sesler yorgunluktan azalır. Kirloş ve Mazlum gitti, eğer yeni bir dost bekliyorsa kapıyı, artan yemekler ona saklanır. Sabun Evi’nde her şey sevgiyle, buz gibi (tertemiz) ve zebil olmasına izin vermeden yapılır. Emine Teyze’nin içeriye güneş girmesin, sabunlar erimesin, terlemesin diye diktiği perdeler aralanır. Önde zeytin ağaçları, arkasında termik santralin bacası… Sabun Evi’nin penceresi, köyün hikayesine açılır. İşte bu yüzden Yırca köyünde sabun üretmek, direnmenin öbür adıdır.

yırca sa

(Yeşil Gazete)

https://yesilgazete.org/blog/2015/12/12/yircali-kadinlar-termik-santrale-sabun-ureterek-meydan-okuyor/

Alakır Nehri Kardeşliği’ne Suç Duyurusu

Standard
Başka bir dünyanın mümkün olduğu düşüncesinin peşinde on yıl önce İstanbul’u terk ederek Alakır Vadisi’ne, Alakır Nehri’nin kıyısına yerleşen, orada şehirden uzak, ağaçlara, balıklara, suya komşu bir yaşam alanı inşa eden Tuğba Günal – Birhan Erkutlu çifti, HES şirketleri Alakır Nehri’ni borulara hapsedecek projeleriyle kapıya dayandığı günden beri, Alakır’ın dostlarıyla birlikte nehrin çığlığının sesi oluyor. Antalya’nın Kumluca İlçesinde, Alakır Nehri üzerindeki HES’lere karşı mücadele eden, yıllardır “Alakır özgür akacak.” diyen Alakır Nehri Kardeşliği, bir yandan şirketlerin doğa talanına karşı vadideki canlıları savunurken bir yandan da haklarında açılan davalar ve suç duyurularına karşı kendilerini savunmaya çalışıyor.
birhan
Doğduğu yerden denize döküldüğü yere kadar 70 kilometre boyunca  1. Derece Doğal Sit Alanı olduğunu ilan eden karar, Danıştay 14. Dairesi tarafından geçen yıl onanmasına rağmen üzerinde dördü tamamlanmış 8 HES projesinin ve inşaatların devam ettiği, Metamar/Dedegöl Enerji ile Ado Enerji şirketlerinin faaliyet gösterdiği Alakır Nehri’nde doğa katliamına direnen Tuğba Günal, Birhan Erkutlu ile 3,5 yaşındaki kızı Cana Işıkla birlikte Alakır Vadisi’nde yaşayan Elif Arığ, kendilerini mücadeleden vazgeçirmeye çalışanlarla da uğraşıyor.
alakır kurudu

Antalya Valiliği Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğü, ÇED ve Çevre İzinleri Şube Müdürü İbrahim Özçelik, Alakır Kardeşliği’nden Tuğba Günal hakkında, “Sosyal paylaşım sitesi Facebook üzerinden kendisine hakaret edildiği, hedef gösterici, küçük düşürücü ve rüşvetçi memur konumuna sokulduğu…” gerekçesiyle savcılığa suç duyurusu bulundu. Suç duyurusu kapsamında Antalya Bahçelievler Polis Karakolu’na ifade veren Tuğba Günal,

ÇED müdürünü tanımadığını söyledi. 

Tuğba Günal, “Alakır Vadisi’nde yaşadığım yerde bırakın interneti, telefon dahi zor çekiyor. Facebook kullanmam. Bu şahıs nereden elde ettiyse benim telefon numaramı bulup savcıya “Bu numaradan facebook’a giriliyor. Biz tespit ettik.” diyerek suç duyurusunda bulunmuş. Kim bunlar? “Biz tespit ettik” ne demek? “Biz” dedikleri kim? Hiçbir hukuki izin, soruşturma olmadan nasıl benim özel telefonumu tespit ettikleri iddiası ile suç duyurusunda bulunabiliyorlar ve kendilerini savcı yerine koyabiliyorlar? Hedef gösterici, suçlayıcı bu yalanlar karşısında ve hukuk dışı bu tespitlerle ilgili tüm hukuki girişimleri yapacağım.” dedi.

tuğba
Tuğba Günal’ın ifade vermesi, Alakır Nehri Kardeşliği için ilk değil. Cana Işıkla birlikte Alakır Vadisi’nde çamurdan, çalı çırpıdan yaptıkları evlerinden çıkarıldıktan sonra Birhan ve Tuğba’nın yaşam alanlarını paylaşmaya başlayan, önümüzdeki günlerde kızı ve kendisi için yeni bir yuva yapmaya hazırlanan Elif Arığ da köylülerin hakkında açtığı hakaret davası kapsamında ifade vermişti. Üstelik geçtiğimiz günlerde Birhan ve Tuğba’nın evlerinin önünde silahla 7-8 el ateş edilmişti. Yaşam alanlarının etrafındaki asırlık meşe ağaçlarını kesmekle tehdit edilen Alakır’ın HES direnişçileri, “Ayaklarını denk alsınlar, yoksa bacaklarını kırarız onların” diyen HES şirketi bekçisini de jandarmaya şikayet etmişlerdi.

“Bizi vazgeçiremeyecekler.”

Alakır Nehri Kardeşliği sosyal medya hesaplarını kapatarak Alakır’ın HES direnişini yerelde eylemlerle sürdüreceklerini açıklayan ve Alakır’ın tüm dostlarından hem sosyal medyada hem de sokaklarda şirketlere karşı tepkilerini eylemlerle, yaratıcı pankartlarla, “Ben Alakır Nehriyim” mesajlı fotoğraf ve videolarla, hukuksuz faaliyetlerine karşı suç duyurularıyla dayanışma çağrısında bulunan Tuğba ve Birhan,  HES şirketlerinin ve şirketlerden yana davranan yerel yöneticilerin, köylülerin baskılarına rağmen yılmadan Alakır’daki canlıların yaşam hakkını birlikte savunmaya devam edeceklerini belirtti:

“Bu tarz suçlamalar, baskı politikaları ve Alakır’da yetkililerin denetimsizliği ile devam etmekte olan şirket ekokırımlarına karşı yaşam mücadelesinden hiçbirimizi vazgeçiremezler. Alakır Vadisi’nin danıştay tarafından da onanmış olan ‘1. Dereceden Doğal SİT Alanı kararı’ var. Derdi sadece Alakır’daki canlıların yaşamını korumak olan bizlerle uğraşacaklarına, bu memurlar önce görevlerini yapıp yargı kararlarının yürütmesini uygulasınlar. Bir seneyi aşkın süredir Alakır’la ilgili bu yargı kararı uygulanmamaktadır ve bu hukuksuzluk ve denetimsizlik yüzünden yüz binlerce canlı zarar görmektedir.”

Alakır Nehri Kardeşliği

#BizAlakırNehriyiz

 (Yeşil Gazete)

Doğal Olarak Genciz! Ekoloji’nin abc’sini Biliriz

Standard

Toplum Gönüllüleri Vakfı ile Yuva Derneği’nin ortaklığında yürütülen Doğal Olarak Genciz! Ekolojik Okuryazarlık Projesi’nin gençlik kampı, 24 – 27 Ağustos tarihlerinde Çanakkale Bayramiç’deki Yeniköy Ekolojik Yaşam Çiftliği’nde yapıldı. Gençlere yönelik ilk ekolojik okuryazarlık projesinin büyük buluşmasına 23 farklı ilden 27’si çevre aktivisti toplam 97 kişi katıldı.

11891494_10152940044571150_7270639347403043605_o

Ekolojik kaygıları olan, doğayla ilişkisini sorgulayan, dünyayı korumak için yapabilecekleri konusunda fikir arayan, bildiklerini çoğaltmak, merak ettiklerine yanıt aramak ve paylaşmak için yola çıkan gençler için atölyeler, ekolojik yaşam deneyimleri, etkinliklerin bağlanacağı uzun sohbetler, içinden müziğin, ritmin, rengarenk ipliklerin ve armağan çemberlerinin geçtiği sürprizlerle dolu dört gün sürecek bir program hazırlandı.

11894668_518955094927215_1768832276177018453_o

Kamp alanına toplu taşıma araçları ile ulaşma kuralının altında yatan ekolojik ayak izini azaltma çabası kampa da yansıdı. Dört gün boyunca etsiz beslenilen kampta, permakültür ilkeleriyle kimyasal kullanılmadan yetişen yerel ürünlerle birbirinden lezzetli yemekler, ekşi mayayla mis kokulu doğal ekmekler yapıldı. Kimyasal sabun, şampuan, diş macunu yerine zehirsiz temizlik malzemeleri kullanıldı. Atıklar ayrıştırıldı, kompost hazırlandı. Yeniköy’deki çiftlikte ekolojik mimari uygulamalarına dair örnekler gören gençler sadece yaşam alanını değil, kuş ve ağaç gözlemi için doğaya yapılan yürüyüşlerde Kaz Dağları’nın eteklerini de tanıdı.

11939231_10153563172216585_2021892626_o

Buğday, Topak ve Petek adı verilen atölye çalışma alanlarında enerji politikalarından iklim değişikliğine, yerel mücadelelerden su hakkına, G20 zirvesinden şiddetsiz eyleme, tarım politikalarından armağan ekonomisine, yenilenebilir enerjiden ekolojik yerleşimlere kadar ekolojinin bütün harfleri tartışıldı. Güneş ocağında yemek pişti, güneş paneliyle cep telefonları şarj edildi. Tarladan domates toplayan, baş ağrısına şifayı bahçedeki otlarda arayan, kamp alanının temizliği ve çiftlikte yapılması gerekenler için iş bölümü yapan gençler, başka bir yaşamı deneyimledi. Kampın en renkli anlarından biri de, müzisyen Tugay Başar’ın eşliğinde “kendin kendini çal” hareketinden doğan beden perküsyonu atölyesiydi.

25

Kampın sonunda dünyanın başına açtığımız sorunları büyük resimde görebilen gençler, çözüm olabilme noktasında yapılabilecekler için birbirlerinden ilham aldı, harekete geçme umudunu paylaştı. İlk olarak 12- 13 Kasım’da İstanbul’da yapılacak olan İklim Forumu ve İklim Yürüyüşüne birlikte katılma kararı çıktı. Ekolojik ayak izini ve  karbon emisyonunu azaltmak için yapılacak kişisel değişikliklerin temeli de orada atıldı.

11951979_949293348465710_3788808825533183033_n

Proje hakkında bilgi veren Yuva Derneği direktörü Erdem Vardar, kampın özünün akran eğitimleri olduğunu yani daha önce ekolojik okuryazarlık eğitimi alan gençlerin bu kampta eğitmen olarak bildiklerini ve hissettiklerini yaşıtlarıyla paylaştıklarını anlattı:

“Ekoloji konusunda temel bilgilerin ezbere dayalı ve yetersiz verildiği sistemin aksine buradaki eğitimleri basit tutarak küçük soru işaretleri yaratıp ekolojinin temel bilgilerinin alınmasını sağlamak ve hayat tarzında küçük değişikliklerin de bir adım dışına çıkarak aktivizme dair konuşabilmek istedik.  Ekolojik okuryazarlık, ekolojinin a b c’sini öğrenmek, en basitinden başlamak demek. Yaşam tarzımızın bu gezegenin bir parçası olduğunu ve onunla uyumlaştırmak zorunda olduğumuzu anlamakla ilgili. Hepimiz burada nasıl yaşıyoruz ve hayat tarzımızı bununla nasıl uyumlu hale getirebiliriz? Gençlere geliştirebilecekleri soru işaretleri bırakabilirsek tamam.”

11224732_518955424927182_6295097301927470217_o

Doğal Olarak Genciz! Ekolojik Okuryazarlık Projesi Koordinatörü Buket Atlı, 2013 yılından beri devam eden proje kapsamında ilk kez düzenlenen ileri düzey eğitim kampında, ekosistemin döngülerini, sorunlarını ve ilişkilerini bilen, eyleme geçmek isteyen gençlerle çevre aktivistlerinin ve ekoloji hakkında bilgi sahibi olmak isteyen ancak daha önce hiç eğitim almamış gençlerin bir araya geldiğini anlatarak eğitimlerin içeriği hakkında bilgi verdi:

“Eğitimlerimizde gezegenin problemlerini iklim değişikliği, çölleşme ve arazi bozulumu, biyolojik çeşitliliğin azalması olarak üç ana başlık altında tartışıp örneklendirerek çözüm arıyoruz. Biz kamptayken Artvin Hopa’da yaşanan sel felaketi iklim değişikliğinin geldiği son noktayı gösteriyor. Eyleme geçmek için dışarıdan birinin gelmesini ve öğretmesini beklemek yerine bizim bilmek, araştırmak ve eyleme geçmeye karar vermemiz gerektiğini anlatıyoruz. Bir şeyleri değiştirebilmek için şu üç denklemin tutması gerekiyor: Bilgili olmak, karar vericilere ulaşmak ve kitlelerin eyleme geçmesini sağlamak. 88 yeni termik santralin planlandığı ülkemizde kasım ayında toplanacak G20 zirvesi sürecinde İstanbul’da düzenlenecek iklim forumu ve iklim yürüyüşüne katılmak,  farkında olmak, alternatif yaratmak, mücadelenin bir parçası olmak çok önemli.”

kamp

Projenin eğitmenlerinden Burak Bilen,  kampa katılan gençlerde gözlemlediği değişimleri paylaştı: “Eğitimin son oturumlarında insanlarda bir endişe oluşuyor, eyvah ben ne yapabilirim diye. Bireysel olarak neler yapabileceğimizi paylaştığımız, birbirimizden ilham aldığımız noktada başlıyor kişisel değişim de. Azot fosfor dengesini bozmamak için fosfor içermeyen deterjanlar kullanma, atıklardan gaz oluşmaması için kompost yapma, enerjiyi daha verimli kullanma, küresel ısınmanın bir numaralı nedeni olan karbon salınımını azaltmak için vejetaryen ya da haftada bir gün etsiz beslenme önerileri geliyor kampın sonunda. Bu kamptan aldığımız güçle, enerjiyle birlikte daha güzel işler yapacağız.”

11879016_518955061593885_8983125598307247518_o

Siz de eğitmen olabilirsiniz

20 farklı şehirde eğitimler vermeye devam ederek 2016 yılı sonunda 2000 gence ulaşmayı hedefleyen projeye dahil olmak için henüz geç değil. Doğal Olarak Genciz! Ekolojik Okuryazarlık Projesi yeni eğitmenlerini arıyor. 3-9 Ekim tarihleri arasında Kaz Dağları’nda gerçekleşecek eğitmen eğitimi programı için son başvuru vakti 15 Eylül Salı günü saat 18.00. Bu haberden heyecan duyan üniversite öğrencileri http://tog.org.tr/tr/hakkimizda/haber/dogal-olarak-genciz-ekolojik-okuryazarlik-projesi-egitmenlerini-ariyor adresinden başvuru yapabilirler. Merak ettiklerini buket.atli@tog.org.tr  adresine mail atarak sorabilirler. Üstelik üniversiteler açıldığında okullarında kurulacak Toplum Gönüllüleri Vakfı stantlarına uğrayarak bulundukları şehirlerdeki eğitimlere katılabilir, toplum gönüllüsü olabilirler.

11057797_518956171593774_7293989156190965451_o

Proje Koordinatörü Buket Atlı, Yuva Derneği ile TOG’un birlikteliğinde yürüyen projenin aralarına yeni katılacak gençlerle büyümesinden duydukları heyecanla, kamp boyunca ekip arkadaşlarıyla birlikte yüzünden eksik etmediği gülümsemesiyle Yeniköy buluşması için hazırladığı kimyasal içermeyen diş macunu tarifini de Yeşil Gazete okurları için paylaştı.

Ev yapımı diş macunu tarifi:

5 tepeleme çorba kaşığı kalsiyum karbonatla 1 tepeleme tatlı kaşığı sodyum bikarbonatı bir kapta karıştırıyoruz. İstenilen kıvama gelmesi için üzerine 3 ya da 4 çorba kaşığı bitkisel gliserin ekliyoruz. Tatlanması ve aroma alması için ise 1 çay kaşığı stevya tozu ve 10 damla uçucu nane yağı katıyoruz. Doğal diş macunumuz hazır. Şırınga içinde saklayıp her kullandığımızda, karbon ayak izimizi küçültmenin ve kimyasal madde kullanmamanın keyfiyle gülümsüyoruz.

(Yeşil Gazete)

 http://yesilgazete.org/blog/2015/09/11/dogal-olarak-genciz-ekolojinin-abcsini-biliriz/