Category Archives: BaBa ZuLa Röportaj

Başka bir dünya mümkünken “zamanın ruhunda”; “kös, kös” Avrupa’ya geri dönmek istemiyor BaBa ZuLa…

Standard

Bir varmış, bir yokmuş…
Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde
Pirelerin berber, develerin tellal olduğu, 0127311
mutlu sonla biten masallar anlatılırmış güzel bir ülkede…
Biz tıngır mıngır sallanırken beşiklerimizde;
Mahsun girer bir gece düşümüze…
Hüznün, umudun, aşkın, hayatın, düş kırıklığının tüm izlerini taşıyan yüzüyle…
Biz güzel bir masalla daldığımız uykumuzun en tatlı yerindeyken,
O; çaldığı arabalarla düşer de “düşlerinin” peşine,
iyice uzak düşer her seferinde…
Sarsarak uyandırır bizi gerçeğine…

Ama güzeldir arkadaşları, en çok da eroinman aşkı…
Alımlı bir tavus kuşudur bu masalın da en renkli kahramanı…
İşte Derviş Zaim’in yönettiği; Ahmet Uğurlu, Tuncel Kurtiz ve Ayşen Aydemir’in başrolü üstlendiği,
hem sinema tarihimizde, hem de izleyicilerinde ayrı ve kocaman bir yeri olan
96 yapımı “Tabutta Rövaşata” filminde,
Mahsun koşarken sokaklarda kucağında tavus kuşu ile,
etkileyici bir müzik belirir sahnede…
Bir hikaye anlatılırken beyaz perdede, onu betimleyecek müziği yapmak için kurulan Baba Zula’nın da hikayesi başlamış olur böylece…

Az gittiler, uz gittiler, dere tepe düz gittiler Murat Ertel ve Levent Akman birazdan ismindeki sır’rı da okuyacağınız “Baba Zula” ile 17 senede…
İstanbul gibi göç aldı müzikleri de
Beslendikleri gelenekleri katarak önlerine, Anadolu’dan renkler taşıyan kostümleri, dansları, şovları, konserlerindeki sanatçı konukları ile, bazen şarkı sözleriyle bazen sadece üç saniye süren müzikleriyle
“ruh” verdiler sahnede anlattıkları hikayelere…
Baba Zula müziğinin ayrılmaz bir parçası oldu”doğaçlama” yöntemi de…
Başka bir dünya mümkün olsun diye müzikleriyle çıktıkları bu seferde, kalabalıklaştılar günden güne…
7 albümleri var, Tabutta Rövaşata ve Dondurmam Gaymak film müziklerinin yanı sıra tiyatro oyunlarına da müzikler yaptılar…
Hit şarkı yapmanın formüllerini biliyorlar ama müzikleriyle anlatacakları başka meseleleri var.
Enerjisi ülke sınırlarını aşan, Japonya’dan Hindistan’a, Venedik’den Fransa’ya, Danimarka’ya ulaşan,  ama aslında “sınırlar”dan hoşlanmayan, farklı sesleri, ritmleri, türleri buluşturan özgür bir ruh onların müziği…
Yurt dışındaki hatırı sayılır müzik festivallerine bilhassa çağrılıyorlar.

crop_babazula6Müziğinin beslendiği topraklarda salınıyor şu sıralar Baba Zula…
İlk kez bu kadar geniş kapsamlı bir turneye çıktılar ülkemizde…
Zannetmeyin ki istemediklerinden ya da yurt dışı konserlerini daha çok sevdiklerinden;
Aslına bakarsanız, onlar bu “geç” başlayan turneyle, olmayı en çok olmak istedikleri yerdeler…
Turne umdukları gibi gitmezse, Amerika’daki Avrupa’daki konser programlarına “Kös Kös” geri dönecekler!
İşin daha da enteresan tarafı, oralarda bizde olduğundan daha çok biliniyor ve takip ediliyorlar…
Japantimes gazetesinde bile tam sayfa haberleri var!
Medyanın müziklerine ve konserlerine olan ilgisizliğinden yakınıyorlar…
Müzisyenlere, sahne sanatıyla ilgilenenlere daha sağlıklı fiziksel koşullar sağlanmasını, en azından bir kulis olmasını ve sanata düşülen her notun geleceğe özenle aktarılmasını, saklanmasını diliyorlar…
Müziklerini paylaştıkça, dokunup başkaca hikayelere “bir” oldukça, yalnız olmadıklarını hissettikçe ne kadar mutlu olduklarını bilmemizi istiyorlar…
Melike Şahin’in güzel sesi ve Baba Zula müziğinin ruhuyla eşleşen enerjisiyle eşlik ettiği Çanakale konseri öncesinde buluştuk Kampus FM program sorumlusu Osman Cevizci ile birlikte Murat Ertel ve Levent Akman ile Öküz Kültür’de…
Doyamadık söyleşmeye 🙂
Öyle güzel insanlar ki ikisi de…
Gelin şimdi daha yakından tanıyalım onları,
Aralayalım sahnede anlattıkları hikayelerin, masalların ardındaki “büyük sırrı”…
Baba Zula’nın müziği ile yeniden keşfedelim gendeki, tendeki, “sen” deki özgür ruhu…
“Zamanın ruhunda”, yolculuğa çıktık Baba Zula ile,
Başka bir dünya mümkün müzikle !

BZC8d-qIgAAh6uQ
“BaBa Zula” nın kelime anlamı hepimizde farklı farklıysa da müziğiniz, sözleriniz, görsel şovlarınız, farklı tavrınız  diyebiliriz sanırım toplamda… Sizin için ne demek “Baba Zula”? Bu ismi seçerken hangi anlamı yüklemek istediniz ona ve enerjisi nasıl yansıdı müziğinize, gruba?

Murat Ertel: “BaBa ZuLa” ismi çok önemli. İsmi koyarken anlamı farklıydı, şimdi yıllar sonra daha farklı… Baba Zula ismine ilk olarak 1978 yılında Marmara Adası’nda rastlamıştım. Düşmüş bir tabelaydı. Marmara Adası’nda bir barmış. Bunun hikayesi uzun da 1974’de çevrilen, “Kanlı Deniz” filminde de görülen Pire Emin lakaplı adalı bir arkadaşın bir mağarası varmış. Bu mağarada Bizanslılardan ve Rumlardan kalma şarap fıçılarının üzerinde şarap içilip felsefe yapılıyormuş. Burası kapandıktan sonra “Baba Zula” diye bir yer açmaya karar vermişler. Yalnızca 1978 yazında açık kalmış ve batmış bir bar… Biz de bu arkadaşlarla o yıl adadan İstanbul’a dönerken vapurda karşılaşıp sohbet etmiştik bu konuda… “Baba Zula” ismi çakılıp kalmıştı. Sonra Tabutta Rövaşata filmine Zen grubu müzik yapmak istemeyince, benim aklıma başka bir grup kurmak geldi. Levent de benimle aynı fikirdeydi. Grubun ismi “Baba Zula” olsun dedim birden… İlk başta bu iki kelimenin ahengine, armonisine kaptırmıştım kendimi.  Mistik, güzel bir şeyler vardı bu isimde… Zamanla, şu anda Baba Zula benim için “büyük sır” demek. Baba bir şekilde büyük, Zula da saklı, gizli ya da sır…  “Büyük Sır” … Bu kavram da Amerikan yerlilerinin bir kabilesine göre, hayatın kendisi demek; gizemi ve kıymeti… En büyük sır…  

Şahaneymiş 🙂 “Baba Zula” nın isim hikayesi gibi, başlangıç noktanız olan “Tabutta Rövaşata” filminin de size gelişi tesadüflerle dolu öyle değil mi? Karakterleriyle, öyküsüyle, çekimiyle çok özel bir film hem izleyicisi hem de sinema tarihinde… Benim için  bir başrol de; müzik o filmde… “Tabutta Rövaşata” nın anlamı grup için ne?

Murat Ertel: Başlangıç noktası sinema olan, bir filme müzik yapmak için kurulan bir grubuz. Bu da bize çok şey öğretiyor ve düşündürüyor. Baba Zula’nın yapısında müzik dışında diğer sanatlara da açık ve onlarla ilişkide olmak var. İşlerimizi bir araya getirdiğimizde, evet en güçlü birleştirici öğe belki müzik olabilir ama bunun yanında görsel sanatlar, dans, tiyatro, şiir, edebiyat gibi pek çok şeyi içinde barındırıyor. Sinema da bütün sanatları içinde barındıran bir sanat ve biz de bir şekilde bütün sanatları içinde barındıran bir müzik yaptığımızı düşünüyoruz.  Tabutta Rövaşata’nın bir kere böyle bir yeri, anlamı var… Kendi imkânlarıyla çekilip nasıl ölümsüzleşebileceğini gördüğümüz bir sanat eseri, çok önemli bir film. Biz de yine aynı şekilde, alternatif yoldan giderek, kendi doğrularımızla, piyasa koşullarına bakmadan kendi üretimlerimizi yapıyoruz ve bir şekilde başarılı olduğumuz da söylenebilir. En azından bunca yıl sonra devam edebiliyoruz ve bir dünya grubu olduğumuz bile söylenebilir.

IMG-20131218-WA0008

Müziğiniz için çok etiket kullanılıyor: Psychedelic,oryantal – dub, funk, caz,rock, pop, modern halk müziği… Baba Zula’nın müziği de “Özgür ruh” , öyle değil mi?

Murat Ertel: Evet, bence öyle… Çok değişik şeyler de oluyor.. . Geçen gün bir arkadaş twittera yazmış; Baba Zula’nın müziğini seversem beni bilmem ne yapsınlar diye küfür gibi bir şey… Ben de güldüm, komiğime gitti ve favori attım. Derken aramızda bir diyalog başladı ve onun bir şekilde bizim müziğimizi aslında bilmediği,  yalnızca bir yönünü bildiği ve ondan hoşlanmadığı ortaya çıktı.
Aslında Baba Zula’nın çok değişik türde yaklaşımları var. Biz hit de yapabiliyoruz. “Hit yapmak” nedir, biliyoruz. Müzikte var olan, herkesin hoşlanabileceği o formülleri uygulayabiliyoruz. Ya da son derece deneysel şeyler yapabiliyoruz. Çok uzun çalabiliyoruz ya da çok kısa… Baba Zula’nın 60 saniyeden kısa  6 – 7 tane parçası var. Bir tane 3 saniyelik parçamız var mesela; Nokta. Kökler albümünün açılış parçası…
Bu bir yaklaşım meselesi… Bir insan yalnızca 3 saniyelik Nokta isimli parçamızı dinleyip nedir bu saçma sapan şey diye düşünebilir. Ya da hit olarak yaptığımız bir parçayı, mesela Bir Sana Bir De Bana’yı dinleyebilir ve aman ne kadar güzel, bayılıyorum da diyebilir. İnsanlar genelde kendilerine sunulan ve iyi olduğunu düşündükleri popüler bir takım müziklere yöneliyorlar. Onların hepsini memnun edebilecek bir yapıya sahip değiliz ama onları bile memnun edebilecek şarkılarımızın olduğunu düşünüyorum.

Levent Akman: Bizim ülkemizde maalesef kalıplara çok bağlı insanlar, bir türlü o kalıpları açamıyorlar ve o kalıplar içinde kendi gerçekliklerini kuruyorlar. Buna en güzel örnek, Antalya’dan… Antalya’da bir halk festivalinde çalıyorduk. Bizim bir parçamızı dinlemiş, ya Cacom ya da Bir Sana Bir de Bana’yı, tam hatırlamıyorum, başka bir şey bilmiyor anladığımız kadarıyla bu gelen dinleyiciler… Biz çıktık çalıyoruz, sahnedeyiz, onlar da, Baba Zula ne zaman çıkacak diye soruyorlar 🙂 İşte Baba Zula çalıyor demişler; yok yaa, onlar Baba Zula olamaz, ne biçim grup bu, biz böyle bilmiyoruz, demişler…  Bizimkiler sormuş, nereden biliyorsunuz diye, biz Cacom’u biliyoruz, çok seviyoruz, onlar öyle bir grup işte demişler. Biz çalmaya devam ediyoruz bu arada, sonra gitmişler tabii 🙂 Böyle enteresan, komik şeyler oluyor gerçekten. Murat’ın twitter üzerinde , baştan bize küfreden ama daha sonra bir ortak nokta bulduğu kişi gibi çok insan var. Önemli olan pozitif yaklaşabilmek… Bundan sonra birtakım yeni yollar açılıyor ama önemli olan o ilk bariyerleri sevecenlikle, sevgiyle kırabilmek.

O bariyerler zannediyorum ki daha çok burada, “popüler kültür” anlayışımızda, sizin de az evvel bahsettiğiniz hit şarkıların bize dayattıklarında… Yoksa Baba Zula; sınırları çoktan aşmış durumda… Yurt dışından bilhassa çağrıldığınız festivaller, konserlerinize yabancıların gösterdiği büyük ilgi… Bizim bariyerlerden orada yok değil mi?

Levent Akman:  Tabii… Yurt dışında özgün olmak çok önemli… Birilerini taklit ettiğiniz zaman pek bir yerlere gelemiyorsunuz çünkü orda belli kalıplar içinde müzik yapan çok müzisyen var.  Kendi kültürünüzden birtakım ögeler katıp yeni bir şeyler yaptığınız zaman çok güzel tepkilerle karşılaşabiliyorsunuz. Mesela bizim yurt dışı konserlerimizin % 60, 70’i yabancılar tarafından dolduruluyor. Geri kalanlar Türk izleyiciler oluyor ve organizatörler buna hem şaşırıyor hem seviniyorlar. Özellikle Almanya’da, bizim senelerdir yapmak istediğimiz şeyi siz bir konserle yapabiliyorsunuz diyorlar, çünkü Almalar ve Türkler maalesef iki ayrı dünya şeklinde yaşamaya devam ediyorlar orada hala… Ama organizatörler diyor ki, sizin konserlerde birlikte dans edebiliyor bu insanlar, bu çok güzel bir şey, bir adım attırabiliyorsunuz topluluklara diyorlar. Bu güzel bir şey tabii ve  müziğin ne kadar güçlü olduğunu da gösteriyor. Müzik evrensel bir dil. Biz aslında sınırları da sevmiyoruz, olmamasını diliyoruz. Bu hem coğrafi sınırlar, hem dil, hem din sınırları… Çünkü bunlar insanı ayrıştıran şeyler. Biz bu dünyada yaşıyoruz ve hepimiz dünyalıyız aslında ama bir şekilde ayrıştırılmaya çalışılıyoruz. Biz müzikle bunu kırmaya çalışıyoruz.

Sınırları, kalıpları sahnede de sevmiyorsunuz ki, her seferinde sürprizlerle şaşırtıyorsunuz dinleyicilerinizi… Farklı danslar, kıyafetler, ışıklar, görsel şovlar… Baba Zula, bütün bu öğeleri Anadolu geleneğine katıp bir masal mı anlatıyor?

Murat Ertel: Çok doğru bir tespit yapmışsınız, gerçekten teşekkür ederim size. Biz kendimizi, müzisyen olma niteliğinden önce, hikaye anlatıcıları olarak tanımlıyoruz. Bu çok önemli… Yaptığımız müziğin sözleri olmasa bile bir hikâyesi var ve bir gelenekten besleniyoruz. Tabii ki çok değerli isimler var bunun içinde ve çok büyük bir anonimlik de var. Bir imbikten damlayan ve bizim de kaynağını çözemediğimiz ama ipuçlarını heyecanla aradığımız, biraz Nasreddin Hoca’da, biraz Karagöz’de, biraz Dede Korkut’ta, biraz dünya folklorunda bulduğumuz birtakım şeyler var. Bu hakikaten çok doğru bir tespit…  Devamlı Baba Zula ve dans beklentisinde olan ya da bir konserde izledikleri şovun tekrarını yine bulmak isteyen insanlar var, onlar her konserde istediklerini bulamayacaklar.
Baba Zula’da ne bulacaksınız, bir trio bulacaksınız, üç müzisyen… Baba Zula bir üçlü olarak kuruldu, bir takım konuklar aldı ve bu mantık devam ediyor. . Müzisyenler bazen 4, 5 de olabilir, bazen bir dansçı da katılabilir, bazen bir şair, bazen Tuncel Kurtiz gibi bir tiyatro oyuncusu, bazen Semiha Berksoy gibi bir opera sanatçısı,  bazen kimsenin bilmediği Afrikalı bir sanatçı… Böyle sürprizlere hazır ve açık olmak, biraz kendi kalbimizi ve aklımızı açmamız ve daha hoşgörüyle bakmamız gerekiyor. İnsanlar albümlerindeki gibi çalıyorlar ve bunu bir beceri olarak sunuyorlar. Bizse şunu diyoruz: Albümlerimizden farklı çalıyoruz. Bazı gruplar albümlerinde daha iyiler, bu bence kötü bir şey… Biz diyoruz ki albümlerimizden daha iyi çalıyoruz. Canlı farklı, albümler farklı, ikisi de ayrı ayrı ruh hallerine hitap ediyor.

Bütün bu anlattıklarınız, Baba Zula ‘nın enerjisinin, ruhunun, müziğinin bir parçası olan “doğaçlama” geleneğinin de bir sonucu, değil mi?

Murat Ertel: Doğaçlama bizim için her zaman çok önemli bir müzik yapma yöntemi olmuştur. Baba Zula’dan önce Zen’de tamamen doğaçlama yapıyorduk. Baba Zula’da bestelere önem verdik. Bazı besteleri orijinaline çok yakın çalıyoruz, bazılarını çok farklı ama mutlaka bir emprovizasyon oluyor içinde… Doğaçlama çok yaratıcı bir şey fakat izleyiciye çok saygılı bir şekilde yapılması gereken bir şey…. Uzun provalar ve birliktelik gerektiriyor. Böyle olmayabilir ve anlık, sürpriz bir birliktelikle de çok iyi bir doğaçlama olabilir ama risk büyüktür. Doğaçlamanın riskini azaltmak için büyük bir tecrübe, sanata hakimiyet ve elemanlar arası büyük bir iletişim gereklidir. Biz de eski bir grup olduğumuz için bu doğaçlamanın seviyesi telepatik boyutlarda dolaşıyor artık:) 20 yıldan fazla oldu doğaçlamayla uğraşalı, bu konuda epey tecrübeliyiz.

Murat Bey babanız Mengü Ertel, tiyatrolara, festivallere afişler hazırlayan, albüm kapakları tasarlayan çok önemli bir grafiker, bir devlet sanatçısıymış. Levent Bey, siz de iyi bir gurmeymişsiniz.
(gülüşmeler) Nereden buldun bu bilgileri 🙂
Dersime iyi çalıştım, buldum:) Ama bu pek kolay olmadı. O kadar az bilgi var ki internette Baba Zula ile ilgili… Japan Times’da bile koca bir sayfa yazıya rastladım hakkınızda ama bizim kaynaklarımızda ancak bu bilgilere ulaşabildim.

IMG-20131218-WA0014

Murat Ertel: Kaynak azlığı her Türk sanatçı için geçerli maalesef… Babamdan bahsettiniz, Mengü Ertel… Dünyaca ünlü bir grafik sanatçısı ama sanatla uğraşan insanlar bile onu tanımayabiliyor. Şair dediğiniz zaman, diyelim ki Turgut Uyar, ismini herkes biliyor ama bir tane bile kitabını okumamışlar. Böyle bir durum var. Gerek Mengü Ertel, gerek Turgut Uyar gerçekten dünya çapında sanatçılar, kendi dallarında çok yetkin isimler. Bütün bunları insanlarımızın çok iyi bilmesi gerekiyor. İtalya’da bir manav kendi kültür geçmişine son derece hâkim olabiliyor. Moskova’da bir çöpçü ile siz Dostoyevski’nin Suç ve Ceza’sını tartışabiliyorsunuz. Bizde böyle bir durum ne yazık ki söz konusu değil. Burada sanatçı diye görülen ve daha çok sinema ve müzik dallarında ürün veren insanların bile popülaritesi ve bence kaliteleri o kadar fazla değil… Gerçekten kaliteli olan, sanat yapan insanlarla halk arasında büyük uçurumlar var. Ama eskiden böyle miydi, hayır… Daha çok ilişki vardı. Pir Sultan’ı herkes bilirdi, Köroğlu’nu, Aşık Veysel’i, Aşık Mahsuni’yi, Neşet Ertaş’ı… Bir kere içinde bulunduğumuz kültür yani Türkiye’nin kolektif bilinçaltı daha çok sözel bir kültür…  O yüzden şiir okumuyor, kitap okumuyor, afiş okumuyoruz. Ne kadar kısa bir şey afiş! Ama böyle bir şey yok, maalesef… Bunun önüne geçmek lazım ama tam tersine, özellikle 80 askeri darbesiyle sanatçıyla halk arasında büyük bir uçurum oldu. Bu yüzden bizim başımıza gelen şeyler başka insanların da başına geliyor. Yaşar Kemal’i şimdi araştırsanız, onun hakkında çok şey bulabilirsiniz ama 80 yaşında, ancak yani… Babamı kaybettim, onunla ilgili ne kadar az bilgi var. Site yapıyoruz, 10 yıl sonra o site demode oluyor, yenisini yapmak zorundayız.  Böyle bir sürü geçmişten gelen ve kaybolan insan var.  Sürekli arşiv yenileme çalışması yapılması ve sanatçılara saygı duyulması gerekiyor. Herhangi bir halk kültürü sanatçısı hakkında bir kayıt bulmak isterseniz Türkiye’de, size Amerikan Kütüphanesine başvurmanızı tavsiye edebilirim. Orada daha çok bilgi var. Böyle zavallı bir durumdayız.

Levent Akman: İlgi, alaka daha fazla yurt dışında… Murat Yaşar Kemal’den bahsetti, eminim ki kendisi hakkında yurt dışında yazılan eserler Türkiye’dekinden çok daha fazladır, kendisi için kürsüler kuruluyor Fransa’da, Amerika’da… Biz yurt dışında da çok konser veriyoruz. Çıktığımız zaman Avrupa ülkelerinde, Asya’da, Japonya’da olsun; sanata, sanat yapan insana karşı oturmuş bir sistemin olduğunu görüyorsunuz. Hiç olmazsa bir kulis var.  Burada kulis yok!

Murat Ertel:  Kulis yapabilirler ama yapmıyorlar. Bence bu ayıp bir şey, sanatçıya saygısızlık… Diyor ki; sen seyircine saygı duyma, gel burada günlük kıyafetlerinle sahneye çık, işini yap, git. Ne öyle kulis mulis… O zaman sanatçı da öyle davranıyor. Bakıyoruz müzisyenlere, sefil bir şekilde çalıyorlar, çünkü kulis yok… Örneğin 🙂

Levent Akman: Bu akıl alacak bir durum değil dışarıdaki insanlar için. Çünkü orada oturmuş bir sistem var. Bir yere gittiğiniz zaman neyle karşılaşacağınızı biliyorsunuz ve bu şaşmıyor. Orada bir odanız var, sandalyeleriniz var, insani bir şey istiyoruz sadece yani, ama bunla bile karşılaşamayınca, insan bir sarsılıyor ama mücadeleye devam 🙂

Yurt dışı konserlerinize bu sıralar ara verdiniz, bir süredir bizdesiniz 🙂 İstanbul müziği olarak tanımlıyorsunuz ya müziğinizi, onun gibi çok göç aldığını ve çok çeşitli ses, renk barındırdığını; Anadolu’dan, Rumeli’den,Balkanlardan, dünyadan beslendiğini… Nasıl karşılık görüyor müziğiniz esinlendiğiniz coğrafyalarda ve ne hissettiriyor size müziğinizi paylaşmak o öykündüğünüz kaynakla ?

Murat Ertel: Bizim için çok önemli bir şey burada olmak, bir kere bizim böyle bir kompleksimiz var: Biz neden buralarda çalamıyoruz? İstanbul, büyük şehirler dışında niye daha küçük illerde çalamıyoruz, niye bu insanlara ulaşamıyoruz? Biz ülkemizde herkesle kucaklaşabileceğimizi düşünüyoruz aslında ama bu yıllarca olamadı.  İçimizde bir acıdır, ukdedir. O yüzden bunu yapabildikçe daha mutlu oluyoruz. Bunu da nasıl yapabildik? Yıllar sonra belli bir ünümüz olunca, Türkiye dışında meşhur olunca,  herhalde bu herifler iyidir falan diye düşünmeye başladı insanlar ve biz de para kazanacağız fikrini bir kenara atarak, riske girerek, biz bu insanlara ne olursa olsun ulaşmak istiyoruz ve önemli olan budur deyip de böyle bir zorlamaya girince, yavaş yavaş oluşmaya başladı. Bu bir dalga ve umarım devam eder. Belki bu dalga kırılır ve biz yine kös kös İstanbul’a dönüp, Avrupa’da , Amerika’da, Japonya’da, Hindistan’da çalmaya devam ederiz. İnanın gerçekten çok istiyoruz burada konser vermeyi. Şırnak’da iki defa röportaj yaptım telefonla, o sene o radyonun en çok dinlenen programı oldu. Güzel bir şeyler oluyor ama medyanın desteğini alamıyoruz. Onlar çok farklı sistemler içinde hareket ediyorlar. Biz o sistemlere girmek istemiyoruz, beceremeyiz de zaten… Playback var, karşıyız. Playback bize göre bir yalan…Saçma sapan bir şey yani… Bu bizim yolumuz değil…Biz kendi yolumuzda devam etmek istiyoruz. Burada insanlarla buluştuğumuz zaman, inanın çok çok mutlu oluyoruz, çok önemli…

Burada konser veremezsek Kös Kös Avrupa’ya , Amerika’ya geri döneriz demenizde takıldım kaldım ben… “Kös Kös” mü? ! 🙂

IMG-20131218-WA0013

Levent Akman: Türkiye çok güzel, Anadolu, Trakya… Biz hep buralarda turne yapmak, çalmak istiyorduk. Ay sonunda Güneydoğu turnesi var, Şanlıurfa, Gaziantep, Diyarbakır, Mardin, Adana… Bunlar bize Avrupa’da  çalmaktan daha çok heyecan vermeye başladı çünkü hep istediğimiz bir şeydi. 1996’da kuruldu Baba Zula ve daha şimdi böyle turneler yapabiliyoruz. Bu da bizden kaynaklanmıyor. Şöyle bir yanlış anlama var: Bizim oralara bilerek, isteyerek gitmediğimizi düşünüyorlar, yani sanki bize teklif gelmiş de biz, ay oraya mı gideceğiz, falan demişiz gibi bir tavrımız olduğunu düşünen çok insan var. Böyle bir şey yok. En  baştan beri en büyük isteğimiz buralarda çalmaktı ama şartlar oluşmadı. Oralarda belki bir şeyler yoktu, bizi çağıran yoktu ama şimdi birtakım şeyler oluşmaya başladı. Onun için çok heyecanlıyız ve umarım devamı da gelir. Gelmezse, yine biz kös kös Japonya’ya, Amerika’ya , Avrupa’ya gideceğiz 🙂 Zaten her şey hazır orada; Mart ayında bir Avrupa turnesi olacak en az 15 konserlik… Sonbaharda Japonya’ya gideceğiz, Eylül’de Amerika turnesi olacak. Albüm teklifleri var Hindistan’dan, Japonya’dan. Bunlar zaten oluyor, olamayan bu ülke bir türlü 🙂

Yankı bulmuyor mu, takdir edilmiyor mu bu dolaylı kültür elçiliğiniz?

Murat Ertel: Olmuyor. Örneğin iki gün önce Kadıköy’de konser verdik. 500 kişilik bir mekandı, sokaklarda yüzlerce insan kaldı. 4 röportaj geldi; biri Çapul TV, biri Kanada’dan,  iki tane de Almanya’nın en önemli kanallarından …  Almanya’nın büyük kanallarından biri olan ARD’ den  gelen muhabir röportajın cumartesi saat 4’de prime time’de 10 dakika yayınlanacağını söyledi ama bizim ana akım medyada hiç bir şey yok.

Levent Akman:  TRT’de yasak zaten Özgür Ruh, Pırasa, Galiba Hamileyim…

Murat Ertel: Mesela bu konserden de hiçbir şekilde bahsedilmedi, ne öncesinden ne de sonrasından… Efendim Baba Zula da konser yaptı, şöyle de doldu, böyle de taştı, hiç yani… Is, pıs ve tıs…

Levent Akman: Ana akım medya bunu yapmıyor ama şimdi de bir alternatif yeraltı medyası oluşmaya başladı bu ana akıma, bu güzel bir şey… Onlar sağ olsunlar, sosyal medyadan da gayet güzel destekler geliyor. Her şeyin bir alternaifi yaratılmaya başlandı, özellikle bu gezi sürecinden sonra… Bunlar güzel şeyler, insana umut veriyor tabii ki…

IMG-20131218-WA0015

Bütün bu gittiğiniz, tanıştığınız, yıllar sonra müziğinizi paylaşabildiğiniz şehirlerde gözlemleyebiliyor musunuz gezi sürecinin etkilerini? Turne sloganınızdan yola çıkarsak eğer; başka bir dünya mümkün mü?

Murat Ertel: Kesinlikle mümkün… Bunu gördük ve yalnız hissetmiyoruz artık kendimizi… Hep dışlanmış ve başka bir dünyanın insanı gibi hissediyorduk, zaten o dünya pek mümkün görünmüyordu, biz kendi içimizde gerçekleştiriyorduk o dünyayı… Ama şimdi bunun mümkün olduğunu, hem biz hem başkaları da görmüş durumda… Bu çok güzel bir his. Hakikaten insanlara bunun için çok teşekkür ediyoruz. Geçmişte de böyle şeyler olmuştu ama şimdi bu kadar ağır koşular içinde bunun gerçekleşmesi çok önemli. Sanat bunu zaten gerçekleştirebiliyor, o başka bir gerçeklik yaratıyor ve o başka gerçeklik de hakiki gerçekliğe ya da şu içinde bulunduğumuz aleme yansıyor. Yani başka bir dünya kesinlikle mümkün.

Levent Akman: Bunun tersi zaten doğanın felsefesine de aykırı… Şöyle bir baktığınız zaman etrafınızda bir sürü farklı yaşam formu birlikte yaşayabiliyor. Tek tip bir yaşam formu yok ama bize dayatılmaya çalışılan tek tip düşünce, tek giyiniş, tek inanç, tek din… Bunun böyle olmadığı geziyle göründü, yaşandı 15 gün boyunca… Bir başka dünya ve yaşam mümkün, gördük bunu. Bunun da devamı gelecek, bu bitmiş bir süreç değil. Belki düşecek, belki kalkacak. Artık bir kere cin fıçıdan çıktı. Fıçı diyorum, şişe de değil yani :))

Sözlerinizle ya da sadece müziğinizle; katıldığınız konserler, festivallerle hep anlattınız ve anlatmaya da devam ediyorsunuz değil mi başka bir dünyanın mümkün olduğunu, hikayelerinizi, derdinizi ? Gezi’den önce de, toplumsal  meselelerde hep vardı sanki Baba Zula’nın enerjisi?

Murat Ertel: Zamanın ruhu diye birşey var… O zamanın ruhu bize geldi :)) Biz yerimizde duruyorduk, o zamanın ruhu tam şu anda, bizim keyiflendiğimiz duruma geldi. İnsanlar daha bilinçlenip birleşmeye başladılar. Biz bunu savunuyoruz. İnsanların kıyafetlerine, cinselliğine, etnik kökenlerine karışmayın,  bunları lütfen sorgulamayın.

Levent Akman: Albümlerimize de baktığınızda tüm bunları göreceksiniz.

Önceden kendinizi yalnız hissettiğinizi söylüyorsunuz ama gerek sözlüklerden gerek çevremden tespit ettiğim kadarıyla, sizi dinleyenler de yalnız hissediyorlardı sanki… Baba Zula dinleyen biriyle karşılaştıkları zaman da çok mutlu oluyorlar, yalnız olmadıklarını ve aynı müziği paylaşabildiklerini görüyorlar. Konserlerinizde bilhassa… Parola; Baba Zula 🙂

Murat Ertel: Baba Zula konserlerinde tanışıp evlenen 6. çiftle tanıştım, daha da fazladır herhalde. Konserde tanıştık, sonra da evlendik diye bana gelenleri sayıyorum, bunu duymak bizim için çok güzel. Biz insanları hakikaten sevgi üzerinden birleştirmek istiyoruz, nefret üzerinden değil…

Müzik, resim, tiyatro, şiir, dans, ışık, renk, Anadolu geleneği, hikaye anlatacılığı … Baba Zula aslında bütün bunların toplamı mı, çok da etiket aramaya gerek yoktur belki de, şöyle bir müzik, yok böyle bir müzik demektense “Özgür Ruh” işte, dört duvar arasına sıkışamaz, kopyalanamaz, çoğalamaz:)

Aynen öyle, siz çok güzel söylediniz, diyecek bir şey yok, çok güzel ifade ettiniz :))

Yaşasın o zaman 🙂 Şahane bir sohbetti, o kadar keyifliydi ki… Çok teşekkür ederim samimiyetle paylaştığınız için hikayenizi… Bitirmeden önce, ben de sizin hakınızda özel bir bilgi öğrenmek istesem, Japan Times’a inat paylaşmak için cümle alemle 🙂 Ne diyelim size dair, sizi dinledikçe seven, büyüyen, birleşen dinleyicilerinize?

Murat Ertel: Bizi dinleyenlerimiz, sevenlerimiz olmasaydı, bizim müzik yapmamız çok zorlaşırdı gerçekten… İnsanlar bizim için çok önemli… Çok sevdiğim bir duygu bu, çok güzel bir şey… O yüzden kimse kendini önemsiz hissetmesin, biz bir bütünüz. Baba Zula olarak tek başımıza var olmuyoruz. Zeki Müren’in bir lafı var, beni siz yarattınız diye, arada mikrofondan söylerim ben de 🙂 Bizi siz yarattınız. İnsanlara çok çok teşekkür etmek istiyorum. Her biri çok değerli ve yaşam sevinci veriyorlar bize, bunu bilmelerini isterim.

Levent Akman: Bizim konserlerimizde bir enerji doğuyor, birşey oluyor; bizden bir enerji çıkıyor, gelenlerden bir enerji çıkıyor ve o iki enerji birleşip “bir” oluyor. O bir’i yakaladığımız zaman zaten orada bütün amacımıza ulaşmış oluyoruz. Biz aslında bir’iz. Hiçbir zaman da ayrılmak , 2, 3, 5 olmak istemiyoruz. Bir olduğumuz zaman zaten muradımıza ermiş olacağız 🙂