Category Archives: Mabel Matiz Röportaj

ALAİMİSEMANIN ALTINDA, MABEL’İN ŞARKILARIYLA VAR MISINIZ BİR KEŞF-İ OYUNA = )

Standard

Yedi renkten oluşmuyor sade onun alaimiseması.(*) Gitarı, notaları, şarkıları, sesi, müziği, hikayesi ve hayalleri; dilek tutarak altından geçtiği kuşağın öbür siması…  O’nun keyifle tutturduğu melodiyle yürüdüğü yolundan yansıyıp bize çarpanlar; bu renk cümbüşünün kitapla, filmle, şiirle, müzisyenlerle, şehirlerle, aşkla, hüzünle, duyguların ve melodilerin her türlü haliyle buluşmasının bin bir tonda yansıması…

Aslında her yansıma, yolunda yürürken ardında bizim için bıraktığı bir çakıl taşı, o bildiğimiz masaldaki ekmek kırıntıları… Biz tutturmaya çalışırken kendi yolumuzu el yordamıyla, yolumuza katılan şarkıları, keşfettiklerinden dizdiği ipuçlarını paylaştığı eğlenceli bir oyun gibi esasında… Bulduğumuz çakıl taşları cebimizde, kulağımızda şarkılarıyla oynayalım diye, biz yaşı çocuk kalanlara…

Şarkılarındaki o naif hüzünse, gökkuşağını her daim yanımızda kılan yağmur, hüznü şarkılarıyla dağılan, bazen daim kılan, soluk aldırtan adeta… Çimenlerin fillerle de güzel, kalbin korkularıyla da cesur olduğu uzak bir çigan masalı değil mi, aydarsın kendine sonunda; her duygunun, halin, hayalin ve seçimin dair olduğu yolda… Böyle bir simya…

Mabel Matiz tek başına çıktığı yolculuğunda; hayallerini, içinden yükselen müziğini ve kendine hediye sesini önüne katıp; okuyarak büyüdüğü hikayelerin gizlediği izleri toplayan, aslında kendine varış usulluğunda kocaman kalabalıklara ulaşan, onların da yolculuklarına yordam olan bir ozan…  Çocukluk kahramanlarıyla tanışan, onların da yollarına katılıp masalını kendi sözleriyle yazan… Dere tepe düz giderken yalnızlıklardan, büyük kararlardan , değişimlerden, özüne doğru dönüşümden sapan…  Sadece kendini oynayan, arayan, olan. “Mabel Matiz” için mahlas demeleri de bu “modern kent ozanlığı”ndan… Var mı ne anlama geldiğini hala duymayan? Kelime anlamının zaten ne önemi var, müziği işte, kendisi önemli olan…

Ben de açtım onun müziğini son ses yürürken kendi yolumda, hem mırıldandım, hem kapıldım ardında bıraktığı ipuçlarını bulma, cebine katma oyununa. Ne şanslıyım ki, kesişti yollarımız bu tatlı oyunun bir anında. Şarkılarına, müziğine, seçimlerine ve hikayesine dalıp çıkardığım sorularımı yanıtladı bütün samimiyeti, açıklığıyla. Bol gülümsemeli, kargalı, martılı, kayıklı, çiganlı, sohbetimiz, aşağıda 🙂
*Gökkuşağı

DSCF5307

Mabel Matiz’in ne anlama geldiği röportajlarınızın neredeyse hepsinde sorulmuş size.  Ben onunla değil de, merak ettiğim başka bir şekliyle başlamak isterim müsadenizle = )

Beni çok mutlu edersin = )

“Mabel Matiz” ismi, şarkılarınızla o kadar özdeşleşti, birbirleriyle kimyaları o kadar tuttu ki… Gerçek isminiz Fatih Karaca’yla ya da bir başka mahlasla söylüyor olsaydınız bu şarkıları, yine aynı enerji yakalanır mıydı?  Yoksa “Mabel Matiz” in uğuru başka mı?

Çok bir fikrim yok aslında bu konuda ama isimlerin çok da önemli olmadığını düşünüyorum. Özünde müziğin mevzuyu belirlediğini düşünüyorum. Başka bir isimle dünyaya gelseydim de, bu müziği başka bir isimle yapıyor olsaydım da bir şekilde buluşurduk herhalde…

Albümler, hakkındaki sinyalleri genelde ilk şarkılarda vermez mi?  Başından tahmin bile edebiliriz çoğunda sonunda bizi neyin bekleyebileceğini ve rahatlıkla söyleriz albümün tarzını, bizdeki hissini.  “Yaşım Çocuk” benim için böyle olmadı. Matruşka bebeklerini açar gibi dinledim albümünüzü. Her seferinde farklı sesler, sürprizler, şiirler, hikayeler, renkli melodiler, bazen şıklanan parmaklar, sözlere nefis eşlik eden enstürmanlar çıktı açtığım şarkılardan. Ne yaptınız, ezber mi bozdunuz?  Sanki bir albüm değil de bir senfoni dinledim, hatta bir arşiv çalışması.

Çok teşekkür ederim, çok mutlu oldum bu sözlerin ve bu tanımın için. Ben içimden gelen hikayeleri, şarkıları olduğu gibi döküyorum ve bunları albümlerde, senin deyiminle bir şekilde arşivliyoruz. Bir araya getiriyoruz. Evet şarkılar ve anlattığı şeyler birbirlerinden farklı ama bence bütünde aynı yerde buluşuyorlar. Yani bir şekilde yine “ben” aslında. O şarkıların ve bütün o hikayelerin toplamı, benim. Dolayısıyla da kendimi bu müziği yaparken, o şarkıları ve sözleri bir araya getirirken kısıtlamıyorum. Birbirinden farklı bütün hallerimle, olduğu gibi şarkılara döküyorum.

Peki buradan yola çıkarak, o feyz aldığınız, müziğimizin mihenk taşlarını koyan isimleri de bir kenara ayırırsak, son zamanlarda birbirine benzer sözler ve ritimlerle duygudan ve müzikal zenginlikten uzak üretilen ve aslına bakarsanız iyi de dinlenen onca birbirinin aynı şarkı, müzik tarzı arasında, kendinize özgü müziğinizi yapıyor olmak  “kral çıplak” mı demek bir bakıma?

Belki öyle demek, evet. Aslında bunu nasıl cevaplayacağımı bilemedim bir anda, biraz önce söylediğim şeylere paralel birşey söyleyebilirim. Gördüğüm şeyleri, hissettiğim şeyleri, çok fazla perdelemeden, kendi içimde sansüre uğratmadan dile getiriyorum. Hayatın türlü güzelliklerini ya da bizi çatıştıran kötülükleri… Dolayısıyla bu bazen “Kral Çıplak” demeyi gerektiriyor, bazen “Bakın burda başka şahane şeyler de var…” demeyi gerektiriyor, falan filan. ( gülüyor) 

mabel530274_431215900224597_1061831738_n

Müziğinizi tek başınıza yaptığınız o ilk zamanlarda, paylaşırken internet ortamında ve sonra albüm aşamasında, hiç endişe ettiniz mi nasıl karşılanacağınız konusunda? Ben farklıyım,kendi müziğimi yaparım, böyleyim duruşu muydu yoksa? 

Evet, tabii ki derdim kendim olabilmek ve biraz önce söylediğim şeyleri kesintiye uğratmadan, kendi içimde sansürlemeden ya da baskı altında kalmadan dile getirmeye devam etmek, bir sahicilik yakalamak derdim. Bütün bu hikayenin en başında tabii ki çok daha çekingendim. Kendi şarkılarımı kaydederken, o demoları yayınlarken, daha sonra onlar albüme dönüştüğünde hele, albümün ilk çıktığı günlerde çok heyecanlı ve çok tedirgindim. Ama endişe gibi değildi bu aslında, benim kendi çekingen tarafımla ilgiliydi. Ama daha sonra şarkılar bir şekilde insanlara ulaştı, ulaşmaya da devam ediyor. Birlikte konserler yaptık, bir şekilde bu şarkılarla bir araya geldik ve ben de daha açıldım galiba, hem kafa olarak hem de paylaşım anlamında. Üç yıl önceki halimden daha açık biri olduğumu söyleyebilirim.

Büyümeyi reddeden Peter Pan’miş roman kahramanınız… Sizin de onun gibi hep çocuk mu kalacak yaşınız? Büyümeyi seçenlerin dünyasında şimdiye kadar “çocuk ruhlu” diye tanımlanan hatta bazı çocuk halleri garip karşılanan büyümeyi reddedenlere- buna dahilim ben de- “yaşım çocuk” diyerek daha renkli ve aslında özenilesi yeni bir kavram mı hediye ettiniz? “Yaşım çocuk” ne demek sizin için?

Yaşım çocuğun şöyle bir referansı var: Albümdeki bir şarkının ismi ama albüme isim olma hikayesi şu; çocukluk, hayatı dertsiz tasasız ya da öyle demeyim de bir şekilde daha zamansız yaşadığımız bir dönem. Bu albüm ve şarkılar da o hissiyatla yazılmış ve hazırlanmış şeyler. Zamanı olmayan bir albüm bu. O yüzden albümün ismi “Yaşım Çocuk” oldu. Aynı zamanda albümü kaydederken okuduğum Patti Smith biyografisi olan “Çoluk Çocuk” adlı kitaba da bir göndermesi var.

Günlük tuttuğunuzu, yazdığınız şarkılara mekan ve tarih notu düştüğünüzü biliyorum. Bir gün yazar mısınız siz de müziğinizi, Patti Smith gibi?

Evet, çok ileride, eğer yaşım yeterse bu günleri yazmak istiyorum, gerçekten bunu anlatmak istiyorum.

Zamansızlığı reddedip büyümenin peşine düşenlerin bile özleyip dönmek istediği bir zaman aralığı herhalde 80’lerin sonu, 90’ların başı… Özellikle de o dönemin çocukları…

Özellikle bizim kuşağımız. (gülüyor) Çok güzel bir dönemdi ve galiba biz son kuşaktık. Ondan sonrası daha internet dönemine dahil olabilir. 80’ler, 90’lar özellikle müzik anlamında da çok organik bir dönemdi bence. Çok çeşitli, çok sesli, oldukça melodik ve şiirsel eserlerin, albümlerin yapıldığı bir dönemdi. O yüzden ben hep bir parçamı bağlı buluyorum o döneme. O dönemde çocuk olduğum ve o dönemde büyüdüğüm için ve o dönemde çıkmış herşeyden çok etkilendiğim için…

Gülümsemeyle bahsettiğiniz, keyifle geçirdiğiniz bu çocukluk döneminden bir fotoğraf,  Mersin Erdemli’deki portakal, narenciye bahçeleri…  O güneşli bahçeler bırakılıp, hikayenizde ve yolunuzda çok önemli olan ve hatta artık “Mabel” le birlikte anılan “Gece, Melek ve Bizim Çocuklar” filmindeki karanlık arka sokaklara gitmek, merak mı, cesaret mi?

Çocukluğumdan beri İstanbul’a bayılırdım. Yazları İstanbul’a tatile gelirdik dedemlere. Hep bir İstanbul sevgisi ve ilgisi vardı. Daha sonra üniversite zamanı geldiğinde bütün tercihlerimi İstanbul’da yaptım ve gözümü kırpmadan İstanbul’a geldim. Mersin’deki ev ortamından İstanbul’a geldiğimde bir çarpışma yaşadığımı söyleyebilirim. Yurtta kaldım uzun yıllar. İlk günleri çok zordu, okul da (diş hekimliği fakültesi) çok zordu. Ama bir şiir varsa eğer ortada, bu şiiri bana İstanbul verdi. İstanbul kendimi tanımamı, geliştirmemi ve yol almamı sağladı. O yüzden bir sürü şeyinden şikayet etsem de İstanbul çok değerli hala benim için.

Peki o yazları özlemenizin sebebi, İstanbul’un “kışının” da “soğununun” da olması mı?

Hayır değil aslında, İstanbul’un kışından çok şikeyet ediyorum, 10 yıldır hala alışamadım o ayrı ama o şarkıda geçen “o yazları sen de özlüyor musun şimdi?” cümlesi, bundan 6-7 yaz öncesine dair bir gönderme diyeyim.

“Ahıra girmeyen bir koçtum, ot buldukça uçtum…”  Ötekileştirilen, toplum tarafından dışlanan, tek  başına bırakılan ama hala yazdığı kitaplarla ve hikayesiyle aramızda  var olan Kanat Güner’e ait olan o dizelere tam  da “Krallar” şarkısında yer vermek, özür dilemek mi herkes adına Kanat’tan, ona “yalnız değilsin” mesajı vermek mi?

Yalnız değilsin değil de “Sevgili Kanat, birlikteyiz” cümlesi vardı belki o harekette. Kanat’ı çok seviyorum. İlk kez üniversite yıllarında okumuştum. İkinci kitabını henüz yeni bulabildim, artık baskısı yapılmıyor. Çok değerli, çok kendine has bir insanmış ve sanatçıymış bence ve şairmiş aynı zamanda. “Krallar” ı ilk yazdığım günlerde, şarkı tamamlanmamıştı ve “Ahıra girmeyen bir koçtum , ot buldukça uçtum.” sözünün olduğu yerde sadece melodi vardı. Yine günlerden bir  gün kitabı karıştırırken tekrar o şiire rastladım ve o dizeyi Krallar’a koymaya karar verdim. Çok yakıştığını düşünüyorum. Özellikle Krallar şarkısına Kanat’ın ruhunun girmiş olması beni çok mutlu ediyor.

8 yaşındaymışsınız Mete Özgencil “Gece, Melek ve Bizim Çocuklar” filminin sanat yönetmenliği koltuğuna oturduğunda. Onun da içinde olduğu filmden etkilendiniz, hem filmin izini sürdünüz yıllarca, hem de Mete Özgencil’i takip ettiniz. Şimdi yollarınız kesişti. Hatta bu albümde bir süredir müzik üretimine ara veren Özgencil’le ” Zor değil” i yaptınız. Şarkının çıkış hikayesinden de anlaşılıyor ki bir müzik yarenliği oluşmuş aranızda. Nasıl bir his bu?

Bunu gerçekten tarif edemeyebilirim, beni çok mutlu eden bir şey sevgili Mete Özgencil’le yollarımızın kesişmiş olması. Sizin de söylediğiniz gibi çok uzun yıllardır takipçisiyim. 90’larda ve özellikle 2000’lerin ilk yarısında yaptığı bütün işlere deli olmuş bir müzisyen olarak onun kelimelerini çok kıymetli buluyorum. Dolayısıyla “Zor Değil’de” bir araya gelmiş olmak, onun kelimelerini bestelemiş olmak ve 2. albümümde bunlara yer vermiş olmak beni çok mutlu ediyor. Çok kıymetli bir şarkı yazarı ve çok kıymetli bir sanatçı. Umarım uzun yıllar bize böyle güzel kelimeler armağan etmeye devam eder.

Zaten bizde duygusu ve kıymetli bir yeri olan, sadece artık o kadar göz önünde durmayan şarkıları bateri ve gitar kuvvetine yeniden yorumlayarak öne çıkmayı tercih eden yeni gruplar, şarkının gücünden yararlanmaya çalışıyormuş gibi gelir bana. Öyle yakalanan “başarılı çıkış”larda bence pay o şarkılarda! Siz ilk albümünüzde cover şarkıya yer vermeyip, ikincisi için sevdiğiniz bir Yıldız Tilbe şarkısını seçtiniz. Şarkıyı ilk dinlediğimde, aynı müzikal zenginlikte, aynı duygular farklı bir zamanda  farklı bir sesten geçmeye devam ediyor gibi geldi. Sanki Yıldız Tilbe’den dinliyormuşum gibi hissettim ve inanılmaz yakıştırdım o şarkıyı size, müziğinize.

Çok teşekkür ederim, çok mutlu oldum bunu hissetmiş olmana. Ben de cover yapmak konusunda, biraz tedirgin ve dertliyim. Bir dinleyici olarak da dertliyim. Her şarkının coverlanmaması gerektiğini düşünüyorum. Geçmiş çok fazla didikleniyor maalesef ve özellikle son 5 yılda çok fazla cover yapıldı ve ben “Aşk Yok Olmaktır” ı coverlayıp albüme koyarken bu tedirginliği hissettim. Yaklaşık 2 yıldır sahnede çaldığımız bir şarkıydı ve bir şekilde bizim müziğimize kaynamıştı, dahil olmuştu. Albümün genel hatlarını çizerken, Aşk Yok Olmaktır çok güzel bir yere yerleşiyordu. O yüzden albüme aldık. Sevgili Yıldız da sağolsun gözünü kırpmadan verdi şarkısını ve yorumumuzu, cover çalışmamızı çok beğendi. Onun beğenisini kazanmış olmak ayrıca çok kıymetli.

Ben düetinizi de dinlemeyi çok isterdim.  

Evet ben de çok isterdim gerçekten. Aslında öyle bir hayalimiz vardı.  Albümdeki “Aldanıyor” adlı şarkıda vokal yapacaktı sevgili Yıldız, takvimlerimiz bir türlü uyuşmadı, albümün sonuna gelmiştik. Programımızı denk getiremediğimiz için maalesef yer alamadı “Aldanıyor” da. Uzun vadede başka bir albümde, başka bir şarkıda bir araya geliriz diye ümit ediyorum.

Ve Nazan Öncel… Eyvallahı olmayan şarkıların başına buyruk kadın sesi, o da farklı tarzıyla yapıyor müziğini yıllardır içinden geldiği gibi… Ne dedi, onun kadın gözüyle hissettirmesine alışkın olduğumuz  duyguların şarkılarını bir erkeğin gelip seslendirmesine? Siz mi yerine koydunuz kendinizi o duyguların yoksa siz bu kez karşı taraf için mi söylediniz? Nasıl konumlarsınız Nazan Öncel şarkılarıyla kendinizi? 

Nazan da aynı şekilde tıpkı Sezen gibi, Yıldız gibi, Umay, Mete, Aysel, Onno, Uzay ve şu an ismini hatırlayamadığım bir sürü başka değerli şarkı yazarı ve müzisyen gibi beni çok etkileyen sanatçılardan birisi. Çok kendine has bir şarkı yazarı, özellikle 90’larda yaptığı işleri ve şarkıları çok severim, hala da dinlerim ve benim kendi müziğimi oluşturmamda çok önemli olmuş insanlardan birisidir. Eskiden beri kendi kendime ya da arkadaş ortamında söylerdim Nazan şarkılarını ve söylemeye devam ettim. Bir ara konserlerimizde onun şarkılarına da yer veriyorduk. Gidelim Buralardan’ı söylüyorduk. Nazan’ın müziğini tabii ki kendime çok yakın buluyorum ve kendi yolumda onun kelimelerini ve müziğini ayrı bir yere koyduğumu söyleyebilirim.

Kelimeleri bir sihirbaz gibi kullanarak şarkılarınızı  yaratabiliyorken, o sihirle duyguları ve kimbilir belki istediğiniz gerçeklikleri de çizebiliyorken, neden ‘aşk yok olmaktır’? Aşkın başka hallerini de anlatamaz mıydınız, sizce aşk yok mu olmaktır? 

Yoo, aslında aşk herşeye dönüşebilir, aşk yok olmaktır onun sadece binlerce fotoğrafından biri bence.  Aşk var olmaktır da diyebiliriz ilerleyen zamanlarda.  Aşk herhangi birşeye dönüşmek benim için. Dolayısıyla da herhangi bir şeyin şarkısını tabii ki yapabilirim.

Aynalar ve sırları da sızmış ikinci albümünüze. ‘Sırları döküldü bir bir öfkesi bal aynaların, sır tütüyor aynaların aksi…’ Nasıl aynalarla aranız?

Ayna kullanıyorum, çok sık kullandığımı da söyleyebilirim hatta, ama çok da özel, derin bir ilişkim yok aynalarla aslına bakacak olursan (gülüyor) Sezen’in Aynalar diye bir şarkısı vardır ve yaşlanmakla ilgili bir şarkıdır. Beni çok etkilemiştir, çok incedir. Çok az dinleyebilmişimdir o şarkıyı. Aynalar deyince direk o şarkı geliyor benim aklıma, dolayısıyla biraz kederli bir şey aslında.

Daha tanışmadınız mu Sezen Aksu’yla?

Sezen’le tanıştık geçtiğimiz aylarda. Bir konserine gitmiştim ve konser bitimi bir araya geldik. Umarım uzun vadede onunla da ortak bir şeyler yapacağız.

Sesinizi seven de çok var, eleştiren de. Sesiniz ve şarkılarınız arasında çok özel bir flört var gibi geliyor bana… Sizin sesiniz bu olmasaydı o şarkılar o kadar anlamlı olmazdı ya da o şarkılar olmasaydı sesiniz bu kadar özgür olamazdı gibi mesela, muhteşem bir simya… Siz ne düşünüyorsunuz bu konuda?

Aslında çok bir fikrim yok (gülüyor) Ama tabii ki bu şarkıların sesi de bu galiba. Ben kendim olmak derdinde olduğumu söylüyorum hep ve dolayısıyla da bu şarkıları kendi içimden geldiği gibi söylüyorum.. Eğer bahsettiğiniz gibi bir uyum ve bir güzellik söz konusuysa çok mutlu olurum, ne mutlu.

Siz açıları keçileri kaçırınca hangi deliğe kaçıyorsunuz, kaçmak için hangi harale güreleyi bekliyorsunuz? = )

Ben eve kapanıyorum. (gülüyor) Eve çok kapanırım ya da tam tersi çok uzun yol yürürüm. Eskiden daha sık yapıyordum bunu, İstanbul’un herhangi bir semtinde kilometrelerce yürürdüm. İki zıt hali de içinde barındırıyor. Zorlu zamanlarda ya tamamen eve kapanırım ya da uzun uzun yürürüm.

Hala eskisi gibi rahat yürüyebiliyor musunuz o sokakları, yoksa artık tanınıyor olmak ya da turneler sokaklarla aranızı açtı mı?

Rahat yürüyebiliyorum, bir değişiklik yok benim tarafımdan. Ama tabii ki daha az zaman ayırabiliyorum galiba, evet.

mabel

Arafta’dan bu yana ne değişti? Hem ilk şarkınız, hem de bir bakıma o günlerdeki bunalımlı zamanlardan çıkışınız. Arafta kalma durumu ne ifade ediyor sizin için, hala arafta mısınız?

Arafta 2007 yazında yazdığım bir şarkı. Şimdi düşününce gerçekten çok eski, 6 yıl öncesi. 6 yılda tabii ki çok şey değişti. Öz belki sabit ama benim dünya görüşüm değişti. Kendimi daha iyi tanıdım ve kendimi daha iyi ifade etmeye yöneldim.Daha özgür biri oldum diyebilirim kendimi ifade ediyor olmamla alakalı… Gündelik hayatın dayattığı bir sürü kilişeler var ve zaman zaman hepimiz bir şekilde onlara yaslanmak durumunda kalıyoruz. Yani sağda, solda, aşağıda, yukarıda, iki arada zaman zaman benim de takılıp kaldığım ama bir şekilde yol devam ediyor. Dolayısıyla yola bakıyorum. Yolun kendisiyle ve yolculukla ilgileniyorum aslında.

“Sefil, çıplak, korkusuz” şarkınızda çok yaşamış, çok yol almış, görmüş, geçirmiş, yanmış, sönmüş birini tarif etmişsiniz, aslolanın yol, öz olduğunu erken fark etmişsiniz gibi geçti bana. Daha önde hissediyor musunuz kendinizi bu anlamda, daha mı bilerek yaşıyorsunuz artık, bazı şeylere farklı bakıyorsunuz? Yaşamın peşinde olmak mı bu?

Çok güzel şeyler söyledin şarkının anlattığı şey üzerine, aslında bunun üzerine benim söyleyecek çok fazla bir şeyim yok. ( bu kez ben gülüyorum, çok mutlu oldum=) Sefil, çıplak, korkusuz evet çok şey yaşamış ya da bunları çabuk yaşayıp görmüş ve özde birşeyi daha hızlı yaşamış, anlamış birinin sözlerini ihtiva ediyor. Ama ona rağmen, hala çırılçıplak aşka inanan birinin sözlerini… Bu, kendini başkalarından ayırmak gibi algılanmamalı. Çok detaycı ve çok düşünen bir insanım. Söylediğim herhangi bir sözün ya da o an resmettiğim bir bakışın gidebileceği sayısız yer ve yol olabileceğini bildiğim için bu konular üzerine tabii ki çok düşünüyorum. Dolayısıyla bu da bir şekilde galiba bu kelimelere ve bu müziğe, benim kendimi ifade etme biçimime yansıyor ve belki bu yüzden karşı tarafta, sizde o şekilde bir incelik farkındalığı yaratıyor sanırım. 

İyi ki yalnız mıymışsınız o üniversite yollarında yoksa şu anki kalabalığınız keşke olsamıymış o yıllarda da?

Yaşadığım herşeyi iyi ki yaşadım diyorum. Bütün kalabalıklar ve tek başınalıklar beni ben yapan şeyler oldular çünkü. Şu anki kalabalığımız da çok değerli, bundan 6 – 7 yıl önceki hallerim de çok değerli. O günkü arkadaşlarım, ilişkilerim, bir şekilde kendi içimdeki çarpışmalarım… Bütün bunlar yine yola dahil şeyler. Dolayısıyla galiba herşey doğru zamanında gerçekleşiyor zaten.

“Filler ve Çimen” tam da bunu mu anlatıyor?

Evet, kesinlikle… Yani birşeyler kaybediyoruz ama o kaybettiğimiz şeyler bize aslında başka başka şeyler getiriyor. Başka kapılar, pencereler açıyor. Yaşarken bunu itiraf etmesi ve o an hemen kavrayıp yola devam etmesi oldukça zor. Ama yine de insan elinden geldiğince fotoğrafın bütününe bakmalı galiba. Filler ve Çimen biraz bununla ilgili bir şarkı.

Hani röportajın başında demiştim ya albümünüzü bir karnavala benzettim diye, bir kumpanya… Hüzünlü, peruklu palyançolardan, sessiz pandomimcilerden biraz daha eğlenceli yerlere, mesela mandolin seslerine geçelim mi?  Çigan, mori, aydamak, kızçe ve Meriç… Ben Edirneliyim =))

Aa, şahane, şahane =) O kelimelerin farkına varmış olman beni çok mutlu etti. Yarın akşam da Edirne’de ilk konserimiz var, bu akşamki Çanakkale konserimizden sonra Edirne’ye geçeceğiz. Edirne’yle ilgili bir geçmişim var benim, evet. Çok değerli bir yerde benim için. Uzun yıllardır da gitmiyorum, o yüzden biraz heyecanlıyım yarınki konser için. O zamanlardan biraz aşinayım Edirne kültürüne, diline. Çok fazla hakim değilim ama o bahsettiğin kelimeleri kullanacak kadar o kelimelerden ve o dilden haberdardım en azından. Ve ilk albümdeki o şarkılara bir şekilde girdi o kelimeler ve Edirne’nin ruhu. En fazla da galiba Matiz’in Şarkısı’nda var. Zaten hep söylüyorum, Edirne’ye yazdığım şarkı diye.

Dinlemelere doyamıyorum “Meriç’in orta yerinde vurulur canım” dedikçe. “Tan vururken kayıklara martılar düğündeler” ya =)) Bu yaz Edirne’de, üstelik Meriç kenarında bir düğünde çalacak Matiz’in Şarkısı =) Arkadaşlarım Sinem ve Akın o kadar sevdiler ki şarkınızı, işte dediler bu bizim düğün şarkımız olmalı =)

Ah ne mutlu, ne mutlu… Çok mutlu oldum bunu duyduğuma, birilerinin sevincine eşlik edecek olması, özellikle de o şarkının eşlik edecek olması, hem de Meriç’in kenarında geçmesi mevzunun, çok mutluluk verici =)

Özel bir şey sorabilir miyim Meriç ile ilgili =) Martı demişsiniz ya, Edirne’de martı yok ki, bol miktarda karga var! Hayal gücünüzün Meriç’i değil mi o biraz da?

Hayal gücüm biraz evet… Ben de Meriç’in kıyısında bir martı görmedim. =)

Ben kayık da görmedim…

Kayık vardı aslında. 2006 ilkbaharında, Meriç’in kıyısında otururken iki kayık gördüğümü hatırlıyorum. Birazcık kurgu, birazcık da kendisi Meriç’in…

Ben bayıldım sizin Mericinizin martılı, kayıklı mandolinli haline, hayaline =))  

Şarkılarınızın bir de hüzünlü tarafından bahsediliyor ya, bana pek hüzünlü gelmiyor müziğiniz ama… Ya da o hüznü öyle bir anlatıyorsunuz ki; kederin, hüznün dibine vurmak, her an öyle yaşamak olarak değil de, paylaşım hali gibi geçiyor o duygular bana. Rengarenk giyiniyorsunuz mesela. O Söylese Ben Söyleyemem şarkınızın klibinde de olduğu gibi, ya da o şarkıda “çigan” olarak bahsettiğiniz insanların kültürüne bir öykünme mi var acaba? Derdimizi müziğimizle anlatalım,  mandolin, içelim…  

O kültürden tabii ki çok etkilendim. Balkan müziğinden, Trakya’dan çok etkilenmişimdir. Zaten çok aşina olduğum, çok dinlediğim, sevdiğim bi kültür Balkan, Trakya, Rumeli kültürü… Tony Gadlif, Emir Kusturica’nın filmlerinden, Goran Bregovic’in müziklerinden hep çok etkilenmişimdir. O da zaman zaman benim müziğime çok doğrudan yansıdı gerçekten. Özellikle Matiz’in Şarkısı, Mori’nin Meyhanesi, O söylese ben söyleyemem gibi daha çok ilk albümden ağırlıklı şarkılar bu dediğim şeye örnek sayılabilir. Seviyorum o göçebelik hissini, hiç bir yere ait olmama hissini ve onun insanların anlatımına yansıyış halini. Dolayısıyla ben de zaman zaman videolarımda ya da şarkılarımda bunu gerçekleştiriyorum.

Sizinle ve müziğinizle ilgili yazılan yazılarda, sizin de sevdiğiniz birçok isimle özdeşleştirilmiş müziğiniz. Bob Dylan, Goran Bregovic, Dario Moreno… Bilmiyorum ne diyeceksiniz ama ben de aynı noktada buluşturdum müziğinizi biriyle, hatta onun da bir şarkısında “Matiz” geçiyor: “Tis to Vgalane”.  Muammer Ketencoğlu…

Çok teşekkür ederim, kendisi çok kıymetli bir müzisyen. Rumeli müziğine, Trakya müziğine, Balkan müziğine çok katkısı olmuş ve bu ülkede bunu en güzel dillendirmiş isimlerden biri bildiğim ve takip ettiğim kadarıyla. Bu şekilde Matiz’de buluşmamız olmamız beni ayrıca mutlu etti. Hiç dinlememiştim, dinleyeceğim ilk fırsatta.

mabel2.jpg

Deminden beri konuştuğumuz o kendinize has tarzınız,  göçebe hayat sevdanız, renkli kıyafetleriniz, keyifli söyleyişiniz, istediğiniz gibi sıraladığınız sözleriniz; dağınıkmış gibi gözüken ama kendi içinde, size göre, derli toplu olan odanız olabilir mi? Annenizin çok titiz olduğunu okumuştum,  müziğinize “rahat hissettiğiniz düzenli dağınıklığınız” gibi de bakılabilir mi?

Belki bakılabilir. Sonuçta çocukluk zamanlarımdan ve annemle olan ilişkimden çok fazla izler taşıyorum. Bunlar bir şekilde yansıyordur benim bu müziği canlandırmama.

Yıllar önce ilk röportajınızı verirken tek istediğiniz bir kemancıymış =)

Evet =) Şu anda orkestramızda şahane bi kemancımız var, sevgili Özgür Akgül. O günlerde mevzunun buraya kadar geleceğini hiç tahmin etmiyordum. Sadece kendi şarkılarımın demolarını, gitar vokal halinde kaydedip web sitesinde yayınlama derdindeydim ve konser yapma fikrim bile yoktu. Değil ki albümlerde bunları tekrardan canlandırmak. O günlerde o kemancıyla tanışmadık ama ilk albüm sürecinden beri sevgili Özgür’le biraradayız.

Peki bu günlerde hayalleriniz neler?

Aslında hayal etitğim çok fazla şey var gerçekten. Daha büyük şarkılar yazmak, daha büyük albümler yapmak istiyorum. Klasikleşecek albümler yapmak istiyorum ve bir araya gelmek istediğim çok fazla müzisyen var. Bunlardan biri de tabii ki Sezen en başta. Bunu her yerde söylüyorum. Artık o kadar çok söyledim ki olmayacağı varsa da olacak galiba ( gülüyor) Hem Türkiye’den hem dünyadan bir sürü müzisyenle bir şekide buluşup dünyaya değecek şarkılar bulma, yapma hayalim var. Patti Smith’le tanışma hayalim var. Bütün dünyanın dinleyeceği bir beste yapma hayalim var. Şu an aklıma gelenler bunlar.

Harika! Biz de gönderelim enerjimizi, bunların da gerçekleştiğini konuşuruz bir gün belki= )
İnsan Hakları HukukuYüksek lisansınız etkili oldu mu Alaimisema ya da Öteki şarkılarını yazmanızda, yoksa onlar birbirlerini etkileyen süreçler mi? O bölümü seçme sebebiniz zaten içinizden bu fikirlerin, duyguların geçmesi mi?

Evet kesinlikle birbirini etkileyen süreçler. Beni kaygılandıran, üzen, kaşlarımı çatmama sebep olan bütün insanlık hallerine dair şarkılar onlar. Alaimisema, Krallar, Öteki, Barışırsa Ruhum… Baskı altına girdiğimiz, hayatımızın sınırlarının tekrardan çizildiği ve şekillendiği günlere dair, durumlara dair şarkılar. Dolayısıyla aslında yan yana gelişmiş süreçler. O bölüme girmeye karar verdiğimde, girdiğimde hissettiklerimle o şarkıları yazarken hissettiklerim paralel.

Alaimisemayı dinlerken ben de bütün renklerle dans ettim sanki, kolkola girdim “farklı” diye yüz çevrilenlerle. Yıllardır gökkuşağına aşık biri olarak, diğer isminin Alaimisema olduğunu bu şarkıyla öğrendim bir de. Çok zengin anlatımlar var, göğüm kamaştı, tamburu yokuştan, daha neler neler =) Her dinlediğimde farklı şeyler keşfediyorum, tüketemiyorum!

Hem röportalarınızı okurken, hem de şarkılarınızı dinlerken ilgimi çeken şeyleri merak ettim araştırdım, notlar aldım resmen= ) Bir albüm dinledim; film öğrendim, kitap, şiir, şair, müzik, yeni kelimeler, plak şirketi ismi bile öğrendim. Sanırım arşivinize indim! Yolunuzda ilerlerken ekmek kırıntıları da mı attınız arkanıza , taşlar mı dizdiniz ki biz takip ederken keşfedelim, hissedelim? 

Çok teşekkür ederim, gerçekten çok değerli bu söylediğin sözler. Benim yol üzerinde güttüğüm şeyler bunlar aslında, gerçekleşmesini hayal ettiğim şeyler. İnsanlar benim şarkılarımı ve müziğimi dinlerken başka müziklerle, başka isimlerle, başka hikayelerle, sanatçılarla buluşsunlar, tanışsınlar, başka kelimelerin izine rastlayıp orada kendileriyle ilgili başka kapılar açsınlar derdindeyim bir yanda da… Dolayısıyla bunun canlanmış olması beni çok mutlu ediyor. Umarım bu fotoğraf büyür ve çoğalırız bir şekilde.

Çok şahit oldum bu konuşmaya, ne dinliyorsun diye sorduklarında, cevabın “Mabel” olmasına, bir müzik türüymüş gibi adeta…  Farklı şeylerin peşinde olduğunu, özel olduğunu hissetmek ve bunu göstermek için kullanılan bir marka gibi ya da… Siz ne hissediyorsunuz bu konuda?

Bu kendimi iyi hissettiren bir şey. Ben nasıl zamanında Sezen dinliyorum diye ortalarda dolanıyorsam, şimdi başka insanların da benim müziğim üzerine böyler şeyler söylemesi ve bu müziği, şarkıları bu kadar içselleştirmeleri, hayatlarına katmış olmaları beni çok mutlu ediyor.

O hayalleri ne kadar gerçekleştirseniz de, o fotoğrafı ne kadar büyütseniz de, siz kendi şarkılarınızı kendi yolunuzda eliniz cebinizde yürüyerek söylemeye devam edecek ve gelen bütün övgü dolu sözleri ve şöhreti gülümseyerek şükranla kabul edecekmişsiniz gibi sanki… Şöhret Mabel Matiz’i hiç değiştirmeyecek mi?

Değişmemek mümkün değil… Diğer taraftan kendinizi tanıdığınz, ne olduğunuzu ve ne olmadığınızı bildiğiniz sürece şöhret ya da şöhretsizlik sizin kendi çekirdeğinizdeki birtakım elementleri çok da parçalayamaz. Dolayısıyla çok da büyük bir değişim olacağını sanmıyorum. Ama bir yandan da değişime çok, çok inanıyorum. insan değişmeli, iyiliğe doğru değişmeli tabii ki temennim. Mümkün olduğunca açmalı kendini başka her şeye.

“Aklı karışık iyi niyetli şarkılar”,” hayata iyi gelen şarkılar”… Yaşım Çocuk albümünüze ithafen yazdıklarınız bunlar… Şarkılarınıza ve duruşunuza sinmiş hep bi iyi niyet mi var? Bu bir misyon mu, samimiyet mi, nerede duruyor şarkılarınızda “iyi” ?

Bu şarkılar bir şekilde insanlara iyi gelsin istiyorum. Onların yaralarına üflesin istiyorum. Onların hayatlarını olumlasın istiyorum. Dolayısıyla hep bir iyilik ve güzelleştirme, olumlama çabası var bir sahicilik çerçevesinde. Özünde iyiliğe inanan biri olarak bu şarkılarda da önemsediğim bir hal diyebilirim iyilik. Dolayısıyla bu karşı tarafta da aynı hissi yaratıyorsa, ne ala…

Harika! Son bir soru… Turne programınıza baktım Çanakkale’den sonra Edirne, Erzurum, Sakarya,Eskişehir, oldukça yoğun ve çeşitli… Bundan 7 sene önce o yurt odasında şarkılarını tek başına yapan, myspace’e yükleyen ve şimdi o şarkıları kalabalıklarla söyleyen Mabel’e bütün bunlar ne ifade ediyor?  Tamam iki soru =) Yaz insanı mısınız, kış mı?

Önümüzde çok fazla şehir dışı konserimiz var. Bu beni çok heyecanlandırıyor. Çoğu da ilk kez gideceğimiz şehirler. Bu şarkıları Türkiye’nin her yerinde söyleme hayalinde olan biri olarak tabii ki beni çok mutlu ediyor önümüzdeki bu konserler. Bunların bahara ve yaza denk gelmiş olması daha mutluluk verici. Çünkü ben ilkbahar ve yaz insanıyım. Kış bana hiç iyi gelmiyor gerçekten. Bütün kışlarım depresyon ve koyu bir halde geçmiştir. Soğuk havaları çok sevmiyorum. Yağmurda, fırtınada eve kapanan, kendisine kapanan ve kararan bir insanım maalesef, o yüzden keşke hep ilkbahar, yaz olsa derim bazen dost sohbetlerinde.

Çok teşekkür ederim; vakit ayırdığınız, bu kadar içten cevaplarle bu sohbeti gerçekleştirdiğimiz ve enerjinizi kattığınız için…

Ben teşekkür ederim bu şahane sohbet için…

Ayy, aslında bir de küpenizin özel bir anlamı var mı diye merak ediyordum, dikkat ettim de fotoğraflarda da hep bu küpeniz var =)

Çok sevdiğim bir arkadaşım hediye etti ve seviyorum ben de takmayı bu küpeyi.