Monthly Archives: Ocak 2013

SEVGİLİ DOLUNAY;

Standard

Bu satırları sana, çook uzaklardan, sıradan insanların senin çıktığın gecelerde  kurt adama dönüştüğü efsanesinin nice filme ilham verdiği; uluma efectlerinin nesilden nesile adınla geçtiği, gerilimi oldu olası seven mavi gezegenin, bebeklerine “aydede”olarak tanıştırıldığın bir diyarından yazıyorum:)

Çıkarabildikleri sınırlı sesler,  sonsuz meraklarıyla Dünyayı en baştan anlamaya çalışan o minik parmakların, ilk büyük keşiflerinden birisindir, hatta bazen en uzun kelimesi… İşte o an, onun dünyasındaki herkes için “Aydede”sindir.

Benim için de öyleydin… Hem de en tontonundan… Sanki ağzın burnun vardı da gülümserdin:) Heyy, dostum , tabii ki muteşem kondisyonunla neredeyse 28 gün gibi kısa bir sürede etrafında döndüğün dünyada ihtiyar bir dede olarak anılmıyorsun. Bizde yaygın bir benzetme var bilir misin?: “Benjamin Button” gibisin:) Hem sana dede diyen o diller varya, bilsen büyüdükçe nasıl ilham alıyorlar senin ışığıdan, denize yansımasından, güzelliğinden, evrelerinden de, ne sanatlar, ne aşklar doğuyor… Hayaller, hatta ruhsal “haller” 🙂

Şaşırdın mı,belki senin için çok sıradandır o yolculuğun… Bizim buralarda  “İşimiz rutine bağladı.” deriz,”Monoton hayatım.” “Sabah 8, akşam 5 şekerim hep aynı şeyler, sıkılıyorum, bir değişiklik istiyorum.” Şikayet etmeyi pek severiz, söylenir söylenir, o aynı hayatımıza aynı şekilde “aynı bizle” devam ederiz.  Nasılsın diye soranlara şöyle cevap veririz: “Ne olsun işte hep aynı, gidiyoruz geliyoruz, yuvarlanıyoruz! Suratımıza da şöyle okkalı bir memnunsuz ifade yerleştirdik miydi, tamam…

Yuvarlanıyormuşuz!! Sen ne dersin acaba? “Ne olsun işte hep aynı şekerim, dönüyorum dönüyorum dünyanın etrafında, galaksi hali…” “Ay biraz yoruldum ama az kaldı,senelik izin isterim olmadı, bir değişiklik işte” ya da 🙂  Sahi sen sıkılmıyor musun hep aynı Dünyanın etrafında dönmekten? Kalmadı mı aklın hiç Venüs’te, Mars’ta, Jüpiter’de 🙂  Biz mesela gidemeyiz öyle hep aynı şeyin peşinden, ilgimiz dağılır, her an vazgeçebiliriz, dikkatimizi etrafında dönülesi daha güzel birşey çekebilir…  Hele bir şeyin uydusu olma fikri tamamen uzak bize!  Kafamıza esmeyegörsün, çeker gideriz bile… Bize uğrunda uydu olunacak birşey mi yok, hem biz niye dönüyoruz canım, o dönsün 🙂 En fazla twitter dan, facebooktan takip ederiz! Sıkılırsak, kızarsak da “unfollow”  ederiz… Ha illa bişeyin etrafında da döneceksek, biz oluruz o mesela,kendi etrafımızda döneriz, kendimizi dünya yerine koyar, eğleriz,  adına da  “Dön dünya, dön heheyyt” deriz… Etrafımızda bizimle dönen uydu bırakmayınca da “yuvarlanıp gidiyoruz işte” ye çeviririz, sonuçlarımızı etrafımızdaki nedenlere bağlamayı pek severiz…

Belki de bu yüzden son zamanlarda, “ritüeller”le karşılıyoruz seni… Hayatımızda değiştirmek, geride bırakmak istediklerimizi, bazen sevmediğimiz yönlerimizi, içimizde biriktirdiğimiz negatifleri, senin ışığınla değiştirmeye niyet ediyoruz 🙂  Sen bir ay atarlan, kır etrafındakileri, yetişeme hiçbir şeye, durmadan ye, becereme kafandakileri, adım atma, cesaret etme, içinden geleni söyleme, gülme, sonra yaz kağıda bütün bunları, yak, 28 gün boyunca Dünyanın etrafında dolaşan aydan, tam şöyle bi rahat edip soluklanacağı zamanda seni değiştirmesini bekle:)

Yaa, öyle yapıyoruz valla… Bakma ben şimdi böyle diyorum ama, bu da böyledir bizim buralarda, sürekli belgesel izleriz ya, dizi, yarışma asla! Onun gibi… Ben de pek severim aslında o ritüelleri, bayılırım, başı çekerim, bütün arkadaşlarıma söylerim. Bu kez sana başka türlü hazırlandım: “Dolunaya teşekkür ritüeli” 😀

Hep değişim isteyelim, dilek dileyelim olmaz değil mi? Canım Dolunayım bilsen ne önemli bendeki yerin… Tesadüf müydü, bütün önemli yolculuklarıma eşlik edişin? Otobüste gecenin bir vakti gözümü açıp soru işaretlerimi, endişelerimi, hayallerimi, çıktığım yolculuğun devam edip etmeyeceğini düşünürken, hep o koltuk camımdan bana gülümsedin. “Dolunay var bu gece, olacak” dedim, ben de gülümsedim.

Bazen kötü geçen bir günün ardından tupturuncu kocaman gökyüzünde belirdin! Günün sürpriziydi o halin… O kadar güzelsin ki, bunu hiç saklamadım:) Yolda etrafımdan geçenlerce garip karşılanabilecek mimiklerle sana karşılama merasimi yaptım, hiç unutmuyorum bi kere de sana öpücük attım, hatta abartmakta sınır tanımadım, el salladım:)

169015_153233268063269_100001297918520_269275_916528_n

  Kimbilir olduğun yerden nasıl gözüktüm ama evet sen yeni turuna hazırlanırken, ben bunları yaptım…  Gün geldi karışık ruh hallerimi de sana bağladım… Gerginliğimi, bazı tepkilerimi, yeme krizlerimi, duygusal ağlama isteklerini senden bildim…  Bu durum da kolayıma geldi sanırım.. Bir de seni görünce hep dilek diledim… Halihazırda bir dileğim varsa da, seni onun gerçekleşeceğine dair işaret bildim:) Sen çıkmışsan, dileğimden öyle emindim! İyi bir ikiliyiz seninle, beraber neleri değiştirdik, nice şehirlerden geçtik… Belki de bu yüzden sırf kağıt yazmakla, kendini değiştirmeden senden enerji isteyen, başka bir ritüel çıksa trend bilip onun peşinden gideceklere, seni “follow” etmekten sıkılıp yeni ritüellere sığınıp beceremeyişlerini senin üstüne yıkacak olanlara mektubumun başındaki hassasiyetim…

İçimdeki enerjinin yükselmesine vesile olduğun için, en uzun yolculuklarıma ışığınla eşlik edip güç verdiğin, bazen de gerçekleşen dileklerimin keyfini çıkarırken bana güzelliğinle eşlik ettiğin ve hayatımdaki yerin, denizle bütünleştiği için çook teşekkür ederim!

Yine hoşgeldin, ne iyi ettin, güzel enerji verdin:) Bu kez dilek ya da kağıt yazmıyorum, teşekkür mektubu bu dedim ama, var mı önümüzdeki ay için yeni sürprizlerin:) Mektubumu burada sonlandırırken, öperim 🙂

A AA, OLDU MU ŞİMDİ AMA:)

Standard

Canım blog’um zamanla, ya da karşınıza çıktığı anda sizi gülümsetir mi okudukça (ki dilerim gülümsetir:) bilmem ama bana adı gibi enerji verdiği kesin! İlk yazımı yazdıktan sonraki iki gün boyunca, ara ara açtım baktım sayfaya… Arkadaşlarımdan başladım link imi paylaşmaya. Sağolsunlar canlarım, hepsi de ortak oldu heyecanıma… Muzip muzip baktım yorum var mı, tıklanmış mı, abartmıyorum hatta; yerinde mi hala 🙂

“Aman canım sanki Amerika’yı yeniden mi keşfettin (hayır, hiç keşfetmedim hatta, birgün umarım:), blog işte, açmışsın yazmışsın (e ne güzel işte), bundan bana ne, bu fikir çoktaan eskidi bile, hem artık herkes yazıyor şekerim, anlattığın kadar heyecanlı birşey mi senin de yazman, hem çok şey yazıldı, sence sana yer var mı, bu kadar geç kaldığına yanacağına övünüyor musun bir de?” gibi şeyler geçiriyorsanız içinizden, hemen şuracıkta modumu düşürmüyorum artık hemen 🙂

Son günlerde pek bir uğraşıyorum kendimle… Saçımla makyajımla falan değil, direk içimdeki “güneş” ile… Arkadaş 26 sene olacak neredeyse ( tabi canıım, neredeyse, yoksa hala 25:) gün geçmiyor ki şaşırmayayım, kendimle ilgili bilmediğim ya da yanlış bildiğim, bildiğimi sandığım birşey bulmayayım. Karışık mı oldu ne? E bu da başka bir yazıya, blog yazıyoruz artık ne de olsa 😀 Şaka bir yana, işte kendimle ilgili zevkle ve merakla  çıktığım bu keşif yolculuğumda bugün birşeyin farkına vardım: Kova burcu olmasıyla pek övünen, söz konusu özgürlüğü olunca  kimselere aldırış etmeyen, bu konudaki kararlılığıyla çevresinde ” kafasının dikine dikine giden” olarak bilinen, aklındakini illa yapan, söyleyen ben, meğer koynumda “zincir” beslermişim…

Ben kendi yolumda şarkısını  söylerken, kendi seçimim, benim sesim, ben beğendim, ne güzel işte olması gerekeni değil, istediğimi seçtim, seçerken değiştim, değiştikçe daha da sevdim, “benim” derken bir de baktım yolumun keyfini çıkarmamı etkileyen, arada yavaşlatan, olduğum yerde döndüren  ışıklı tabelalarla beni oyalayan, kuşkulandıran bir takım sesler , hem de kimselerden değil,bizzat içimden! 

A aa, kim koydu ki şimdi bunları oraya, ben değilim, hayır yapmadım,tabi canıım yaparmıyım hiç öyle şeyler? Kendime hemde! Kesin bir başkası, yemeğimin içine mi kattılar acaba,çayla içirdiler ya da, merkür geriliyor muydu ki o sıra? (ah ben ah:)

Kaşla göz arası nasıl mı etkilermiş meğer beni bu gizli ,sevgili ve evet minik -zincirlerim-? Hadi blogum için son kez bir kulak vereyim:

“Niye öyle dedin ki Güneş şimdi?” “Bekle, aman heyecanını gösterme” ” Sus şimdi iyisi mi bilmediğini belli etme.” “Hata yapma!”  “Doğru mu sence?…” “Oldu mu ki şimdi bu?”

Hatta ben farketmeyeli bayağ büyütmüşler işi, değil benim kararlarımı etkileme, başkaları adına karar almaya başlamışlar bir de kendi kendilerine:

“Neden öyle dedi acaba, şimdi neden öyle yaptı ki!  Kesin ben bir şey yaptım evet, kırıldı kırıldı, yanıldı mı acaba benle ilgili?””Ah öyle denir miydi orda, ne düşünüyorlar acaba benle ilgili şimdi?” “Ayıp mı ettim ki?” “Beğendiler mi, sevdiler mi beni?”, “Hata mı yaptım ki, ahh ah keşke şöyle….”

Hey hey heeyy! Bir dakika, dur bakalım orada derim ben şimdi! Bana bak zincir, seni görmeyeli dilin fazla uzamış! Şimdi ben ne hissediyorsam, ne demek istiyorsam, seviyorsam ya da hoşlanmıyorsam, mutluysam ya da kırgınsam, kızmışsam, coşmuşsam kim ne düşünür diye hesaplamadan kendi seçimimi gönül rahatlığıyla deneyimleyemiyorsam, seninle vardığım o sonuç neye göre doğru, neye göre yanlış, eksik, gülünç, oldu ya da olmadı ? Ölçüt ne? Sen misin? Yoksa çevredekilerin kendi zincirleriyle verdikleri hükümler ve tepkileri mi?E ben kimin gönlünü yapacağım şimdi? Imm, cevap veriyorum, tabii ki Güneş’in! Coşkulu bir müzik ve alkışlarla siz sevgili  zincirlerimi şimdi şuracıkta kestim:)

Bugün karar verdim:  Beni mutlu eden, içime sinen, içimden gelen kendi seçimimden, neden bir başkası hoşlanmadı, onaylamadı diye tereddüt duyayım, bütün sonuçlarıyla bana ait olan bu deneyimimin tadını çıkaramayayım? O an gülüyorsam sırf o hayatından hoşnutsuz diye niye susayım? O da gülsün. Beraber gülelim hatta. Ben içimden geldiği enerjide konuşuyorsam, o bunu çocukça bulup dalga geçme havalarında eğleniyorsa, çok ciddi bakışlarıyla kendini tutuyorsa kendisi düşünsün, ben de onun bu haliyle eğleniyorum, çok hemde!  Enerjime, her durumda içimden eğlenebilmeme, yeniye hevesime  gıcık oluyorsa kendisinden başka ne tutuyor onu acaba, tribinden bana ne (yaşşaa:) Aman bir şeyi de çok mükemmel yapmayıveriyim canım, ne olacak? Hem neye göre mükemmel, kime göre? Taşırabilirim boyaları çizgilerinden, baka baka resim yap, taşırmadan boya diye öğretilmiş bize, bir rahat bırak taşırayım, düzeltme, heyecanla boyayan elimi sıkıştırma o kalın çizgiler arasına, renklerime de karışma ayrıca , illa yeşil mi olacak ağaç, pembeye boyamak istiyorum ben belki, benim resmim, asmassan asma panoya, ben saklarım onu, “benim” derim gururla. Hem sen kendi resmine baksana,  a aa taşmış mı şurası sanki, o renk uymuş mu oraya, aman taşırma:)

Sana gelince eyy sevgili okuyucum ( heheyyyt:) sözüm senden dışarı, sen anladın kimlerden nelerden bahsettiğimi… Okumussun ya, gelmişsin buralara, dünyama… işte böyle hissettim bu kez ben , yazmak istedim, güzel mi,olmuş mu doğru mu sorularımı az evvel çıkardım.  Sen yazarsan fikrini, eleştirini, beğenini ya da neyi sevmediğini; mutlu olurum çok!  Hem senden de birşey öğrenirim kendim hakkında belki? Dedim ya, zevkli bir oyun benimki… Hem deneyimlemiş olurum blog üzerinden de yeni kararımın bendeki etkisini…

Bu arada, sizin de varmıymış tamamen isteminiz dışı (!) gizlice içinize yerleştirilen ” güzel mi, gider mi, a aa oldu mu ya şimdi” ler?

HOŞGELDİM :)

Standard

Hatırlar mısınız çocukluk hayallerinizi? Hani çocuk aklınızın sesi olduğunu düşünen hayal kurmayı çoktan bırakmış “büyüklerin” anlayışlı gülümseyişleri karşısında cesurca dillendirdiklerinizi… Astronot olmayı düşlermiydiniz, uzaya gitmeyi? Korsanlarla savaştınız mı cesur olup, denizci ya da, açıldınız mı hayalinizde uzaklara? Gezgin mi, kaşif mi, bilgin mi,öğretmen mi, bitmeyen bir eğlenceli oyunun daimi oyuncusu muydunuz ya da? Neydi sizinki? Gülümsetti mi şimdi? Çok mu uzaktasınız ona, ortasında, peşi sıra gitmeyi çoktan bıraktınız mı yoksa? Hatırlayabildiniz mi? Haberci olmaktı benimki… En sevdiğim oyun, karşıma dizdiğim bebeklerime okumaktı gazeteyi, soru sormak sunucu olup, sonra konuk yerine geçip cevap vermekti… Teypler vardı o zaman, kırmızı tuşu bir de… Ona ve Play e basıp kayda alırdım sesimi, şarkı seçerdim sevgili dinleyicilerime… Büyürken susturmadım hayalimin sesini ve düştüm peşine… Tuttum bir ucundan İzmir’de… Radyoda şarkı seçtim gerçek dinleyicilerime ve haberler yaptım, röportajlar… Girdim hayalimdeki sihirli kutunun içine… Oyuna da devam ettim, bu kez ayna karşısında stüdyoya bağlandım ve bitirirken “Birand” dedim… Onun muhabiri olmaktı yeni heyecanım, hedefim… Sonra… Sahi ne oldu sonra? Ne oldu da vazgeçtim hayalimden, cesur olup peşinden gitmeyi, göze almayı, denemeyi değil, rota değiştirip güvenli sulara demirlemeyi seçtim sanırım… Siz, takım elbiseleriyle masa başında oturanlar, bir günü diğerleriyle aynı olanlar, hayalini cesurca dillendirene, çoktan vazgeçmişliğin anlamayan bakışlarıyla bakanların safına geçmeye başlayanlar anladınız değil mi beni?  Eğer hala kulak verenlerdenseniz içindeki sese, ne mutlu size:) Ben o sese çoktan arkamı döndüğümü, her akşam evimize saat tam 19.00 da giren ses bir anda sonsuzluğa gittiğinde farkettim… Deneyebilirdim, onunla çalışabilirdim belki, öğrenebilirdim… Evet gidebilirdim, kim bilir belki olmazdı bunların hiçbiri, nereden bilebilirim ki? Denemedim. Dahası o an, uzun zamandır birşey hayal etmediğimi de farkettim. Aklıma Birand’ın muhabiri olma hayalimi resmeden doğum günü hediyem geldi sonra…

DSC00758

Mail atmışım ona da çekip fotoğrafını, nasıl da yazmışım çocukça heyecanla…Önemli değil cevap gelip gelmediği, ben heves etmişim ya… O fotoğrafı görünceyıllar sonra, sakin suya attığım demiri kaldırıp rüzgarla doldurmak istedim yenidenyelkenlerimi, masamdar geldi, sanki onunla beraber bütün o hayallerim de sonsuzluğa gitti … Onunla çalışanlar, öğrencileri anlatıyor günlerdir, onun verdiği cesareti, çalışma ve yaşama azmini, güzelim çocuk kalbini ve ardına bakmadan hep ilerlemeyi öğütlediğini… Ben değil miydim can kulağıyla dinlediğim Mehmet Ali Birand bültenlerinde anonslara, haber yazımlarına dikkat eden, fikir edinen, anonslarını onun gibi heyecanlı mimiklerle çeken? Yine birşey öğrendim ondan, bu kez ne yazık ki o giderken… Hayallerin zamanla şekil değiştirebileceğini farkettim, heyecanın yitmeyeceğini, ruhunu mutlu eden sesi her daim bulmanın ve ona kulak vermenin ayrıcaklı keyfini yeniden keşfettim…

   Evet bitmedi benimkiler de, yenilendi, ve bilseniz nasıl renklendi… Yeni hayalim, Güneş Enerjisi! Ben yazsam ya diye başladı, enerjimi paylaşsam ya ile, sonra caanım evren de duydu beni ,yaptı sürprizlerini yine vee HOŞBULDUM müsadenizle:) Eğer karşılaşmışsak ve bir cümle bulabilip kendinizden gülümsemişseniz, siz de hoşgeldiniz! Ne iyi ettiniz… Dilerim tutsun ve hep yüksek olsun enerjimiz 🙂 …