Altın madencilerini ‘Dondurma’ya niyetli bir köyün çok sesli hikayesi

Standard

Koza Altın’ın Çan’ın Dondurma köyü ve çevresinde altın madeni arama planlarını, Çanakkale Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğünün sayfasındaki ÇED halkın katılımı toplantısı duyurusundan öğrendikten sonra, bir akşam köye doğru çıktık yola. 2015’in Ocak ayında. Çanakkale’nin uzun yıllara dayanan çevre mücadelesinde çok değer verilir köylülerle yan yana olmaya. İlk kez gidiyordum ÇED toplantısı öncesi köy halkına altın madenciliği hakkında bilgilendirme toplantısına. İçim köyde neyle karşılaşacağımızın heyecanıyla kıvranırken, iki yanını çam ağaçlarının sardığı yolda kıvrıla kıvrıla ilerleyerek vardık Dondurma’ya. Haber vermiştik geleceğimizi muhtara.

Köye duyurmuş o da. Sunum için hazırlıkları yapmak üzere hep birlikte kahvehaneye girdik, selam verip oturduk masalarına. Çayımızı içerken bakındım etrafa, kahve doluyordu ancak hiç kadın yoktu. Nasıl olurdu? Muhtara sordum, “Kadınlar ne anlar altın madeninden” dedi, “Onlara haber vermedik ki. Zaten gelmezlerdi, biz anlatırız sonra.” O konuştukça içimden geçenler kafamın üstünden bir buluta çıksa da ünlem olup yağsa! Ne dediysem ikna edemedim köyün erkeklerini kadınları toplantıya çağırmaya. Hazırlıkları tamamlandı, sunum başladı bu esnada.

dondurma-kahve-1

Direniş olur mu hiç kadınlar olmadan?

Yırca termik santrale direnirken kadınlar en öndeydi zeytin ağaçlarının etrafında ama, Kaz Dağları ve komşu köyleri Karadağ da! Karadağlı kadınlar değil miydi birkaç ay önce “Altıncı şirket, Karadağ’ı terk et!” diye köylerinde düğünlü cenazeli eylem yapan, sonra Çanakkale kordonu yaz sıcağında ellerinde pankartları ve köylerinden getirdikleri eğrelti otlarıyla yürüyerek, sloganlar atarak dolduran? Köylerini altına değişmeyeceklerini cümle aleme duyurup, direne direne kazanan? Kim demiş, kadınlar mıymış anlamayan?

karadag

Karadağ köyünün kadınları altın madenine karşı

Seslenmek, ‘ünlemek’ demekti buralarda

Kızgınlık ve hayal kırıklığıyla karışık dolanırken köy meydanında, bir köşede durmuş neler olup bittiğini anlamaya çalışan genç bir kadın gördüm. Lütfiye. Yanına koştum, bir solukta anlattım altın madencilerinin köylerine geleceklerini ve mutlaka kadınlara haber vermemiz gerektiğini. Bundan sonrası benim için de Lütfiye için de anlatmalara doyamadığımız, her seferinde başka ayrıntısını çoğalttığımız bir masal gibi… Birlikte koşmaya başladık. Karanlık bahçelerden geçip vardığımız kapıları hızla tıklattık: “Yengee, altın madencileri geliyor, köyümüz elden gidiyor, koşuun” diye ünlerken, bizi çaya buyur etmek isteyen kadınlara, altıncılar gitsin de, sonra, diye söz verip çekirdek ve bisküvi başında toplandıkları tepsilerden kaldırdık. 

Döndüğümüzde köyün erkeklerine bilgilendirme toplantısı devam ediyordu ve biz karşıdaki küçük kahvede en az otuz kadın toplanmıştık. Nurcan, Azime, Ebru, Gülcan, Hacer, Melek Teyze… Onlar otururken bir koşu vardım karşı kahveye, usulca söyledim kadınlar geldi, onlar da altın madeni hakkında bilgilenmek istiyor diye. Sonra geri döndüm, önce köyün erkeklerini bir güzel şikayet ettim, sizin için, onlar ne anlar diyorlar dedim. Kahkahalar, itirazlar dolaşıyor, arada birbirimize tuttuğumuz alkışlar kopuyordu havada. Sobayı yaktık, çayı koyduk bu arada.

dondurma-4_o

“İnsan köyünden vazgeçebilir mi?”

Öyle güzel bakıyor, ilgiyle dinliyorlardı ki, haber yazmak için ÇED raporuna çalışırken aldığım notlardan aklımda kalan ne varsa aktarmaya çalıştım beklerken kadınlara. Şirket, beş yıl boyunca açık ocak işletmeciliğiyle, delme, patlatma yöntemiyle 30 hektarda 400 bin ton altın, gümüş ve kurşun cevheri üretecek, üretimden açığa çıkacak 840 bin ton ekonomik değeri olmayan kayacı proje sahasında depolayacak, Dondurma, Balcılar, Ahmetler, Ramazanlar, Karadağ köylerinin içme suları ve Biga Ovası’nı sulayan Bakacak Barajı da projenin etki alanında kalacaktı. Bizim kahvedeki hazırlıklar da tamamlanınca, Hicri Nalbant, tüm bunları ve Kaz Dağları’ndaki, Karadağ’daki altın madeni mücadelesini, kadınların en önde ve bir arada olmasının altıncıları bu güne dek engellediğini, şirketin köyü etkilemek için sunabileceği ihtimalleri, Çanakkale’deki çevrecilerin avukatlarla, doktorlarla her zaman köyün yanında olduğunu anlattı.

“Biz altın istemeyiz, köyümüzü terk etmeyiz, hep birlikte direnir, onları köyümüzden göndeririz.” sesleri arasında, alkışlarla, gözlerimizin içine baka baka, ÇED toplantısı günü meydanda olacaklarının ve tüm bunları yetkililere de anlatacaklarının sözünü alarak, yüzümüzde kocaman bir gülümseme çıktık oradan. Erkeklerin yanına vardım tabi köyden ayrılmadan “Hani kadınlar anlamazdı?” Haberin başlığı da çıktı:

“Madene karşı kadın dayanışması”

ÇED toplantısı için gün sayarken Ahmetler ve Ramazanlar köylerinin muhtarları da bilgilendirme toplantısı istedi. Kadınlara da haber verdik diyorlardı telefonda, bir daha yola çıktık içimizde bunu duymanın sevinci. İlk kez karşılaştığımız kadınlarla öyle içten kucaklaşmamızın, birbirimizi kalplerimizden, madene karşı doğayı ve yaşamı savunma hissinden biliyor olmamızın, güvenle, sevgiyle ellerimizi tutmamızın bilmem ki nasıl olur tarifi… İnsan doğduğu yerden, geçmişinden, suyundan vazgeçer mi? Onlar madenden vazgeçsin, dedi içlerinden biri.

ÇED toplantısına değil de düğüne gider gibi

Beklediğimiz gün geldi. Çanakkale’den büyük bir otobüsle koyulduğumuz yol, köye ilk gidişimizin aksine bitmek bilmedi. Köyün girişinde bir cümbüş, bir kalabalık. Sanki düğün yeri. Ahmetler, Ramazanlar, altın madeni direnişinde epey deneyimli olan Karadağ köylüleri de davulla, zurnayla, evlerinden kaptıkları tenekeler, düdükler, tepsiler, bastonlarla gelmemişler mi? Çoluk çocuk, genç, yaşlı herkes Dondurma’da. Kadınlar en önde, söz verdikleri gibi. Madenciler gitsin yeter ki!

10947524_10153059096306585_759045254_n

Pek şenlikli oldu girişimiz köye. Alkışlarla, kollarımızı havaya savura savura yürürken, köylülerin ‘Dondurma bizimdir, bizim kalacak’ sloganları karıştı davul, zurna, teneke seslerine. Çanakkale, Bayramiç, Biga, Küçükkuyu, Bozcaada,  Kaz Dağları çevresinden gelenlerle sığıştık meydana. Kalabalık buluşmanın niyetini, Aziz Amca anlatmıştı gün boyu elinden bırakmadığı pankartıyla.

10947869_10153059059191585_2144806723_n

Yetkililer çoktan girmiş kahvehaneye. Jandarmalar çevremizde, altın madeni istemeyen köylülerle birlikte biz de kahvehanenin önünde. Meydanı çınlatan “Altıncı şirket dondurmayı terk et”, “Madenci şirket, dışarı!” “Madeni dondurmaya geldik” sloganları anlatıyordu bu köyde altın istenmediğini. Çevre mücadelesinin emekçilerinden Hicri Nalbant sordu oradan köylülere, siz bu ÇED toplantısının yapılmasını istiyor musunuz diye. Alkışlarla hayır sesleri yükselince bu kez içeriye seslendi: ‘Halk bu toplantının yapılmasını ve köylerinde altın madeni aranmasını istemiyor. Lütfen gereğini yapın, toplantı yapılamadı diye tutanağı tutun ve köyü terk edin.’

14896_712651178854953_1394312771197575025_n

Görevliler bir süre çıkmayınca, dışarıda sloganların, teneke seslerinin dozu gittikçe arttı. İçlerinden birkaç kadın dayanamadı, birden içeri daldı. Tenekeler bu kez kulaklarının dibinde, altın madeni istemiyoruz, gidin, köyümüzü terk edin sloganlarıyla çınladı. Sobanın kapağı da açılmasın mı? İçeriyi yavaş yavaş bir duman sardı. Göz gözü görmez, öksürükten konuşamaz olduk da görevliler çıkmadı dışarı, kadınlar da. Doktor İlhan Pirinçciler yetkilileri hepimizin sağlığı için dışarı çıkmaları ve bu şartlarda zaten toplantı yapılamayacağı konusunda ikna edince attık kendimizi dışarı.

Böyle olur ‘Çanakkale Karşılaması’

Köylülerin toplantıyı yaptırmadığı, kadınlarla o ilk akşam toplandığımız küçük kahvenin önünde tutanaklara geçti. Yetkililer gitti, işte o zaman direnişten  şenliğe geçildi. Köy meydanı oldu yine düğün yeri. Tesadüf bu ya, onlar gider gitmez taktığımız oyun havalarıyla dolu CD’den “Hamamcı Teyze” şarkısı yükselmez mi? Altınlarım çalındı, bulamadım kısmında bir oynadık ki sormayın kadınlarla. Halaylar çektik davulla zurnayla. Çanakkale karşılaması bir düğünlerde oynanır bizim buralarda, bir de ÇED toplantısı yaptırmayıp, madencileri uğurladıktan sonra.

ÇED toplantısı zaferinden birkaç akşam sonra yine gittik Dondurma’ya. Söz verdiğimiz gibi, köyümüzden madencileri yolladıktan sonra birlikte içeceğimiz çaya vesile oldu sobadan çıkan dumanla kararan kahvehanenin duvarlarının boyanması da. Kadınlar ilk akşam toplandığımız kahvede yine. Sarılıyoruz özlemle. İsimlerimizle değilse de kollarımızın coşkuyla açılmasından, birbirimize ışıl ışıl bakmamızdan tanıyoruz hep birbirimizi. Yine bir telaşlı, heyecanlılar. Her zamanki halimize verip çok da merak etmiyorum, zaten karşı kahveden bekleniyormuşum.

Duvarlar tertemiz olmuş. Kahve ahalisi ÇED toplantısını nasıl yaptırmadıklarını konuşup dururken, o gün ortalığı dumana boğan sobanın üzerinde çaydanlık kaynıyormuş. Meğer oralarda içi oyuk ağaçların içine porsuk girdi mi, duman verirlermiş çıksın gitsin diye. Madem ki madenciler de altın aramak için köylerine gelmiş, kahvehanelerine kadar girmiş… Bu hikaye, Çanakkale’nin sözlü çevre eylemi tarihine geçip anlatılıp duracakmış köylerde.

Köylülerin kendi bilgilerinden, kendiliğinden geliştirdikleri eylemi şaşkınlıkla dinlerken Ebru, Sedef ve Lütfiye gelip çağırdılar beni geri. Işıklar sönmüş. Bir pasta ellerinde, mumu da üzerinde. Meğer doğum günüm olduğunu bilirlermiş de bizim geldiğimizi duyunca sürpriz yapalım, bizim kahvede toplanalım demişler. Ben hem ağlar hem güler, canım kadınlara sımsıkı sarılır fotoğraflar çekerken, onlar çoktan organize olup pastayı kesmeye, tabakları hazırlamaya giriştiler.

16507832_10154944264101585_6213972272952653717_n

Dondurma’daki bu direniş hikayesi, kadınların çocuklarıyla birlikte en önde oluşuyla, çevre köylerden gelenlerin dayanışmasıyla, köylülerin kararlılığı, cesareti, birbirlerine güveni, kendilerine özgü bir yöntemi ortaya koyma halleriyle  hepimize çok şey öğretti. Çanakkale’deki çevre mücadelesine umut, altın madencilerinin iştahını kabartan başka köylerdeki direnişlere, kadınlara da ilham verdi.

İDK toplantısı öncesi ses vermeli

Aradan tam iki yıl geçti. Bundan iki ay önce, projenin İnceleme ve Değerlendirme Komisyonu (İDK) toplantısının yapılacağı haberi geldi. Elden geçirilen ÇED raporu bin yedi yüz sayfaya çıkmıştı. Altın madenciliğinin toprağa, havaya, suya, yaşama nasıl da zarar vermeyeceği sayfalarca anlatılırken, bizim saatlerce anlatabileceğimiz ÇED halkın katılımı toplantısı günü sadece bir cümleyle, o da köylülerin bilgilendirilmek istemediği için toplantının yapılmadığı şeklinde yer almıştı. Dondurma köyüne doğru üçüncü kez yola çıkışımız da bu cümleye rastladı, madem ki şirket altın madeni istemeyen köyün sesini, tepkisini yok saydı, o ses İDK toplantısı öncesi Ankara’ya ulaşmalı, hatırlatılmalıydı.

Çanakkale’den İda Dayanışma Derneği ve Küçükkuyu’dan Kazdağı Doğal ve Kültürel Varlıkları Koruma Derneği‘nin öncülüğünde yüze yakın kişi buluştuk toplantıdan iki gün önce Dondurma’da. Gün yine dayanışma günüydü ve bizim de ihtiyacımız vardı yeniden buluşmaya, altın madencilerinin karşısında dostlarımızın yanında yer almaya. Özlemle kucaklaştık bizi bekleyen kadınlarla. Bulgur pilavı yapacaklardı ve akşam saati herkes işten döndükten sonra yine kahvelerde toplanılacaktı. Merak ediyorduk, yine kalabalık olacak mıydı?

Bahçelerden birinde kurulan ocakta bulgur pilavı ağır ağır pişerken, hazır gün ışığı varken biraz dolaşalım istedik. Köyde olduğumuz için aldığımız kokuları içimize çeke çeke yürürken, ağır adımlarla evlerine dönen sürülerinden topladıkları sütü kooperatife yetiştirme telaşındaki köylülerle pilavda buluşmak için sözleştik. Duvarlarda, köy çeşmesinde, hatta köyün girişinde Diren Dondurma, Defol Koza yazıyordu hala. Madeni dondurmaya niyetli bir köydeydik ne de olsa.

“Direştik, kazandık. Yine direşiriz”

Hava karardı, camiden anons yapıldı, bizim kahve yavaş yavaş dolmaya başladı. Birbirimizi iki yıl sonra yine görmenin tarifsiz mutluluğuyla sımsıkı sarıldıktan sonra pilavları koyup dağıtmaya giriştik, önceden pasta dağıttığımızdan bu konuda deneyimliydik. Aziz Amca bizi görünce iki kolunu yukarı kaldırdı, “Direştik, kazandık. Köyler bir araya geldik mi yine direşiriz, altın madencilerini istemeyiz, madene geçiş vermeyiz. Kadınlar bu köyde öndedir, erkekler de onlara dayalıdır” deyince yürekten alkışladık.

“Siz istemedikçe maden çıkaramaz kimse”

İda Dayanışma Derneği’nden Hicri Nalbant, “ÇED halkı bilgilendirme toplantısı günü deyim yerindeyse madencileri püskürtmüştük buradan birlikte. O günden bu yana hiç ses yoktu. Madeni işletmek üzere harekete geçecekleri öğrendik, biz de harekete geçtik. Hukuk kuralları içinde mücadelemizi sürdüreceğiz. İDK toplantısında ÇED olumlu kararı aldıkları takdirde dava açacağız. Maden ve termiklere karşı şimdiye dek altmıştan fazla dava açtık. Bu yöre istemedikten sonra hiç kimse buradan maden çıkaramayacak, bunu da böyle bilsinler” dedi.

Yine gelirlerse, yine göndeririz!

Mikrofon sonra kadınlara geçti. İki yıl önceki direnişi ve dayanışmayı hatırlamanın coşkusu, heyecanı hepimize can vermişti: “Kadını erkeği hep beraber olup yine madene karşı duracağız. Biz burada rahat ve huzurlu yaşıyoruz. Suyumuz, havamız tertemiz. Kimseyi istemeyiz, el birlik oldukça madencileri köyümüzden içeri sokmayız. Madene hayır diyoruz. Teneke çalarak, sobada saman yakarak gönderdik, gelirlerse aynısını yaparız.” Yeni ÇED raporundaki o tek cümleye de değindiler:

“Yanlış söylemişler.”

“İki yıl önce onları buradan davullu zurnalı gönderdik. Hep beraberdik. Ayrılmadık devrilmedik.  Acı biber yiyeceklerse yine gelsinler. Daha önce kovduk, sopalarla bastonlarla yine kovarız.  İş falan da istemeyiz. İşimiz yetiyor bize. Köyde bir şey kalmaz gelirlerse. Burası bize ait. Devam direnmeye onlar vazgeçene kadar, hep birlikte.”

İDK toplantısına ulaştırmak üzere 150 imza toplandı köyde. Kadınlar bizi kahvenin önünde toplanıp el sallayarak uğurladılar, yine gelmemiz, güzel haberler getirmemiz temennisiyle. 22 Kasım 2016’da Ankara’da yapılan İDK toplantısına o imzalar ve itirazlar ulaştırıldı. Toplantının yanıtını soran Kazdağı Doğal ve Kültürel Varlıkları Koruma Derneği Başkanı Süheyla Doğan şu yanıtı aldı: “Yapılan İDK toplantısında komisyon üyelerinin belirtmiş olduğu eksiklerin tamamlanması amacıyla süreç durdurulmuştur.”

Sürecin şimdilik durdurulmuş olması derin bir nefes aldırsa da Dondurma’ya, kimse tam rahatlamadı projeden vazgeçildiği açıklanmadığı için daha. Köy halkı üç, beş kişi kalsa da kararlı, gerekirse ağaçlara sarılmaya, madencileri köye sokmamaya. Çevre dernekleri ve köyün sıkı sosyal medya kullanıcıları da devam ediyor gözünü kulağını gelecek haberlerde tutmaya. Diren Dondurma! Hepimizin öyle ihtiyacı var ki beklediğin güzel haberleri alıp yeniden inanmaya, böyle kalabalık ve güzel olmana, devam edebilmek için umutlu bir hikaye anlatmaya…

( Bu yazı, 04.02.2017 tarihinde Yeşil Gazete ‘de yayınlanmıştır. )

Bozcaada’da sonbahar BIFED’le başlar!

Standard

( Bu yazı, Bozcaada’nın dergisi MENDİREK’in 16. sayısında yayınlanmıştır )

Aynı gökyüzü altında, birbirine uzak diyarlarda benzer kaygılarla aynı sorunlarla mücadele edenlerin hikayeleri, Çanakkale’nin dört tarafı sularla çevrili, bereketli bağlarının üzümü lezzetli, o bağları, kıyıları, kendine has yapısı bozulmasın diye çıkardığı kocaman #Bozcaadabizim sesini dünyaya duyuran Bozcaada’da perdeye yansımaya devam ediyor. Son üç yıldır adada sonbahar, Bozcaada Uluslararası Ekolojik Belgesel Festivali ( BIFED) ile başlıyor.

Bu yıl 12-16 Ekim tarihleri arasında düzenlenen BIFED’e 58 ülkeden 280 belgesel film başvurusu yapıldı. Festivalin gelenekselleşen “Fethi Kayaalp Büyük Ödülü” ana yarışma bölümünde 16, “Gaia Öğrenci Ödülleri” bölümünde 10 film  gösterildi. Yarışma dışı bölümünde yer alan ekoloji temalı 32 filmle beraber Bozcaada’nın sokaklarında beş gün boyunca poyraz değil, film rüzgarları esti. Yaklaşık üç bin izleyicinin katıldığı festivalin kalbi, gösterim salonu olarak belirlenen Halk Eğitim Merkezi ve Salhaneydi.

Fotoğraf: BIFED Ekibi

Fotoğraf: BIFED Ekibi

Adaya adımını atanı festival ofisi olarak belirlenen Dantela’nın kapısının önünde festival ekibi ve Pakize karşıladı. Tasarımını Nilgün Akyol’un yaptığı bez çantasını alıp içine festival programını ve filmlerle ilgili detayların yer aldığı kitapçığı atan, adanın sokaklarına karıştı. Yaz mevsiminin geride kalmasıyla sokaklarının tenhalaşmasına, sessizliği kargaların ve tanıdık yüzlerle selamlaşmaların dağıtmasına aşina olan adanın nabzı, filmlere yetişmeye çalışanların telaşlı adımlarıyla hızlandı. Cafe Shalter’ın festival izleyicilerine sürpriz kahve ikramı, film aralarındaki sohbeti ve değerlendirmeleri tatlandırdı.

16143324_10154919826971585_271157483025638909_n

Teması ekoloji olan ve bu alandaki sanatsal üretimleri desteklemek, ödüllendirmek, ilham vermek, velgesel film yönetmenlerini, izleyicilerini, aktivistleri bir araya getirmek amacıyla başlayan, öte yandan  kömürlü termik santrallerden nükleer santrallere, HES’lerden endüstriyel gıda üretimine, kentsel dönüşümden ağır sanayiye kadar doğayı talan eden, bir çevre felaketine ya da yaşam hakkı müdahalesine dönüşen her türlü girişime karşı yaşamdan yana duranlara  umut vermek, hikayelerini birbirlerine aktararak kalabalık ve güçlü olduklarını hissettirmek, ilham vermek, değiştirmek niyetlerini de  taşıyan BIFED, baskılara ve sansüre karşı “özgür” olduğunu da vurguladı. Çevre belgeselleri alanında uluslararası bir ağ olan Green Film Network‘e ilk yılında kabul edilen BIFED’in en büyük destekçisi ise Bozcaada halkı ve esnafı.

Türkiye, İsviçre, Yunanistan, Meksika, Fransa, Brezilya, ABD gibi farklı ülkelerden finale taşınan belgesellerde kömür, enerji santralleri, madenler, çöp, köye dönüş, küresel ısınma, yerli halkların yok oluşu, göç ve mülteciler konuları öne çıktı. BIFED panaroma ve yarışma bölümü için seçtiği filmlerle, Yırca’dan Cerattepe’ye, Çanakkale’den Zonguldak’a, Gerze’ye ülkedeki çevre mücadelesini de selamladı. Yönetmenliğini Umut Vedat‘ın yaptığı, ülkenin dört bir yanında yapılan ve planlanan termik sanreallere karşı halk direnişini konu alan “Kara Atlas”  adlı belgesel ve  yönetmenliğini Metin Kaya‘nın yönettiği, kamerasını Zonguldak’taki kaçak madenlerin hikayesine tutan Soluk, festivalin finalde yarışan  Türkiye yapımlarıydı. Kaz Dağları’nda altın madenlerine, termik santrallere ve çevre talanına karşı mücadele eden aktivistler de kalabalık bir ekiple festivale katılarak film aralarına kendi hikayelerini kattı.

Festivalin açılışında da ödül töreninde de konuşma yapan festival Başkanı Bozcaada Belediye Başkanı Dr. Hakan Can Yılmaz, “Küçük gösterim salonları, sınırlı bütçesi, yürekli organizasyon ekibiyle bu festival beklentilerin çok üzerinde bir beğeni ve ilgi topladı. Adaya çok yakıştı. Ülkemizdeki kültür sanat faaliyetleri üzerindeki baskı ve sansür tehdidine rağmen bu festivalin en önemli ve en değerli kısmı tamamen bağımsız olmasıdır.” dedi. Festival Yönetmeni Petra Holzer Özgüven ise konuşmasının başında rüzgar tanrılarının bu yıl festivalin yüzüne güldüğünü söyleyerek güzel bir ada sonbaharında umudu ve dayanışmayı canlı tutan filmleri hep beraber izlemekten duydukları mutluluğu dile getirdi. BIFED’in ekibinin, jüri üyelerinin ve yerel destekçilerinin çoğunun kadın olduğuna da dikkat çeken Petra Holzer Özgüven, “Hakikati arayan belgesel yönetmenleri ve sizler gibi izleyiciler oldukça, bu festival daha uzun yıllar devam edecektir.” dedi.  Festival Koordinatörü Ethem Özgüven, her yıl olduğu gibi festival ekibinde yer alan öğrencileri ve emeği geçenleri sahneye davet etti. BIFED’in katılımcılarını içine alan samimiyetine, sadece izlenen değil hissedilen de bir festival olduğunu hatırlatan alkışlar devam ederken, festival boyunca ekibi yalnız bırakmayan ve gösterimleri kaçırmayan Pakize‘ye de teşekkür edildi.

Fotoğraf: BIFED Ekibi

Fotoğraf: BIFED Ekibi

Ödül töreninin ertesi günü adaya veda etme vakti geldiğinde mutlu bir yorgunlukla misafirlerini geçirmek için koştururken ses kayıt cihazını uzattığımız Petra Holzer Özgüven, üçüncü BIFED‘i MENDİREK için değerlendirdi: “Bütün bit yıl festival için emek veriyor ve izleyicilerle birlikte bekliyoruz. Bu yıl salonlar çok doluydu. Ben yaptığım işi ulaştırdım hissiyle bu durum yönetmenleri mutlu ediyor. Seyirci ve ada halkı da yönetmenlerle buluşmaktan, festivali adada izliyor olmaktan mutlu oluyor. Küçük bir ekiple, ada halkının dayanışmasıyla, dünyanın her yerinde benzer yöntemlerle direnişi yıkmaya çalışan sisteme karşı umut veren bir festival yaşıyoruz. “

Festival Yönetmeni Petra Holzer Özgüven'le

Festival Yönetmeni Petra Holzer Özgüven’le

BIFED’in bende kalan fotoğrafıysa, adaya veda etmeden önce vapurun kalkış vaktini beklerken filmleri birlikte izlediğimiz dostlarımız ve festivalde tanıştığımız yönetmen arkadaşlarımızla birlikte karavan ve motorlara atlayıp kendimizi Beylik Koyu yolunda bulduğumuz andı. Kimimiz karayan oturan gemiye tırmandı, yönetmenler mesleki refleksle o anları kayda aldı, biz de ada rüzgarının taşıdığı kokuları ve dalgaların sesini içimize çeke çeke, rüzgar tanrısına teşekkür ettik lezzetlendirdiği şaraplarla birlikte… Adımlarımızı ve sesimizi bıraktık o koya, bir ay sonra #bozcaadabizim hissinin, sesinin çığlığa dönüşecek bir hikaye daha yazacağını bilmiyorduk daha..

Fotoğraf: Mustafa Dermanlı

Fotoğraf: Mustafa Dermanlı

Festivalde ödül alan filmler, yönetmenleri ve çevrildiği ülkeler:

1.: İyi Şeyler Bekler, PhieAmbo, Danimarka

2.: Güneşin Düştüğü Gün, Aya Domenig, İsviçre – Finlandiya

  1. Endişe İçin Kelime Yok, RunarJarleWiik, Norveç – Tayland – Myanmar

Mansiyon: Soluk, Metin Kaya, Türkiye

Mansiyon: Gölün Kızı, ErnestoCabellos, Peru

Gaia Öğrenci Ödülleri

  1. Arlette. Cesaret Bir Kastır, FlorianHoffman, İsviçre – Almanya

Mansiyon: Kıllıt, Zeynep Altay, Türkiye

 

Kaz Dağları’nın Güzelköy’ünde çok güzel hareketler

Standard

Kaz Dağları’nın köyleri, altın madencilerine karşı tutuştukları elleri bırakmıyor.  Çanakkale‘nin Ayvacık ilçesinde, Kaz Dağları’nın eteklerinde Kısacık Altın Madeni projesiyle 750 bin ton cevher çıkarma planlarına karşı kenetlenen köylüler, mücadele halkasını bilgiyle, paylaşılan deneyimlerle, üretimle, dayanışmayla büyütüyor.

DSC_0789

Projenin geçen kasım ayındaki ÇED toplantısında şirket yetkililerini tenekeleri, düdükleri ve pankartlarıyla karşılayarak Kaz Dağları’nı altın madencilerine kazdırmayacaklarını sloganlarla ilan edip toplantıyı yaptırmayan köylüler, özellikle kadınlar, maden tehdidini unutmuyor. Projenin etki alanına giren  Kısacık, Baharlar, Güzelköy, Akçin, Dağahmetçe ve Koşuburnu köyleriyle birlikte Kısacık Altın Madeni projesine karşı mücadeleyi başlatan Kaz Dağı Doğal ve Kültürel Varlıkları Koruma Derneği de konunun takibini sürdürüyor.

ÇED toplantısını yaptırmayan köylülerden "köylünün fendi madenciyi yendi pozu

ÇED toplantısını yaptırmayan köylülerden “köylünün fendi madenciyi yendi pozu

Güzelköylüler der ki: “El birlik olursak madenciler gider”

İşletmeye geçmesi halinde Kaz Dağları’ndaki yaşamı bitirmesinden endişe duyulan projeden bölgede yaşayanları haberdar etmek için her fırsatta bilgilendirme stantlar açıldı, broşürler dağıtıldı. Şimdiye dek beş binden fazla imza toplandı. Derneğin köylerde yaptığı toplantılarda köylülere altın madeninin işlenişi, doğaya ve insan sağlığına zararları, Çanakkale’de altın madenine, termik santrallere direnen insanların, kadınların hikayeleri anlatıldı.

Tüm bunların yanı sıra, geçimini tarım ve hayvancılıkla sağlayan Güzelköy’de kadınların el emeği ürünlerini satışa sunabilmeleri için girişimler başladı. Derneğin kırsalda yaşayan halkın çevre mücadelesine aktif katılımını sağlamak amacıyla yürüttüğü “Kaz Dağlılar Doğasına Sahip Çıkıyor” projesi kapsamında düzenlediği seminerlerin gündeminde bu konu da vardı.

seminer1822541883927_6279787967108322296_n

Güzelköy’de “aracısız doğal ürün ağları” adımları

Küçükkuyu’daki seminerin konuşmacılarından Buğday Derneği Yönetim Kurulu Üyesi Berkay Atik, bir yandan çevre mücadelesi yürütülürken, bir yandan bölgedeki köylülerin ekonomik kalkınmasına destek olunması gerektiğine dikkat çekti. Bu desteğin, köylülerin ürettikleri doğal, sağlıklı ürünlerin, güvenilir gıda arayanlara aracısız bir şekilde ulaştırılacağı “aracısız doğal ürün ağları” kurulması ile mümkün olabileceğini söyledi. Türkiye’deki ve dünyadaki “topluluk destekli tarım” ve “gıda toplulukları” hakkında bilgi veren Atik, Nusratlı Köyü Kültür ve Turizm Dayanışma Derneği’nin Güzelköy’e iyi bir örnek olabileceğini sözlerine ekledi.

güzelköy2_o

Kadın emeği değiştirir değdiği yeri

Kaz Dağı Doğal ve Kültürel Varlıkları Koruma Derneği Başkanı Süheyla Doğan, Çanakkale Ayvacık’a bağlı Nusratlı köyünün kadınları ile birlikte 2005 yılında kurdukları NusratDer‘de ürettiklerini satışa sunan, satılanları kayıt tutmak ve sipariş almak için bilgisayar kullanmayı öğrenen, birlikte hareket edip karar veren kadınların güçlerini yeniden keşfettiklerini, onların değişiminin köyü de değiştirdiğini anlatarak, Nusratlı köyündeki modelin Güzelköy’e taşınmasının çevre mücadelesini ve kadın dayanışmasını büyüteceğine inandıklarını söyledi.

Süheyla Doğan ve Nusratlı köyü kadınları

Zeytin direnişçilerinden Kaz Dağları’na canlı bağlantı

“Kaz Dağlılar Doğasına Sahip Çıkıyor” projesi seminerlerinin ikinci ayağı Güzelköy’deydi. Güzelköylü kadınların toplanma üssü olan eski ilkokuldaki buluşmada, Soma’nın Yırca köyüne görüntülü bağlantı yapıldı. Yırca Köyü Muhtarı Mustafa Akın, zeytin nöbetinde, termik santral direnişinde sivil toplum kuruluşlarıyla dayanışmalarını, seslerinin sosyal medyada kulaktan kulağa yayılıp kocaman bir çığlık olmasını anlattı. Kesilen zeytin ağaçlarının acısıyla termik santrali köylerine yaptırmama zaferinin bir arada yaşandığı günlerde kadınların direnişinin en önünde olmasının önemine değinen Mustafa Akın, Güzelköy’e ümit verdi. Güzelköylü kadınlar da Yırca’ya, Kaz Dağlarını, sularını, topraklarını, geçmişlerini altın madencilerine karşı el ele ve en önde savunmaya devam edeceklerine söz verdi.

güzelköy yırca470_o

Çanakkale Barosundan da tam destek

Güzelköy buluşmasına Çanakkale’den katılan Çanakkale Barosu Çevre Komisyonu Başkanı Avukat Ali Furkan Oğuz, Çevresel Etki Değerlendirme Kararları ve ruhsatların iptali için 2007 yılından bu yana 47 dava açtıklarını ve bu davaların hepsini kazandıklarını, Kısacık Altın Madeni projesine karşı Kaz Dağları köylülerinin yanında olduklarını söyledi.

13265908_1081830445216470_2938350581879025368_n

Kaz Dağları’nın Güzelköylü kadınları, altın madeni direnişinden üretime evrilen dayanışma hikayelerini kendi elleri ve sözleri ile yazıp anlattıkça, umutlu bir ses daha katılacak Yırca’dan Kaz Dağları’na, Cerattepe’den Alakır’a, Karabiga’ya dolaşan rüzgara.

11205602_10208460097728764_6990559902758199443_n

DSC_0727

https://yesilgazete.org/blog/2016/06/04/kaz-daglarinin-guzelkoyunde-cok-guzel-hareketler/

Bozcaada Ekolojik Belgesel Festivali için son başvuru tarihi 15 Mayıs

Standard

Türkiye’nin sansürsüz festivali olma şiarıyla belgesel yönetmenleri ve izleyicileri için perdesini germeye devam eden Bozcaada Uluslararası Ekolojik Belgesel Festivali (BİFED), üçüncü yılında da, aynı gökyüzü altında direnenlerin hikayelerini, Çanakkale’nin rüzgarıyla serpilen üzüm bağları, Ege Denizi’nin vurduğu eşsiz kıyıları betonlaşmasın diye mücadele eden ilçesi Bozcaada’da bir araya getirmeye hazırlanıyor. 12-16 Ekim 2016 tarihleri arasında gerçekleşecek olan BİFED’in Uluslararası Yarışma ve Gaia Öğrenci Ödülleri Yarışması için başvurular sürüyor.

bifed

Daimi teması ekoloji olan BİFED, amacını, yaşadığımız dünyanın sorunları ve zenginlikleriyle ilgili filmlerin, her türlü sanat eserinin üretimine ve sunumuna yeni bir neden oluşturmak, bu çalışmaları ödüllendirmek, ciddi ve bağımsız bir alan yaratılmasına öncülük etmek olarak tanımlıyor. Bozcaada Belediyesi ve Bozcaada Turizm İşletmecileri Derneği (BOZTİD) tarafından  organize edilen festival, doğa, toplum, iş ve işçi sağlığı, göç, tarım, yerel haklar, tohum, gıda, kentleşme, enerji meselelerini konu alan filmleri gösterirken, hem yönetmenler hem de izleyenler için umut veren özgür bir platform olmayı hedefliyor. Festival, Fethi Kayaalp Uluslararası Belgesel Yarışması, Gaia Öğrenci Ödülleri YarışmasıPanorama Film Gösterimleri, Söyleşi ve Atölye çalışmaları ve Çocuk Filmleri bölümlerinden oluşuyor.

bifed başvuru

Geçen yıl yarışma bölümüne 45 ülkeden 180 filmin başvuruda bulunduğu festivale bu yılki başvurular 15 Mayıs Pazar günü sona erecek. Yarışmaya başvuran filmlerin konusunu çevre sorunlarından almış ve 1 Ocak 2012 tarihinden sonra çekilmiş olması gerekiyor. Yönetmenliğini Petra Holzer’in, koordinatörlüğünü Ethem Özgüven’in, başkanlığını Bozcaada Belediye Başkanı Dr. Hakan Can Yılmaz’ın üstlendiği festivalde, dereceye giren filmler için Fethi Kayaalp Büyük Ödülü 7.000 TL, ikincilik ödülü 5.000 TL, üçüncülük ödülü ise 3.000 TL , öğrenci filmlerini desteklemek amacıyla festivale geçen yıl dahil olan Gaia Öğrenci Ödülü ise 1.000 TL olarak belirlendi. Yarışmaya katılım koşulları ve başvuru formu http://www.bifed.org/ adresinde.

Sadece yarışmaya katılmak, dünyanın farklı yerlerinden yönetmenlerin perdeye yansıyacak filmlerini kaçırmamak, baskı ve sansüre karşı özgürlükten yana kullandığı dille dikkat çeken festivale dahil olmak için heyecanlanan yönetmenler değil, çevre felaketine ve yaşam hakkı müdahalesine dönüşen her türlü girişime karşı yaşamdan yana duran belgesel izleyenleri de, umutlanmak, ilham almak ve Bozcaada’yı bir de sonbaharda yaşamak için not etsinler 12-16 Ekim tarihlerini bir yere.

 

Şubadap Çocuk’dan havaya, suya, toprağa ekoloji temalı çocuk şarkıları

Standard

Denizler mavi olurmuş, neden neden?
Mevsimler hep değiştirmiş, nasıl nasıl?
Ben anlamazsam anlatamam ki, bulurum yolumu dene, yanıl.
Ateş mi yakar, güneş mi batar, sorular dünyalar kadar.
Şubadap şubadap şubi, şubadap şubadap şubidap…

Bu sözlerin altına gitar, yan flüt, bateri döşeyin ve çocukların sokakta dans ederek, oyun oynayarak söylediği bir şarkı düşleyin. Adını bu şarkının nakaratından alan, Praksis Müzik Kolektifi‘nin çocuklar için çocuklarla birlikte müzik ürettiği Şubadap Çocuk grubuyla şimdiye dek karşılaşmadıysanız, 15 Nisan‘dan itibaren paylaşacakları ve bunun için heyecanla harıl harıl çalıştıkları ‘Gökyüzü Kimin?’ albümünü bekleyin. Bu esnada Şubadap Çocuk’a biraz yaklaşmak, hatta ‘Şarkıların tüm hakları çocuklara aittir.’ diyen grubun bu niyetine dahil olmak isterseniz, hikayelerine kulak verin.

kervan852244_6034028506347959496_n

Üç – Beş Ağaç Kervanı’ndan Çocuklara şarkılar

Ekoloji mücadelesini müzikle görünür kılmak, yaşam alanları için direnenlerin arasında ulaklık vazifesi yaparak halka dayanışma ruhunun gücüyle, yalnız olmadıklarını hatırlatmak için ‘Doğa talanına karşı bir sanat siperi’ şiarıyla yola koyuldukları Üç – Beş Ağaç Kervanı‘ndan tanıdığımız Praksis müzik grubunun çocuk şarkıları yapma fikri, kervanın duraklarından birinde doğdu.  Gittikleri her yerde konser öncesi balonlar, boya kalemleri, pantomim ve oyunlarla çocuklarla bolca haşır neşir oluyorlardı ama Mersin’in Tarsus ilçesi, Boğazpınar köyündeki çocuklarla HES’lere karşı şarkı yapınca, üstelik o şarkı suç unsuru sayılıp yargılanınca, çocuk şarkıları yapmaya devam etmek kaçınılmaz oldu.

dinonun şarkıları

HES yapmak isteyen şirket, Praksis’in Boğazpınarlı çocuklarla birlikte yazıp söylediği şarkıdaki “HES yapma boşuna, yıkacağız başına” sözleri hakkında tehdit ve hakaret içerdiği iddiasıyla  suç duyurusunda bulundu.  Altı yaşındaki çocuklardan oluşan Boğazpınar Çocuk Korosu‘nun şarkısı, yargılandığı davadan beraat etti. ÇED toplantılarının dillere pelesenk sloganını haykıran nakaratının önüne, direnişin sebebine göre zaman zaman “termik”, zaman zaman “maden” alarak çevre mücadelesinin marşı haline geldi.

hes

Rivayet o ki, bir gün Boğazpınar’da bir öğretmen sınıfta haydi bildiğiniz bir şarkıyı söyleyin dedi, çocuklardan biri şen sesiyle “HES yapma boşuna….” diye başlayıp bu hikayeyi duyanları gülümsetti.  Şarkı aldı başını gitti, Boğazpınarlı çocukların selamıyla Yırca’da zeytin nöbetinde, Artvin Cerattepe’de, Kaz Dağları’nda, İzmir’in uzak mahallelerinde söylendi. Böylelikle oluşan Şubadap Çocuk müzik grubunun bu şarkısını, ‘Bomba yapan bay bilgin, hiç oyuncak yaptın mı?” diye soran “Bilmiş Çocuğun Şarkıları”, dinazorun ağzından evrimi anlatan “Dino’nun  Şarkıları” albümleri izledi.

şubadappp

3. albüm geliyor: Gökyüzü Kimin?

Parklarda, sokaklarda, çevre mücadelesi alanlarında, köylerde, okul bahçelerinde söylenen, CDleri dağıtılan, internetten indirilen Şubadap Çocuk şarkıları şimdiye kadar yüz bin çocuğa erişti. Çocukların çevrenin, doğanın farkında büyümelerini, ona zarar veren herşeyi bilmelerini ve birlikte nasıl korumaları gerektiğini müzik ve oyunla öğrenmelerini çok önemseyen Şubadap Çocuk, yeni albüm için Doğa ve Ekoloji temasını belirledi. Tüm şarkıların sözleri pedagog, psikolog, tiyatrocular, eğitimciler ve yazarların elinden geçti, Praksis besteledi, çaldı, çocuklar söyledi.

pantomim

15 Nisan’dan itibaren elden ele, kulaktan kulağa, ücretsiz dolaşacak olan “Gökyüzü Kimin” adlı albümün hazırlıkları hızla sürer, son kayıtlar alınırken konuştuğumuz Praksis Müzik Kolektifi‘nden Serdar Türkmen, Şubadap Çocuk’un yeni  albüm heyecanını ve detayları paylaştı.

şubadap

Havaya, suya, toprağa çocuk şarkıları düştü!

Doğa ve Ekoloji temalı 8 şarkıdan oluşan ve Gökyüzü Kimin? diye soran albümde, diğerlerinde olduğu gibi yine çocuk sesleri yükseliyor, yer yer bu neşeye kuş cıvıltıları karışıyor.  Bu albümde enstrüman çeşitliliği ve müzikal arayış da ön planda. Rock türündeki şarkıların arasında ‘Irmaklar Özgür Akacak’ rap şarkısı göz kırpıyor. ‘Zeytin Ağacı’ adlı şarkı, Praksis’in zeytin ve termik santral direnişiyle simgeleşen Yırca’da ateş başında birlikte nöbet tutup şarkılar söyledikleri Yırcalı çocuklara armağanı. ‘Çekirdeksiz Domates’, GDO’lu gıdalarla,  ‘Su’, suyun ticarileşmesi ve pet şişelere hapsolmasıyla, ‘Sivrisinek’, ‘Kurbağa Korosu’ ekolojik döngüyle, ‘Dinleyin Paragözler’, doğaya göz diken sermayeyle alakalı. ‘Gökyüzü Kimin?’ şarkısıysa, hepimizin çocukken güle oynaya söylediği  “Baltalar elimizde, uzun ip belimizde” diye başlayıp devamında aslında ağaç kesmeyi tarif eden şarkıya “Dur, doğa bizim, hepimizin” diyen bir başkaldırı…

şubadapp

15 Nisan’da video klibi de yayınlanacak ‘Gökyüzü Kimin?’ şarkısını Seferihisar Çocuk Belediyesi‘nde müzik çalışması yapan çocuklar, ‘Çekirdeksiz Domates’i ise Bodrum’daki BBOM Mutlu Keçi İlkokulu öğrencileri seslendirdi… Seyyar ekipmanlarla giderek “olay yeri” diye tabir ettikleri çocukların yaşadığı yerlerde kayıt yapan Şubadap Çocuk’un hedefi, şarkıların 5 milyon çocuğa ulaşması. Çocuklar hayal kurarak, soru sorarak, farkına vararak, eğlenip zıplayarak şarkılar söyledikçe başka müzisyenlerin de çocuk şarkıları yapması, halkanın yayılması.

yırca675796585_980449284_n

Halk sponsorluğu ile çıkan albümün tüm hakları çocuklarda saklı

Praksis Müzik Kolektifi’nin albümlerinin öne çıkan bir özelliği de, copyleft yani tüm haklarının bir şirkete değil halka, Şubadap Çocuk albümlerinde ise çocuklara ait olması. Üzerinde şirket bandrolünün değil, çocukların parmak izlerinin kalması. Çocuk şarkılarına genelde ticari yaklaşıldığını ve bu alanda üretim yapılmasına toplumun ihtiyaç duyduğunu ifade eden Praksis Müzik Kolektifi, kendilerinin bu işi sadece üreteni, kaydedeni olduğunu söylüyor. Bu gönüllü ve kolektif çalışmanın bir parçası olmak isteyenleri, diğer albümlerdeki gibi halk sponsorluğu ismini verdikleri ortaklaşmaya çağırıyor. Çocuk şarkıları yaparken özgür olmak, dayanışmayı çoğaltmak için bu yolu izleyen grup, şarkıların tüm çocuklara ve herkese ait olduğunu her fırsatta vurguluyor. Yayınlandıktan sonra internetten ücretsiz indirilebilecek albümün kayıt ve çocuklara elden dağıtım masraflarına elinden geldiğince katkı koymak isteyeler, subadapcocuk@gmail.com, www.subadapcocuk.org adreslerinden gruba ulaşabilir.

cerenn890843974302016_5447319350927549953_n

Defansta Doğayı Sevdiğini Söyleme Günü Taktiği

15 Nisan’dan itibaren  internetten ücretsiz indirilebilecek olan albüm için heyecanlı geri sayım sürerken, yeni şarkılar çocuklarla sokaklarda buluşmaya başladı bile. Bir süredir “Doğayı sevdiğini söyleme günü” etkinlikleri düzenleyerek çocuklarla buluşan Şubadap Çocuk, pantomim, drama, müzik ve resim dolu aktivitelerle çocuklarla doğayı, onu korumayı ve hayallerini konuşuyor. Sorular sorup, cevaplarını birlikte arıyor. Sıradaki buluşma 10 Nisan’da İzmir’in Foça ilçesi, Demokrasi Meydanında. Gökyüzü kimin? albümünün şarkılarının da söylenip CD lerinin dağıtılacağı etkinliğe tüm çocuklar davetli. “Sermaye İzmir’in kuzeyine göz dikti ve biz de buralarda çocuklarla defans kuruyoruz” diyen Praksis, müzik üzerinden kuruyor taktikleri. Savunmanın gücünün kaynağı, oyuncularının sevgisi. Bu müzikli, renkli, eğlenceli ve doğaya iyi niyetli oyuna katılmak isterseniz, takipte kalıp seslerine el vermeniz yeterli.

Kadınlar sokakta, kadınlar isyanda

Standard

8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nde Çanakkale‘nin sokakları mora, pembeye, sarıya, maviye boyandı. İsyan seslerine kadın kahkahaları karıştı.

kadınn018776278482065836_o

Çanakkale Kadın Platformu‘nun çağrısını yaptığı yürüyüş için yüzlerce kadın ve LGBTİ bireyler pankartları, düdükleri, cadı şapkaları ve gökkuşağı bayraklarıyla Dr. Mümtaz Pirinçciler Meydanı’nda toplandı.

kadınnn5824872082038970534_o

Meydanda kadın cinayetlerine, şiddete, ataerkil zihniyete, ayrımcılığa, baskıya, homofobiye karşı pankartlar dikkat çekerken, “Kadın, yaşam, özgürlük.”, “Jin, Jiyan, Azadi”“Kadınlar artık susmayacaklar.”, “Öz savunma haktır”, “Kadınlar barış istiyor.”, “Geceleri de sokakları da meydanları da terk etmiyoruz.”” Erkek adalet değil, gerçek adalet istiyoruz.” sloganları atıldı.

kadın730879975190583644_n

Basın açıklamasında artarak devam eden kadın cinayetlerine, adalet sistemine, toplumsal cinsiyet eşitsizliğine,  kadınların yaşam haklarına ve tercihlerine müdahale eden söylemlere, bunlara karşı büyüyen kadın mücadelesine, hak taleplerine ve dayanışmaya dikkat çekildi.

kadın34551502974_n

Çanakkale Kadın Platformu’ndan Güleda Erensoy’un okuduğu açıklamada şu başlıklar öne çıktı:

Eşitlik ve özgürlük talebimiz, adalet talebinin kendisidir. Kadınlar erkeklerle eşit ve özgür olmadıkça adalet eksiktir, adalet fikri yaralıdır.”

2015’te 303, 2016’nın ocak ayında 36  kadın kardeşimiz öldürüldü. Birçoğunun katili her şeye rağmen tahrik, sevgi, iyi hal indirimleriyle adeta ödüllendirildi. Mahkemelerde “seviyordum”, “kıskandım” diyen, kravatını takan katillerin iyi halleri görüldü. 10 yılda %1400 artan kadın cinayetleri, bu ceza indirimlerinin ve bir türlü çıkmayan yasal düzenlemelerin sonucudur.”

“Biz kadınlar her türlü savaş ve şiddet ortamının birincil etkilenenleri olarak, savaşın ve şiddetin seçenek olarak hayatlarımıza ve çocuklarımıza dayatılmasına karşıyız.”

kadınn553_3355933562451423931_o

Basın açıklamasının ardından yürüyüş başladı. “Kadınlar yaşam, barış, özgürlük için yürüyor.”yazılı büyük pankartın arkasında, şarkılarla, alkışlarla, sloganlarla yürüyen kalabalık, Çanakkale Kordon’da renkli görüntüler oluşturdu.

kaıdn85_1109907282606941087_n

bendir

Yürüyüş  Truva Atının önünde son bulurken, burada kurulan sahnede yerini alan Dina Etnik Ensemble müzik grubu, kadınları,  8 Mart için besteledikleri “Çık Sokaklara” adlı şarkıyla karşıladı.

dina meydan

İlk kez geçen yıl 8 Mart’ta sokakta şarkı söyleyen ve bir yıldan bu yana müziğiyle kadın mücadelesine ve dayanışmasına omuz veren Dina Etnik Ensemble, konsere gelen kadın erkek yüzlerce kişiyi, kendisine şiddet uygulayan, fuhuşa zorlayan kocasını öldürdükten sonra “Hep mi kadınlar ölecek?” diye soran Çilem Doğan‘ın, kadınlara 8 Mart için yazdığı mektupla selamladı.

dina745_o

Türkçe, Zazaca, Gürcüce, Azerice şarkılar söyleyen Dina Etnik Ensemble’ın kadın müzisyenlerine  dans ederek, şarkı aralarında slogan atarak eşlik eden kadınların halayıyla konser sona erdi.  Çanakkale’deki 8 Mart yürüyüşü, erkek şiddetine karşı kadın dayanışmasının ve birlikte ses yükselterek mücadele etmenin önemini bir kez daha hissettirerek güç verdi.

Bu haber Yeşil Gazete’de yayınlanmıştır.

https://yesilgazete.org/blog/2016/03/09/kadinlar-sokakta-kadinlar-isyanda/

Dina’dan kadınlara şarkılı çağrı: ” Çık sokaklara”

Standard

Kadın cinayetlerine, kadına şiddete, ataerkil zihniyetin biçtiği, kadını görmezden gelen rollere, ayrımcılığa, baskıya, tacize,  tüm bunların artarak devam etmesine karşı derdini müzikle anlatan, müziğin birleştirici ve iyileştirici gücünü kadın dayanışmasına katmak için Çanakkale’de bir araya gelen kadın müzisyenlerden oluşan Dina Etnik Ensemble, kadınlara 8 Mart hediyesi hazırladı.

İlk kez geçen yıl 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü‘nde enstrümanlarıyla sokağa çıkan ve bir yıldan bu yana seslerini çeşitli dayanışma ve direniş konserlerinde, kadınlarla buluştukları alanlarda yaptıkları müzikle çoğaltan Dina, tüm kadınları sokağa çağıran bir şarkı yaptı.

dina kadınları

Dina Etnik Ensemble, soldan sağa Çiğdem Ergun Güvenç, Nazlı Ezgi Canbay, Dilan Özgün, Feryal Günal, Tuğçe Temir, Aslıgül Şahiner ve Bircan Katırcı

Çık Sokaklara

8 Martta kadınlarla meydanlara, sokaklara çıktıktan sonra Çanakkale‘de verecekleri konserin provalarını yine sokakta alan grup, “Çık Sokaklara” adlı bestelerini sosyal medya hesapları üzerinden paylaştı. “Ne çiçeğim ne de ‘bağyan’, kadınım ben ayan beyan” sözleriyle başlayan şarkı, ataerkil sisteme kafa tutuyor. Kadınlara  “Al sazı eline, bağıra çağıra çık sokaklara” dedikten sonra,  “Eksik etek demişler bana, akşamın körü ne işim varmış oralarda, kız kısmı içinden gülermiş, bacaklarını örtermiş” sözleriyle başlayan uzun havada Dina’nın kadınları bolca kahkaha atıyor ve toplumsal cinsiyetçi kalıplaşmış cümlelerle dalga geçiyor. 

 “Taciz tecavüz hakmış bana aman, sebebi de tutkulu aşkmış hey hey” sözleriyle devam eden şarkı, kadınları öldüren, şiddet uygulayan erkeklerin ve sistemin “hafifletici nedenlerini” tanımadıklarını ve susmadıklarını haykırırken, kadına karışan, hoyratça dokunabileceğini sanan bütün ellere çekil diyor.

dina sokak

Çok sesli, farklı dilli, benzer hisli…

Farklı kültürleri müzikle yorumlamak, dil, din, ırk, cinsiyet farkı üzerinden ayrıştırılan ve öteki olarak adlandırılanlar arasındaki sınırları müzikle kaldırmak, kadına şiddete, kadın cinayetlerine karşı “Kadın’la Barış” mesajıyla çok sesli, çok renkli, farklı dillerden şarkılar söyleyen Dina Etnik Ensemble, adını mitolojide yetmiş dilde konuşmayı öğreten melek olarak geçen Dina‘dan alıyor. Konserlerinde Türkçe, Rumca, Zazaca, Gürcüce, Ladino dilinde şarkılar söyleyen, Kazım Koyuncu’ya selam göndermeden geçmeyen, bazen davulu alıp halay çektiren Dina Etnik Ensemble, dünyanın farklı yerlerinde farklı zamanlarda benzer hikayeleri, özlemleri, acıları, aşkları, sevinci, kederi, şiddeti, ayrımcılığı yaşayan kadınların sesini kulaktan kulağa taşıyor. Feministlerin “Kadın kadındır, çiçek babandır” sloganı da her konsere coşku katıyor.

Dina Almanya yolunda

Dina Etnik Ensemble’ın müziği bir yılda Çanakkale sokaklarından Kaz Dağları’na, Bozcaada’dan Bursa’ya, İstanbul’a ulaşarak Almanya’ya kadar vardı. Grup, Göçmen Kadınlar Birliği‘nin davetlisi olarak 6 Mart Pazar günü Almanya‘da sahneye çıkacak. “Erkekler kadınları öldürmese, taciz, tecavüz etmese, sokakta evde, gece gündüz özgür olsak, erkek kafalarınızı da ellerinizi de hayatımızdan çekseniz, “kadınlar” dünyayı çiçek bahçesine çevirir, işte o zaman hayat güzel olur!” diyen Dina,  8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Gününde yine doğduğu sokaklarda, enstrümanlarıyla, kadınlarla omuz omuza,  “bağıra çağıra” müzik yapacak, hayatın güzel olması umuduyla…

ÇIK SOKAKLARA
Ne çiçeğim ne de ‘bağyan’
Kadınım ben ayan beyan
Tutkun aşkın sende kalsın
Çek elini hayatımdan

Ne giymişim ne sürmüşüm
Nasıl gülmüşüm karışma sana ne
Gece de benim sokak da benim
Oturmayacağım evde işte

Var mı laf eden bütün bunlara
Bedenim bana namusum bana
Takma kafanı bulaşıklara
Al sazı eline çık sokaklara
Çık sokaklara bağıra çağıra
Bağıra çağıra

Eksik etek demişler bana
Akşamın körü ne işim varmış oralarda
Kız kısmı içinden gülermiş, bacaklarını örtermiş aman,
taciz tecavüz hakmış bana aman
sebebi de tutkulu aşkmış hey hey
al aşkını çal başına
böreğini de pişir erkek başına

Dina Etnik Ensemble

 

 

 

Kaz Dağları’ndan Cerattepe’ye zeybek ve horonla selam

Standard

Artvin Cerattepe’de bakır madeni çıkarmak isteyen Cengiz Holding’e karşı günlerdir direnen Artvin halkına, Kaz Dağları direnişçileri horonlu zeybekli selam gönderdi. Çanakkale Cumhuriyet Meydanı’nda toplanan yaklaşık 200 kişi, tulum ve kemençeyle horon, klarnet ve davulla zeybek oynayarak, ‘Cengiz’e Dur’ dedi.

artvin horon

İda Dayanışma Derneği’nin öncülüğünde bir araya gelerek Cerattepe direnişine destek vermek için geçtiğimiz günlerde Artvin’e giden Bozcaada Forum, Etili Çan Dayanışması, mahalle meclisleri, çeşitli meslek odaları ve sivil toplum kuruluşlarından oluşan 27 kişilik grup, oradaki deneyim ve izlenimlerini Çanakkale halkı ile paylaşmak için “Zeybek – Horon Kardeşliği” etkinliği düzenledi.

cer

Çanakkale Karabiga’da termik santral, Artvin Cerattepe’de maden ile doğayı ve yaşam alanlarını tehdit eden Cengiz Holding’e karşı direnen iki bölge arasında kurulan dayanışmayı büyütürken, Cerattepe’nin mücadele ruhu Çanakkale’ye, Kaz Dağları’na ulaşıp moral verdi.  Üzerinde “Diren Cerattepe, Kaz Dağı seninle”, Diren Artvin, Çanakkale Seninle” yazılı pankartlarla dayanışmanın süreceği mesajı verildi.

artvin

Meydanda tulum ve klarnet art arda çaldı, önce horon ardından zeybek oynandı. Artvin direnişinde ortaya çıkan
“Cerattepe düşerse Kazdağı düşer” , “Cengiz’e dur de” sloganları bir kez  daha atıldı.

cerrr

Zeybek Horon Kardeşliği etkinliğinde Artvin’e telefon bağlantısı da yapıldı. Cerattepe direnişinin simge isimlerinden Yeşil Artvin Derneği Başkanı Nur Neşe Karahan, Çanakkale’nin horonlu zeybekli selamına, “Artvin’deki bütün canlılar adına destekleriniz için teşekkür ediyoruz. Yüreğimiz bir, mücadelemiz bir. Hep birlikte mücadele edersek kazanmama şansımız yok.” sözleriyle karşılık verdi. Nur Neşe Karahan, “20 seneden fazladır Artvin’de bütün canlılar adına yaşamı savunuyoruz. Cerattepe bölgesi bir dünya mirası, gelecek kuşaklara bırakılması gereken olağanüstü bir doğa. Bu maden sadece Artvin’in değil, hepimizin sorunu. Sonuna kadar mücadele etmeye devam edeceğiz ve inanıyorum ki kazanacağız. Başka Artvin yok, başka Kaz Dağları yok.” dedi.

neşe karahan

Telefonla Çanakkale halkına sesini duyuran bir başka Cerattepe direnişçisi Güllü Tekin’in, “Artvin bizimdir, bizim kalacak. Davamızda haklıyız. Mücadelemize sonuna kadar devam edeceğiz.” sözleri büyük alkış aldı.

artvin il

İda Dayanışma Derneği Başkanı İlhan Pirinçciler, “Artvin’in kadın, erkek, siyasi parti, yaş, meslek ayrımı gözetmeyen birleşik mücadelesini, samimiyetini, zerafetini ve direniş ruhunu Çanakkale’ye taşımak istedik. Cengiz Holding sadece Artvin’de değil, Karabiga’da da doğa talanı yapıyor. Karabiga’nın doğa harikası kıyılarında, halkın direnişine rağmen yasadışı termik santral inşa ediyor. Artvinliler  Cerattepe’de Cengiz Holding’e nasıl dur diyorsa, biz de Karabiga’da, Ağı Dağı’nda, Kaz Dağları’ndan dur diyoruz Cengiz ve Cengiz gibi şirketlere.” dedi. Yaklaşık iki saat süren etkinlik, tulumun ses verdiği horonla sona erdi.

 

 

“Tohumlar Kampüse” Çanakkale 18 Mart Üniversitesi’nde

Standard

Buğday Ekolojik Yaşamı Destekleme Derneği‘nin “Doğa Dostu Kent Bahçeleri – Tohumlar Kampüse” projesinin sekizinci bostanı Çanakkale’de kuruldu. Üreticilerden toplanan yerel tohumlar, Mersin Üniversitesi, Adana Çukurova Üniversitesi, ODTÜ, İTÜ Taşkışla, İzmir Yüksek Teknoloji, Ege ve Balıkesir Üniversitelerinden sonra Çanakkale 18 Mart Üniversitesi’nde toprakla buluştu.

bostan genel

En temel ihtiyacımız olan gıdanın kaynağından gittikçe uzaklaşmamız, yediklerimizin nasıl, ne şartlarda, ne kadar üretileceğinin kararını başkalarına bırakıyor olmamız noktasından sorumluluğu ele almak, üretim sürecine bir yerinden dahil olmak, toprakla kopan bağımıza ilmek atmak düşüncesinden yola çıkan Buğday Derneği, atalık tohumları özenle doldurdukları keselerle bir süredir kampüs kampüs gezip gönüllülerle birlikte bostan kuruyor. Bostanlara sadece bakla, kereviz, marul değil, ekolojik dönüşümün tohumları da iyi niyet temennisiyle saçılıyor. Proje ile, tüketimin yoğun olduğu şehirlerde tüketicinin dahil olduğu ekolojik çözümler üretilmesi,  yerel tohumların öneminin anlaşılması, sağlıklı gıda üretimi ve kurulacak doğa dostu bahçeler için sorumluluk alacak toplulukların organize olması hedefleniyor.

IMG_0791

Çanakkale 18 Mart Üniversitesi Terzioğlu Yerleşkesi’nde, Fen Edebiyat Fakültesinin arkasında boğaza ve çam ağaçlarıyla kaplı bir vadiye bakan Çomü Bostanı‘nın çoğunluğu öğrencilerden oluşan gönüllüleri de “Tohumlar Kampüse” çağrısının peşinde bir araya geldi. Proje koordinatörü Hakan Gönül‘ün Pan Görsel Kültür Derneği’nde verdiği teorik eğitimde, tohumun döngüsüne dahil olma sürecinden  kompost yapımına, ekolojik yaşama dair pratik bilgilerden tohumlara bostan ekibinin sahada ihtiyaç duyacağı bilgiler paylaşıldı. “Herhangi bir bitkinin tohumdan bir sonraki tohuma olan döngüsüne şahit olabilen insan, o tohumla birlikte doğanın ritmini, güneşi, rüzgarı, böceği, toprağı, suyu, atalarından kalan içsel bilgiyi, sevgiyi, aidiyeti tekrar hatırlayan şanslı kişidir.”  diyen Hakan Gönül, kişisel dönüşümün ve dünyanın geleceğinin de bu deneyimde saklı olduğunu ifade etti.

pan

Eğitimin ertesi günü bostan ekibi, keresteyi, çiviyi, çekici, kazmayı, küreği ele aldı, Çomü Bostanı’nın imeceyle doğuş hikayesi başladı. Beş gruba ayrılıp yükseltilmiş sebze yataklarını yapan ekip zemini tesviye edip sebze yatakları yerleştirdikten sonra bostana tonlarca toprak taşıdı.

bostan devam

Yükseltilmiş sebze yataklarını dolduran toprağın arasına gübre serpiştirilirken, bir yanda kompost yapılacak alan hazırlandı. Bostanı kurarken kullanılan ve ileride de lazım olacak alet edevatı saklamak üzere bir malzeme kutusu el birliğiyle yapıldı. Bostanda çalışırken dinlenmeye,  yeşerip ürün veren tohumların hikayesi eşliğinde çay içmeye, manzarasını keyifle izlemeye  bank görevi de üstlenecek alet kutusunun üstüne hem gölge etsin hem de yağmur suyunu saklasın diye bir çatı tasarlandı.

tohum genel

Ve bostanın ilk tohumlarının toprakla buluşma anı… Takasla sağlanan, üreticilerinden alınan yerel bakla, kereviz, pırasa tohumları önce hissetmek için avuçlara alındı, sonra “kurda, kuşa, aşa” niyetiyle toprağa saklandı. Marul, dereotu, lahana, ıspanak gibi kışlık tohumlarsa çimlendirildikten sonra bostana ekilmek üzere bostan ekibinin çalışırken içtiği çayların bardaklarına ekildi. Tohumların can suyunu yağmur verdi.

tohum

Proje koordinatörü Hakan Gönül, “Herkes kendi tohumuyla kendi deneyimini yaşayacak. Bostan ekibindir, tohumlar ekibe emanettir. Çimlenen tohumlarımızı fide ekim şenliğiyle bostanla buluşturacağız. Umarım bostandan alacağımız tohumları da dönüm dönüm ekeriz.” Üniversitenin Çevre Topluluğu akademik danışmanı Coğrafya Bölümü Öğretim Üyesi Yardımcı Doçent Doktor Faize Sarış,”Ekip yıllardır beraber çalışıyormuş gibiydi. Herkes çok mutlu bir şekilde işin bir ucundan tuttu. Çok farklı bir paylaşım oldu. Bostan bize ait, hepimiz için özel bir alan oldu. Dileğimiz üniversitenin de bostana sahip çıkması ve hep birlikte genişletmemiz.” dedi.

IMG_0829

Tohumlar Kampüse projesinin Çanakale’ye de uğraması sürecinde rol alan Permakültür Çanakkale ekibinden Timuçin Şahin, “Bostanın kurulması hepimize umut verdi, evrileceğini düşünüyoruz. Üniversitede bostanın sürmesini sağlamaya devam edeceğiz, etkinlikleri takip etsinler.” dedi.

Çomü Bostanı’nın etkinliklerinden ve ilk tohumlarının büyüme hikayesinden haberdar olmak için, https://www.facebook.com/groups/comubostan

Tohumlar Kampüse ile Buğday Derneği’nin diğer proje ve etkinlikleri için http://www.bugday.org

 

 

Mülteci Çocuklar İçin Örüyoruz

Standard

Fotoğraflarda görüyoruz onları… Acıya, korkuya, ölüme, hasrete, açlığa, susuzluğa, soğuğa, kanlı, yıkık sokaklara şahit, bedenlerine büyük gelen yorgun bakışlarını… Bilinmezliğe yürür birbirine yetişemeyen minik adımları. Ailelerinden biri ya da bir yakınları yanlarındaysa, sıkıca bağlanır ona hayata tutunur gibi avuçları. Diğerinde ya arkalarında bırakamadıkları bir eşya, bir yastık mesela, küçük bir çuval, battaniye, oyuncak, hayalini kurdukları yeni hayatlarına savaştan kaçırdıkları… Taşıdıkları yük ağır gelir de belli eder halleri çocuk olduklarını. Ele verir gözlerinden belli belirsiz geçen ışıktaki umut ve çocuk olmalarındandır toza bulanmış minik elleri ile soluklandıkları yerlerde oyun kurmaları.mülteci 22                                                                                  Fotoğraf:Deniz Pirinçciler

İçinden facia, mülteci, bot, dram geçen haberlerden biliyoruz onları… Elimiz titreyerek tıklıyoruz son dakika diye önümüze düşen, Ege’nin soğuk sularına karışan sonlarını. Rakamlar açıklar mı savaştan kaçıp denizde boğulan, insanlığın kaçta kaçı? Kıyıya vuran küçük bedenlerin sessiz çığlığı yayılıyor kıyılardan dünyaya, simge oluyor da yaşananlara, yetmiyor durdurmaya. Çaresizlik ve öfke vuruyor kıyılarımıza.

mülteci 1

                                                                                        Fotoğraf:Deniz Pirinçciler

Küçük bir kızın saç örgüsü kesiliyor sonra, pembe tokası ile ucunda… Kalmalı doğduğu topraklar gibi kıyının bu tarafında… Ağırlık yapmasın diye o küçük kıza, olur da bindiği bot batarsa… Canları turuncu yeleklerine emanet, bir de uzun pazarlıklarla ulaşılan, taşıyabileceğinden çok daha fazlasını yük (!) olacakları o basit, yamalı, ilk kez binecekleri lastik bota. İnsanlığın en vahşi öyküsünün tam ortasında, doğup büyüyemedikleri topraklardan çok uzakta, uyku vaktini beklerler kuytularda. Karanlık çökünce, hayaller fora dört bir yanı denizlerle çevrili umuda…

bot

                                                                                                Fotoğraf: DHA

Sokaklarda rastlıyoruz onlara… Kaldırımlarda. Daha güvenli olur diye muhtemel, o lastik botun ortasına oturtulmadan önceki karşılaşmalarımızda. Kayboluyor yüzlerinde hikayelerini ve bekleyişlerini taşıyan izler, yanlarından geçip gittikçe hızla… Sıradanlaşıyor, görünmüyor telaşlı kalabalığımızda… Belki de bir yerlerde tesadüf etmiş, gülümsemiş, sohbet etmiş ya da hiç farketmemişizdir. Kanıksadığımızdan, hatta önümüze çıkıp hatırlattıklarından sanki onlar sorumluymuş gibi kızıp uzaklaştığımızdan teğet geçmişizdir. Hatırlarız o son dakika haberini içimiz titreyerek açıp, denizin ortasında savaştan barışa taşıyacağına inanarak bindikleri botun devrilişini izlemeye dayanamayınca. Bir şey yapamamanın huzursuzluğuyla…

IMG-20151209-WA0013

İzmir’de Karşı Bisiklet adlı grup da her gün Konak’da, Basmane’de, artık her yerde rastladıkları mültecilere teğet geçmek değil, durup umuda yolculuklarına iz bırakmak ve barışı çağırmak niyetiyle işte tam da bu noktadan çıktı yola…  Başına # koyup, Mülteci Çocuklar İçin Örüyoruz dediler bu niyetin adına… “Çevre kirliliğine, nükleere, savaşa, ırkçılığa, trafiğe, orman ve kültür talanına KARŞI BİSİKLET !” olagelmişti mottoları birlikte pedal çevirmeye başladıklarından bu yana.

Çocukları ısıtmaya iki yün yetiyorsa… 

Gruptan Gamze Sürücü’nün anneannesinin, iki yaşındaki torunu Ekin’e, kazak örmek için iki yün istemesiyle doğdu kampanya. Madem ki iki yün ve biraz emekle bir çocuk ısınabiliyordu, mülteci çocuklar için de yapılabilirdi bu soğuk havada. “Mülteci halklarının acil ihtiyaçları dışında ortak bir duygu yaratmak, barışa ve kardeşliğe olan inancımızı çoğaltmak,bu soğuk kış günlerinde çocukların yüzünü biraz güldürmek, içlerini biraz olsun ısıtmak için kazak, yelek, bere, eldiven gibi kışlık giyecekler örüyoruz” çağrısı kulaktan kulağa yayıldı, büyüdü dayanışma…

karşıbisiklet5

Önce Karşı Bisiklet grubu ve yakınları örmeye başladı. Mülteci çocuklar için örüyoruz kampanyasını duyan, savaşa karşı barışı haykırmanın imeceyle üretime dönüşmüş haline kendi imkanınca bir ilmek attı. Örgü bilmeyen ya da zamanı olmayanlar yün, şiş aldı. Annesine, teyzesine, anneannesine, örebilen komşusuna, evde olan tanıdıklarına götürüp, onları giyecek çocukların hikayesini de anlattı. Balıkesir Üniversitesi’nden bir grup öğrenci harçlıklarını yolladı. Minik minik, rengarenk, sevgiyle örülmüş kazaklar, bereler, atkılar böyle ortaya çıktı.

karşıbisiklet2

Yeni yıla birlikte girdiler

Kısa sürede iki çuval örgü giysi toplandı. İzmir’de mültecilerin sorunları ve ihtiyaçlarıyla ilgilenen Halkların Köprüsü Derneği ile işbirliği halinde süren kampanyanın ilk paylaşımı yılın son günü yapıldı. “O çocuklar çıplak ayaklarıyla yürüdükçe biz üşüdük. Yalnızca onların küçük bedenlerini değil, ötekileştirmeyle, vurdumduymazlıkla üşümüş insanlığımızı da ısıtmaya ihtiyaç duyduk. Onlar için ayırdığımız zaman ve emeğimizle düşünüldüklerini hissettirmek, ördüğümüz giysilerle ellerimizin sıcaklığını taşımak istedik.” diyen Gamze Sürücü gibi bu paylaşıma ortak olmak isteyen Karşı Bisiklet, Halkların Köprüsü Derneği, Siyah Pembe Üçgen Derneği ve üniversite öğrencilerinden oluşan bir grup, yeni yıla mülteci çocukların sıcak gülümsemeleriyle girdi.

945297_1660341027576191_8477368125836448623_n-1

Barışa ilmek atmak için örüyorlar

İki yıl önce “Gel savaşın tekerine çomak sokalım” sloganı ile İzmir’den Hatay’a barış için bisiklet turu düzenleyen, geçen yıl Suruç’daki mülteci çocuklar için giysi yardımı toplayan Karşı Bisiklet, herkesi mülteci çocuklar için, sevgi ve barışla, savaşa karşı bir ilmek atmaya çağırıyor. “Toprağın üzerine çizilen sınırlar, acıların hayatlarımıza karışmasına engel değildir. Savaşların en büyük mağduru olan çocuklar sokakta, insani şartlardan uzak dört duvar aralarında açken, üşürken ve hayalleri ellerinden alınmışken, herkesin yaşananların bir parçası olduğunu fark edip sorumluluk alması gerekir. ” diyen grubun amacı, giysi ihtiyacını karşılamaktan öte, bu bakışı yakalayıp kalıcı çözümler için mücadelenin çoğalması.

karşıbisiklet4

Ben ne yapabilirim? 

Sadece iki şiş ve iki yumak yünle dahil olabilirsiniz Mülteci Çocuklar İçin Örüyoruz dayanışmasına. Örgü bilmiyorsanız ya da zamanınız yoksa yün alıp gruba gönderebilir, toplanan yünleri örebilen tanıdıklarınıza ulaştırabilir ya da onlara hikayeyi anlatarak çocuklar için örmelerini isteyebilirsiniz. Kampanyayı çevrenizde duyurabilir, sosyal medyada paylaşabilir, kadın dernekleriyle, topluluklarla iletişimi sağlayarak dayanışmayı çoğaltabilirsiniz. Şimdiye dek toplanan örgülerin hepsi çocuklara ulaştı. Ķış daha yeni başlıyor ve daha çok örgüye, yüne ihtiyaç var. Dahası savaştan kaçan çocuklarla sevgi, emek, dayanışma, barış, umut renginde küçük anlar paylaşmaya… Gözlerinin içine bakıp hayatlarına dokundukça, belki bir kazakla ya da sadece sarılarak, ruhumuzun da onlarla birlikte ısınmasına…

 #Mülteciçocuklariçinörüyoruz projesine dair gelişmeler ve duyurular 

 facebook.com/karsibisiklet hesabı üzerinden paylaşılıyor.

Kampanyaya katılmak isteyenlerin örgüleri ve yünleri İzmir’de bırakabileceği, farklı şehirlerde yaşayanlar için  posta adresleri

CİNATI KAFE: 1469. Sk. No: 3 Alsancak/İzmir

KIRMIZI KAFE: Kıbrıs Şehitleri Cad. 1448 sokak No:7 Alsancak/İzmir

Detaylı bilgi ve iletişim için karsibisiklet@gmail.com

Ayrıca Halkların Köprüsü Derneği mültecilerin giysi, eşya, erzak, ilaç gibi ihtiyaçları için malzeme toplanmaya ve dağıtmaya devam ediyor.
http://www.halklarinkoprusu.org

Haber: Güneş Dermenci

Yeşil Gazete