Tag Archives: Balans ve Tolerans

Luxus Orta Dünya Müzikleriyle Güler Yüzlü Bir Sokak Hareketinin Peşinde…

Standard

Korunaklı masalında etrafı milimetrik çizgilerle sarılanlara;  e57dcda5cd209d9de47a8452e1b505648dfa6910
Kapacak köşe ararken zarardan dönülecek köşeleri kaçıranlara,
sabahın sekizinde fırfırlı eteğiyle, kravatıyla
telaştan, koşuşturmaktan derbeder
herşeyden kaçmak isterken;
yüzünde zoraki bir gülümseme bulanlara,
Aklı karışanlara, başı zonklayanlara;
Balansı tutturamayınca toleransı olmayanlara,
Şirin babanın bile bunaldığı dünyaya dayanamayanlara,
dayatılanların farkında; sistemin bebeği olmayanlara
kendi sesini, rengini, şarkısını arayanlara merhaba,
diye yaparım açılış anonsumu radyo programında…
Luxus çalar fonda; ‘Hayat zaten Bi’lareya…’

Onlar da yeri hazin gözlerle arşınlayan bakışlardan sıkılanlara,
Tekrarlandıkça içi boşalan bir takım karanlık argümanlar yerine
hayatın dandikliğine takla atanlarla, dil çıkaranlarla birlikte söylüyorlar şarkılarını
bıyık çiziyorlar sevimsiz suratlara…
Müziklerini yolcu kapasitesi geniş bir cadı süpürgesine benzetmeleri ondan manifestolarında…
Şarkı sözleri de bir o kadar kıvrak, eğlenceli
Gönlüm kupkuru bir çöl, susuzum yanıyorum derken zıplattıkları,
sen bunu al felek diye diye göbek attırdıkları müzikleri gibi…

luxus
Luxus güler yüzlü, kendine özgü müziğiyle sahnede 2005’den bu yana…
Kah iflah olmaz muzip ruhlarını katarak yaptıkları coverları,
kah Alper Bakıner’in lezzetli kaleminden çıkan kendi şarkılarını söylüyorlar
türler arası ve ya Oriental Blues olarak betimlenebilecek bir tavırda…
Kamucan Yalçın klarnetiyle eşlik ediyor Alper’in kemanına…
Ozan Akgöz akordeonda, Burak Beyrek davulda,
Payam Ghasemi ve Cem Kurt gitarda
Grubun fıtratında var doğaçlama.
İki albüm çıkardılar, üçüncüsü ekimde raflarda
İlk albüm Acayip Şeyler’in ismine yakışır biçimde bir hikayesi var ikincisinin;
Bildiğimiz bir lira, Bi’lareya’ya düşmüş işportada
Al sana sistemin diline bir çizik daha…
Albüm kayıtları için stüdyoya girmeden,
sıcaklarda bünyeyi hoş tutan müzikleriyle güneye göç etmeden önce
‘ahaliyle’ buluştukları son konserlerden birinden denk geldik Luxus’la Çanakkale’de…
Yeni albümden artık ‘orta dünya’ diye tanımladıkları müziklerine,
sistemin bize yapmak istediklerinden dans ederek gerçekleşecek güler yüzlü devrimlere
neler konuştuk neler konser öncesinde…
Buyrun, Luxus eşrafından Kamuan Yalçın ve Alper Bakıner sizlerle 🙂

DSCF6043

Latince’de ‘ışıklar’ mış Luxus’un kelime karşılığı…
Müziği sokakta arayan, öğretilenlerin dayattığı kalıbın dışında nefes alan, uymayan, derdini de neşesini de eğlenerek anlatan, ritmin peşinden çağırdıkça kalabalıklaşan, kişisel özelliklerini ayrı ayrı koruyup özgürce müziğini yaparken bir yandan da bir arada bu kadar güzel duran müzisyenlerden oluşan   gruptan saçılan rengarenk ışıklar, olarak da genişletebilirim sıkı bir dinleyeniniz olarak bu tanımı…

Alper Bakıner: Herkesin yakalayabileceği bir şey değil bu, çok şanslı hissediyorum kendimi. Grup arkadaşlarıma yoldaşlarım diye bakıyorum, sonuna kadar beraber yürüyeceğim insanlar… Onların da böyle hissettiğini biliyorum. Grubun akordeoncusu Ozan ve klarnetçisi Kamucan’la 1996’da Marmara Üniversitesi Müzik Bölümü’nde tanıştık. Orada bile bizi mutlu edecek, kendimizi ifade edebileceğimiz müziği konservatif bilginin dışında bir yerde aradık. Bilgilerimizi de hiçbir zaman reddetmedik; o bilgiler hep durdu ve bize çok yardımcı oldu ama bir noktada artık başka şeylerin peşine düşmek lazım; yaşayan müziklerin… Biz hep böyle düşünüyorduk, o yüzden de bir aradaydık. Luxus’u 2005’de kurduk. O zamandan beri birlikteyiz. Gruba sonradan katılan arkadaşlarla sıkı bir şekilde devam ediyoruz yola…

Kamucan Yalçın: Tutkuyla bağlıysan eğer yaptığın işe; müzikte ya da herhangi bir meslekte, bir sorun olmuyor. Bu iş de dışarıdan göründüğü kadar keyfekeder ve entelektüel değil sadece; çok ciddi bir beden eğitimi istiyor. Kendinize çok iyi bakmak zorundasınız; serserilik kısmı işin biraz cilası, dışa yansıması… Bu tip koşullarda tutunmak ve performansa sağlıklı bir şekilde devam etmek istiyorsanız, gerçekten çok sağlıklı yaşamanız gerekiyor. Bizim hiçbir zaman hayattan çok büyük maddi beklentilerimiz olmadı. Başka tür bir ahlak peşindeyiz. Üç otuz paraya çorba kaynasın ki biz severek yaptığımız işi yapmaya devam edebilelim derdindeyiz. Elbette harika paralar kazansak harika olur ama eğer başka şeyler yapmamız gerekiyorsa para kazanmak için; yapmadık, yapmıyoruz, yapmayacağız. O yüzden de çok mutluyuz, çok eğleniyoruz. Sokak sadece bir tür alternatif sahne biçimi değil, hayatın ta kendisi… Dolayısıyla da orada olmak gerekir.

‘Biz son kalan kar birikintisini oynaşmaya mekan tutmuş iki çılgın kedi için çalarız yalnızca, lakin herkes bundan sebeplenir’ diyorsunuz ama en çok siz sebepleniyorsunuz, sahnedeki enerjinize bakınca : )

Alper: En önemli kıstas bu. Birbirimize baktığımız bir dairede gibi hissediyoruz kendimizi sahnede. Evet hepimiz seyirciye dönüğüz ama sanki birbirimizle müzik yapıyoruz ve bundan büyük keyif alıyoruz. Biliyoruz ki biz keyif almazsak karşımızdakinin keyif alması mümkün değil…

Kamucan: Enstrümanınıza hakim olmanız gerektiği kadar, yaptığınız müzikten keyif almalı, o anın içinde olmalısınız. Bir ameliyat masası başında akşam ne pişirsem diye düşünen cerrah kadar tehlikeli, sahnede başka şeyler düşünen bir müzisyen… Çok ruhsal bir şey sahneden dinleyiciye geçen… Bunu anlamak için hiç kimsenin korkunç bir akademik eğitime, müzik eleştirmeni donanımına ya da iyi bir kulağa sahip olmasına gerek yok. Biz seyirciyi mutlu etme derdindeyiz. Galiba sahnenin önünden de eğlenceli görünüyoruz; iyi şeyler geçiyor insanlara, başka hiçbir şey istemiyorum hayatta...

Ben ilk kez canlı izleyeceğim sizi ama videolarınızdan bile geçiyor o yerinde duramama hali…

Alper: O zaman sıkı durun, umarım antrenman yapmışsınızdır çünkü bu akşam epey zıplayacaksınız 🙂
Kemerleri çözün, uçuşa geçiyoruz !


Sosyal medyaya da yansıyor Luxus’un eğlenceli ritimleri, bu kendine has dili… İyi bir iletişim halindesiniz “ahali” diye seslendiğiniz Luxus muhipleriyle… Grubun günlük hallerini, gelişmeleri hemen paylaşıyorsunuz facebook sayfasında; konserlerle ilgili aksaklıklar da dahil buna.

Alper: ( gülüyor) Evet, bunu önemsiyorum çünkü; içten olmak lazım. Arada naylon bir his gördüğüm ya da hissettiğim zaman hoşuma gitmiyor. En yakın arkadaşımla nasıl konuşuyorsam, sosyal medyada da aynı şekilde konuşmayı seviyorum. Buradan da söylemiş olayım, ben yazıyorum o yazıları, yanıtları 🙂 Bir manifestomuz var, onu da Kamucan’la beraber yazdık; Luxus, boynunuzdaki kravatın yasaklanmış göbek atma isteğidir. Terli terli su içmenin yegane bahanesidir.

Web sitesi de en az Luxus ve manifestosu kadar renkli, eğlenceli …

AlperSite Kamucan’ın çizimi… İkinci albüm kapağındaki çizimler, yazılar da ona ait, eli oldukça maharetli : )

luxus1

 

Kamucan: Bize daha çok gider gibi düşündüm öyle bir şeyi, imkan ve vakit olsa başka fikirler de var. Parlak parlak, oradan buradan fırlayan birtakım aplikasyonlar yerine, bizim hayatta kotarmaya çalıştıklarımıza benzer bir şey olsun istedim, derdimizi doğru düzgün bir şekilde ifade etmesini… Çok da pırıl parlak, steril bir halimiz yok bizim, o yüzden sitenin bizi yansıttığını düşünüyorum. Zaten ilk mesajının da hala ‘site açıldı’ olması 🙂
Onu bir ara güncellemeliyiz 🙂

Lokomotifi çok sık kullanmışsınız çizimlerinizde… Var mı özel bir anlamı Luxus sözlüğünde?

Kamucan: Alper’in şarkı sözleriyle alakalı bir şey… Kişisel hayatımda birisi beste yaptım diye geldiğinde her zaman büyük bir tedirginlik hissederim. Fikriniz sorulduğunda, kötü olan bir şeye iyi olmuş diyemezsiniz, bu çok önemlidir. Alper’in bütün bestelerini hep çok beğendim. Aynı şey yazdığı sözler için de geçerli. Bunlar çok güzel, bizim hayatımızla birebir bağlantılı sözler…  Lokomotifin hikayesine gelince, ilk albümü hazırladığımız zamanlar Alper insanüstü bir çalışma temposu içindeydi. Günde 4 – 5 saat uyuyordu, özel bir okulda öğretmenlik yapıyordu. Çok mutsuzdu, kravat takıyordu. Sirkeci tren hattını kullanıyordu. Bu onun için; oradaki kentsel dönüşüm ve bize benzemeyen ölsün tavrıyla yeniden tasarlanan şehrin turistik yıkım turu gibiydi. Bizim en büyük sıkıntımız, ilerleme adı altında bize sunulan ve kendine özgü, çeşitli olan ne varsa öldüren ideoloji biçimi… Diyor ya zaten şarkıda; bu trenin ben hoşuna gitmem , hayat zaten bi’lareya… Tren neşeli, içinde şenlik barındıran farfarlı bir şey biryandan da… Bir sürü müzisyenin bir trene doluşup gittiği an da öyle… Alper’in etrafında dolaşmayı sevdiği çeşitli imgeler var böyle hayatlarımızla ilgili; tren ve elma gibi… Hayatlarımız ortak olduğu için bunlar, üzerine düşünmeyi sevdiğimiz, kendi içimizdeki kadim arketiplerimiz…

logo

Luxus, 3. albüm için geri sayıma başladıSosyal medyada paylaşıyorsunuz gerçi prova, kayıt hallerinizi ama biraz tüyo istesem, bu kez nasıl süprizler bekliyor bizi? 

Alper: Sürpriz coverlar olacak yine, bir tanesi garanti, bir tanenin arayışı içindeyiz. Umuyorum ki sekiz şarkı olacak. Şu an altısı ve bir coverımız tam olarak bitti. Yedincisinin provaları bitmek üzere. Ben iki şarkıyı daha yazmak için inzivaya çekildim. Kayıtlara başladık. Ekim ayında albümün çıkmasını umuyoruz, buradan da onun müjdesini vereyim.

Kamucan: Mutfak fokurduyor, iyi gidiyor. Luxus’un kendi içindeki diskogrofisinin de iyi gittiğini düşünüyorum. Genel ortalama söz konusu olduğunda; ritmik olarak sakin demek iyi olmaz, kudurmayı seviyoruz sonuçta, biraz daha kıvamlı, demli bir durum söz konusu…  Sözler geçen sene başımıza gelen, başına gittiğimiz olaylarla paralellik içeriyor. Başımıza gelenleri anlatıyor yine Alper, biz de destekliyoruz. Daha fazla detaya girmiyorum, albüm süreci değişken ve hassas olduğu için yalan söylemiş olmaktan korkuyorum. Dediklerim değişebilir, grup başka bir hale sokabilir. Sağlıklı gidiyor.

Grubun tromboncusu Mikail Şimşek, toprak beni çağırıyor deyip Olimpos’a yerleşmeden önce 7 kişiydiniz ve Bi’Lareya’da aynı ekiptiniz. O albümün dişi enerjili olduğuna dair bir yorum okudum ve bu çok hoşuma gitti, nihayetinde Kamucan kalabalık grubun tek kadın sesi…    

Kamucan: Metin de dişi… Benim solo olarak söylediğim bir şarkı var, Felek, Alper onu kadın vokal düşünerek yazdı. Bu albümde de en az bir tane olur diye düşünüyorum. Kadın önemli ve neşeli bir şey 🙂 Albüme o havanın sinmesi de öyle… İkinci albümde olduğu kadar yoğun mesai yapamadık ilk albümde; daha çok Alper o işi çekip çevirdi, biz geldik, çaldık, gittik gibi oldu fakat ikincisinde Alper’le bolca yanyanaydık mesaide… O yüzden ikinci albüm daha çok içme sindi ve elimin kokusunu, tadını daha çok hissettim. Bunda da öyle olur dilerim.

15191_831479880201811_1690091464_n

İlk albüm Acayip Şeyler’de Müslüm Gürses efsanelerinden Yuvasız Kuş ve Neden Saçların Beyazlamış Arkadaş’ı Luxus’ca yorumlayarak hem sizi sahneden tanıyanlara sürpriz yaptınız, hem de Adana’da arabeskle tanıştığınız lise yıllarınıza selam çaktınız. İkinci albümde Kamucan’ın söylediği Felek, bu niyetin devamı mı?

Alper: Felek için ekşi sözlükte birisi, bu şarkı sadece hoppa bir şarkı diye yazmış. Çok hoşuma gitti, tam karşılıyor. Başka türlü tanımlamak bence çok gereksiz. Orada zaten gönderme yapılan şey arabesk ya da arabesk kültürü  değil. Ben severim arabeski, çok da barışığım ama o değil… Felek sadece hoppa bir şarkı o arkadaşın deyişiyle, ona da teşekkür ederim bu vesileyle…

Grubun tavrını, hayata ve müziğe bakışını yansıtan şarkıların başında geliyor benim için Sistematik Bebeğim…
Ne zaman o şarkıyı çalsam radyo programımda, arkasından şöyle derim;
‘Bu şarkı, bir sabah fırfırlı eteği, yüzünde riyakar gülümsemesiyle karşılaşanlara,
telaşından, koşuşturmaktan derbeder olanlara, korunaklı masalında üstü başı perişan kalanlara ama bütün bunların farkına varıp, sistemin bebeği olmayanlara, yeniyi arayanlara…’

Kamucan: Kadın kadar güzel, hala kendine dönük, kendisiyle temasını yitirmemiş bir varlıkta çok daha ezici ve can sıkıcı oluyor sistemin etkisi… Alper, sistemin kadınlara yaptıklarından dolayı çok mutsuz. Sabah saat sekizde sokakta çok yorgun bir insan görüyorsunuz, yüzünde iki ton makyaj… Aslında üzgün; o yüzden diyor ya şarkıda, üstün başın perişan… Ne kadar şık giyinsen de, makyaj yapsan da, saçına fön de çektirsen, üstün başın perişan; çünkü toprakla bağ halinde değilsin. Sevmediğin bir işi üç otuza yapmaya devam ediyorsun. O insanları kesinlikle yargılamıyoruz, bu da bir tercih… Hatta çok daha güvenli ve sağlıklı bir tercih olabiliyor çoğu zaman çünkü biz önümüzü göremiyoruz, hiçbirimizin sigortası  yok. Sığ suda yüzmüyor oluşumuzun bir sürü avantajı ve dezavantajı var. Bir tür soluk alma, uyanış noktası olabilir belki o şarkı… İşini bırakmak isteyen bir insan varsa ve bu şarkı onu teşvik ediyorsa çok seviniriz tabii… 🙂

Alper: ( gülüyor) Bunu da yapabiliyorsak, maşallah diyeceğim bize : ) Çok teşekkür ederiz, bunlar hep alternatif müzikler, alternatif şiir arayışları, dinleyiciye çok ulaşabilen şarkılar değil… Böyle karşılıklar bulması bizi çok mutlu ediyor.


B
undan birkaç ay önce Hüsnü Arkan’la yaptığım röportajda Abbas’ı konuşmuştuk onunla… Cahit Sıtkı Tarancı’nın ölüm temalı şiirinin nasıl bu kadar keyifli bir şarkı haline geldiğini, giriş müziğinden sonra Haydi Abbas Vakit Tamam derken gülümsettiğini… O da bunu bana değil, Luxus’a sor dedi: )

Alper: (gülüyor) Neden saçların beyazlamış arkadaş da aynı hikayedir. Biz şarkıdaki ya da şiirdeki hissiyatı öbür tarafa çevirmeyi, yani taşın kara yüzüne değil ak yüzüne bakmayı seviyoruz. Sağolsun Hüsnü de böyle bir davette bulundu bize, bu şarkıyı siz yapar mısınız, eti sizin kemiği benim şeklinde… Biz de zevkle dedik. Sadece gitarla çalıp söylediği bir demosunu gönderdi. Biz bir gün oturduk onu nasıl düzenleyelim diye, biraz düşündük ve o dinlediğiniz şey çıktı ortaya… Ben de çok hoşnutum o şarkıdan, çok hafif bir şey çıktı, hatta bunu çok kısaca tartıştık kendi aramızda; bu bir ölüm şarkısı aslında… Dedik biz hep böyle bakmadık mı ölüme ya da hayata; öbür tarafından, içindeki neşeli şeyi bulmaya çalışarak… Bir yandan da evet bir ölüm şarkısı ama aslında Cahit Sıktı da çok neşeli bir şekilde giriyor; Haydi Abbas Vakit Tamam diye… Ölüm bu kadar basit işte…


“Yıllardır soruyorum bu soruyu kendime, bilmem ki bu dünyaya ben niye geldim” derken bir yandan neşeyle dans ettirmek, Luxus’a has olsa gerek…

Alper: Ancak bizim yapabileceğimizi iddia etmek bizi çok fazla büyüksemek olur, bunu yapabilecek çok insan vardır. İş; istemek. Sana göre sadece biz yapıyorsak, buna çok mutlu olurum 🙂 Böyle devam edeceğiz sonuna kadar. Hayattan zevk almamızı sağlayan hikaye bu…

Dayanışma konserlerine de destek veriyorsunuz müziğinizle… ‘Eğlenerek eylem’ mümkün mü? 

Alper: Belki de yapacağımız, arkamızda bırakacağımız en önemli şey bu olacak. Biz Emma Goldman’ın izinden gidiyoruz; ‘Dans edemediğim devrim, devrim değildir.’ Yani güler yüzlü bir müziğin, güler yüzlü bir isyanın, güler yüzlü bir sokak hareketinin peşindeyiz. Kendi kişisel tarihimde de 90’ların ortalarında o asık yüzlü sol gelenekle çok haşır neşir olduğum için bunu söyleyebiliyorum, çok uzun zamandır o geleneğin de tam karşısında yer alıyorum. Bu iş asık suratlı, çatık kaşlı olmaz, güler yüzlü olur. Ancak o zaman dans edebileceğimiz devrimler inşa edebiliriz.

Kamucan: Bunu çok önemsiyoruz. Herkes istediği biçimde müzik yapma özgürlüğüne sahip. Sırf gülelim gibi bir durum da olmaz ama biraz daha gülümseyerek anlatmayı önemsiyoruz çünkü dünyanın ve memleketin haline bakınca, biraz dil çıkarmaktan başka çaremiz yok. Dolayısıyla da bu sadece seyirciye sunulan bir şey değil, kendi kendimizi de uyguladığımız bir tür tedavi, şifa hali, bir kahkaha terapisi… Oradaki neşe bir tür sektörel malzemeye dönüşmediği, gerçekten içten olduğu müddetçe, sahnede bir sürü eğlenceli şey söylemek derdindeyiz.

luxus

Oldukça sık çıkıyorsunuz turneye, albüm için stüdyoya kapanmadığınız dönemlerde hep sokaktasınız müziğinizle… Ve festivallerde… Sadece müzik değil;  film, edebiyat gibi farklı festivallere katılmışlığınız da var geçmişte… 

Kamucan: Böylesi bizim için çok daha keyifli… Bir keresinde Binnur Kaya’yla şöyle bir şey olmuştu; Yabancı Damat’da oynuyordu o sıralar ve Binnur Kaya fenomeni daha yeni beliriyordu. Ben de sırf İlker Aksum’la muhabbeti için diziyi izliyordum. Bir gün ona çok güldüm, Allah da seni güldürsün falan deyip çıktım evden. Akşam Hayal Kahvesi’nde çalıyorduk, konserin sonunda fark ettim, kenara dayanmış bizi dinliyor. Dedim işte budur, işte bu gerçek bir alışveriştir. Bu kişi beni mutlu etti, harika performansıyla beni çok eğlendirdi ve gelmiş bizi dinliyor. Bilmiyorum bizi her zaman dinliyor muydu yoksa tesadüfen mi oradaydı ama gelmişti işte, eğleniyordu, alkışlıyordu. Acayip mutlu olmuştum. Bir edebiyat, tiyatro, film festivaline gittiğiniz zaman da böyle kıymetli temaslar oluyor. Sizin izleyip alkışladığınız insanların sizi alkışlıyor olması harika bir şey…  Ankara Sinema Derneği’nin yaptığı gezici festivalde de kar amacı gütmeden koşa koşa gittik nereye giderlerse, iki yıl çaldık, çok eğlendik. Sonra onlar da bizi Berlin Film Festival’ine götürdü. Türk resepsiyonunda çaldık, çok keyifli oldu. Dilerim böyle karşılaşmalar devam eder.

Bayılıyoruz ya etiketlere, kategorileştirmeye; farklı bir şey duymayagörelim, illa bu gibi demeye, benzetmelere… Luxus’un müziği de konumlandırılamadı uzunca bir süre… Gogol Bordello gibi diyenler de oldu, dünya müziği, balkan esintili de… Oriantel Blues ifadesi karşıladı sanırım beklentiyi…

Alper: O kavramı artık kullanmıyoruz. 4 kişilik akustik bir ekip olarak kurulduğumuzda doğaçlamaya dayalıydık. O zaman yarattığımız bir kavramdı Oriantel Blues ancak Acayip Şeyler albümü çıktığından beri karşılamıyor artık müziğimizi… 20 tür müzik var neredeyse yaptığımız; tango, arabesk, ska, punk, gipsi, balkan…  O yüzden bunların hepsini sıraya dizmektense, türler arası demek müziğimize daha makul… Dünya müziği kavramını ben çok sevmiyorum ama bizi hep dünya müziği kategorisine koyuyorlar. Geçen gün bir arkadaşım çok güzel bir kavram buldu, ilk defa burada söylüyorum; orta dünya müziği… Dedi ki, Luxus’unki dünya değil, orta dünya müziğidir. Çok hoşuma gitti 🙂

Kamucan: Aslında başından beri öyleydi fakat insanlara orta dünya müziği deyip de geçemiyorsunuz . Siz nasıl bir şey çalıyorsunuz dediklerinde kalakalıyorsunuz; ya sekiz tane şey sunmak ya da pop değil demek zorundasınız. Her tarafa sirayet eden bu hakim totaliter yapıda böyle bir şey var; insanlar sizi tür cenderesine sıkıştırmaya çalışıyorlar. Bu durumda bir şey uydurmak zorunda kalıyorsunuz ama biz o zaman da sürekli altını çizdik; oriental blues bizim uydurduğumuz bir müzik türü değil, bir ruh halidir. Blues da öyle… Aslında oriental sözcüğüyle de meselemiz var, orada da onu bir miktar dalga geçer gibi kullandık. Oryantalizm mevzusu da başka bir röportajlık konu… Bir süre sonra baktık insanlar ne çaldığımızı anlıyorlar, ortaya karışık demeye başladık sordukları zaman. Keyfekeder demeye başladım. Biz sevmiyoruz bu tür cenderesini… Tango olabilir, hip hop olabilir, funky, soul, türkü… Hiç farketmez.  Kulağıma hoş gelen her şeyi dinlerim klişesi aslında çok sağlıklı bir klişe… Kulağı açık tutmak lazım. Radyo işi yapıyorsun, bilirsin; kendine verilen her türlü müziği bir balkon konuşması edasıyla dinleyen bir topluluk var. O insanları da anlıyorum, yeni bir şey sunulmadıkça bu durum genişlemez, değişmez. Dolayısıyla biz bu işi zengin tutma eğilimindeyiz. Her şeyden önce kendimiz için… Sıkılırız sek bir rock band olsak, ya da sadece etnik tınılar kovalasak… Bütün dünyanın müziği bizim müziğimiz…

O gece taktık kemerleri geçtik uçuşa… Gevşedi kravatlar, bıraktı herkes kendini Luxus’un müziğinin ortasına…  Bıyık çizdik asık suratlara, dil çıkardık öğretilip tekrarlandıkça içi boşalan her ne varsa… Bilmem ki bu dünyaya ben niye geldim derken keman ve klarnet müthiş bir hızla eşlik ediyordu doğaçlama dansımıza… Bir çizik de biz attık bizden mükemmel sıradanlar olmamızı bekleyen sisteme; Bi Lareya…
Luxus’a, menajerleri Banu Saman’a, Öküz Kültür Cafe’nin işletmecisi Ayla Eroğlu’na ve çalışanlarına, Kampüs FM Genel Yayın Yönetmeni Osman Cevizci’ye ve gazeteci Şebnem Yüksel’e, bu röportaja keyifli katkılarından dolayı, şükranla….